İki film üzerine: “Bu kadın hakkını arıyor” ve “Kelebekler”

Filmin bence en etkileyici sahnesi, kısas sahnesi idi. Sahnede, Ferzane'nin adaleti mi, yoksa merhameti mi seçeceği son âna kadar cevap bulmayacak. Siz de bu sahnede "Adalet mi, yoksa merhamet mi?" diye karar vermekte oldukça zorlanacaksınız.

AŞKIN şiddeti bazen o kadar artar ki aşk başkalaşır ve sahip olma güdüsüne döner. Bu güdü aklı, mantığı ve irfanî hisleri boğarak âşığı cinnete sürükler ve cemâline dilbeste olunan dilbere yani maşuka zarar verecek boyuta ulaşır. “Ya benimsin, ya kara toprağın” deyişi, sahip olma güdüsünün aşkı başkalaştırıp âşığı cinnete sürüklemesinin mottolaştırılmış hâlidir.

Bu cinnet hâline dair zaman zaman kamuoyuna yansıyan haberleri hepimiz duyarız. Bunun son örneği geçtiğimiz günlerde yaşandı.

Yüzüne kezzap atılan genç bir kadının kendisine bu kâbusu yaşatan kişiyi affetmesi ve onun evine yerleşmesi, son günlerde özellikle sosyal medyada fazlasıyla konuşuldu. Medyaya yansıyan tartışmalara ilk şâhit olduğumda benzer bir konuyu ustalıkla işleyen bir film aklıma geldi. Filmi daha önce izlemiş olmama rağmen yeniden izledim.

İran yapımı “Bu Kadın Hakkını Arıyor” adlı film, yüzüne kezzap atılan ve hayatı kararan bir kadının hayata tutunma çabasını ve kendisine saldıran kişinin aynı şekilde cezalandırılması için verdiği mücadeleyi anlatıyor. Film, konusunu gerçek bir hayat hikâyesinden alıyor.


Filmin yönetmen koltuğunda Muhsin Tevekküli oturuyor. Babek Kaydan’ın senaryosunu yazdığı filmde Mitra Haccar, Kamuran Tefti, Reza Aştiyani, Ruşenak Acemiyan ve Mina Caferzade rol alıyor. 

Dram türündeki film, aşkın başkalaşıp sahip olma güdüsüne dönüştükten sonra bir insanı nasıl canileştirebileceğini o kadar güzel anlatıyor ki filmi izlerken kahramanımız Ferzane’nin kendisine kezzap atan kişiye kısas yapmak için verdiği mücadeleye ve Ferzane’nin kararlılığına hayran kalıyorsunuz.

Filmde aşkın masum yüzünü de görüyorsunuz. Bir yanınızla Ferzane’nin mücadelesini ve kararlılığını takdir ediyorsunuz. Diğer yanınızla ise Ferzane’nin yüzüne kezzap atan adama âşık bir başka kadın olan Sara’nın, âşık olduğu adamı Ferzane’nin kısasından kurtarmak için verdiği mücadeleden dolayı “Büyüklük onda kalsa da affetse mi?” diye gelgitler yaşıyorsunuz. 

Bu ve benzer olaylara karşı toplumun bakış açısının ve olayları yorumlama biçiminin hiç de pozitif olmadığını ve toplumun, hiçbir suçu ve günahı olmayan insanları nasıl damgalayabileceğini görüyorsunuz. Filmin alt metni, bu damgalamanın olayın acısını ve yükünü hafifletmek yerine acıyı ve dramı ne kadar derinleştirdiği zihninize mıh gibi işliyor. Ferzane’nin koca tarafının olaya ilişkin yorumları ve bakış açılarında bu net bir şekilde gösteriliyor.

Aşkın sembolü olan gül, filmde o kadar güzel bir metafor olarak kullanılmış ki aşkın öldüren ya da hayat karartan bir duygu değil de hayat ve umut veren bir duygu olduğu böylece sürpriz bir detayla anlatılmış. Ferzane’ye hediye olarak verilen güllerden birinin hikâyesi, Ferzane’yi olduğu kadar sizi de sarsacak. Ferzane’nin gülleri parçalarken döktüğü gözyaşları, sizi de etkisi altına alacak.

Adalet mi, merhamet mi? Siz hangisini seçerdiniz?

Filmin kahramanlarından biri de Ferzane ile oda arkadaşlığı yapan Seher... Seher, evinin kirasını ödemek için Ferzane’nin hikâyesini ondan izinsiz bir dergide yayınlatır. Bunu öğrenen Ferzane, Seher’e sert bir tepki verir.

İnsanlar başkalarının acılarını seyretmek için para harcar ama o acıları hafifletmek için acı duyanlara yardım etmeyip sadece tavsiyede bulunurlar.

Mealen aktardığım Seher’in bu savunması, toplumun, acıyla yoğrulmuş dramatik olaylara bakışını göz önüne koyar niteliktedir.

Filmin bence en etkileyici sahnesi, kısas sahnesi idi. Sahnede, Ferzane'nin adaleti mi, yoksa merhameti mi seçeceği son âna kadar cevap bulmayacak. Siz de bu sahnede "Adalet mi, yoksa merhamet mi?" diye karar vermekte oldukça zorlanacaksınız.

Filmi izlerken biraz sabırlı davranmanız gerek. Çünkü başta sıkıcı bulabilirsiniz. Ama hikâye netleşmeye başladığında filmin nasıl bittiğini hissetmeyeceksiniz bile…

Kuşak çatışması, önyargılar, samîmiyet ve diğerkâmlık

Bugün tavsiye edeceğim diğer bir film, yine İran yapımı, çok sade bir anlatımı olan “Kelebekler”...

Yönetmenliğini Nasır Rufai’nin yaptığı filmde Ketuyin Saliki, Ruşenak Gerami, Hannane Şahşahani, Pardis Ahmediye gibi İran sinemasının genç kuşak temsilcileri yer alıyor.

Ebeveynleri yurtdışına giderken mücbir nedenlerle ailesine katılamayan Nigin, zorunlu olarak hiç tanımadığı bir akrabasında kalacaktır.

Hem toplumsal, hem ekonomik, hem de yaşam biçimi olarak pek tanıyıp bilmediği, hattâ çok da pozitif duygular beslemediği bir mahalle ve bu mahallenin insanları ile bir süre yaşamak zorunda kalan Nigin’in mahallede yaşamaya başlamasından sonra keşfettiği yeni yaşam ve duyguların anlatıldığı film, kuşak çatışmasına sade ama etkileyici bir dille değiniyor.


Filmin en çok iz bırakan karakterleri, Nigin’in evinde kaldığı karı-koca bir yaşlı çift... Bu iki yaşlı insan o kadar doğal ki, sanki rol yapmıyorlar da gerçek hayattan filme dâhil olmuşlar gibi duruyor.

Filmin alt metninde samîmiyetin ve hiçbir çıkar gözetmeksizin yapılan diğerkâmlıkların önyargıları nasıl parçaladığına dair doyurucu anlatımlar bulunuyor.

Kuşak çatışması filmde ustalıkla işleniyor. Nigin ilk başta evinde misafir olduğu ihtiyarlara çok soğuk baktığından onlarla yemek yemek bile istememektedir. Fakat ihtiyarların, Nigin’in tüm şımarıklıklarına karşı göstermiş oldukları samîmi tavır, bir süre sonra Nigin’in tavırlarını sorgulamasına neden oluyor.

Her şehrin varoşu, aslında o şehrin en büyük gerçekliğini barındırır ama bu gerçeklik çoğu zaman görünür değildir. O nedenle çoğu insan buralardaki yaşam ve gerçeklikten haberdar değildir. Hâlbuki buralardaki gerçeklik, aslında toplumsal dinamiklerin en temel belirleyenleridir.

Nigin de başta zorunlu olarak bulunduğu varoştaki yaşamları ve gerçekleri görmek istemez ama zaman içerisinde edindiği arkadaşlıklar ile bu gerçeklerle yüzleşir. Mahalleye geldiğinde kendi için en büyük problem ve üzüntü, ailesi ile yurtdışına çıkamamaktır. Ama burada şâhit olduğu gerçekler, ona kendi problem ve dertlerinin ne kadar basit olduğunu gösterir.

Arkadaşlık; yardımlaşma, paylaşma ve sıkıntılara ortak olma demektir. İlk başta sadece kendi dünyasındaki arkadaşlarının sıkıntılarına ortak olan Nigin, geldiği bu varoş mahallede yaşadıklarından sonra oradaki insanların problemlerine ve sorumluluklarına da duyarlı hâle gelir ve onlara yardım elini uzatır. Oralarda yaşayanlara karşı yapılan küçük bir yardımın onların dünyasında ne kadar büyük anlamlar taşıdığını fark eden Nigin dersleri için yardım almaya başladıktan sonra, aslında o dünyanın parçası olan insanların da hayatı okuma ve anlamakta önemli roller üstlenebileceklerine şâhitlik eder.

Aidiyetlerimiz hem karar almamızı kolaylaştırır, hem de zorluklar karşısında azmimizi ve direncimizi tâze tutar. Nigin, ilk başta gittiği mahalleye ve buranın insanlarına karşı bir aidiyet hissetmese de onların yaklaşımları ve kendisini sahiplenen tavırları karşısında mahalle ve mahallede yaşayanlarla güçlü aidiyetler kurmaya başlar. Aidiyetleri güçlendikçe kendi mahallesindeki arkadaşlarını da yabancı oldukları bu dünya ile tanıştırır.

Kuşat çatışması, görünür olmayan hayatlar ve arkadaşlığın anlatıldığı samîmiyet ve diğerkâmlığın neleri değiştirebileceğinin ustaca işlendiği bu filmi mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.

Film tavsiyelerine devam edeceğiz…