İki film, iki ayrı dünya, iki ayrı anlatı ve iki ayrı değerlendirme

“Kış Uykusu”, hem bir sınıf eleştirisi olması, hem derin okumaları, hem de alt metninde anlattığı ögeler itibariyle izlenmesi gereken, bizden bir film. Ama biraz sabırlı olmanız gerekir. Çünkü film tam 196 dakika sürüyor. Ama izlediğinize değiyor.

SİNEMAMIZDA sınıf eleştirisi üzerine çekilen hemen her yapımda bir taraf sürekli kahramanlaştırılırken, diğer taraf izleyici gözünde düşmanlaştırılır. Gişe kaygısının bir sonucu ortaya çıkan bu durumun birkaç istisnası var. Bunlardan biri de Nuri Bilge Ceylan’ın (NBC) Altın Palmiye Ödüllü “Kış Uykusu” adlı eseridir.

Film, NBC filmleri içerisinde sadece aldığı Altın Palmiye Ödülü ile değil, hem süresi, hem de bol diyalogları ile de diğerlerinden ayrılır.

Film sadece bir sınıf eleştirisi olmasının ötesinde, aynı zamanda bir “entelektüel” eleştirisidir de.

Filmin başrollerinde Haluk Bilginer, Melisa Sönmez ve Demet Akbağ var.

Emekli olduktan sonra babadan kalma oteli işletmek için Kapadokya’ya giden Aydın’ın hikâyesinin anlatıldığı filmde, Aydın’ın yardımcısı Hidayet, Aydın’ın kiracıları İsmail ve Hamdi alt sınıfın temsilcileri olarak yer alıyor.

Entelektüel, kültürel ve ahlâkî değerlere, toplumsal hassasiyetlere karşı aktif bir eğilim içerisinde olan sevgi, adalet, paylaşım duygularına sahip, analitik düşünen, bilimsel tahlil yeteneğine sahip kişi olarak tanımlanır. Filmde üst kesimi, filmin entelektüeli de olan Aydın temsil ediyor. “Aydın” ismi, alelâde seçilmiş bir isim değil kanımca. Çünkü “aydın” sıfatı, entelektüelin karşılığı olarak kullanılıyor.

Filmde karakterlerin, özellikle de Aydın ve kız kardeşi Necla’nın diyaloglarında o entelektüel havayı seziyorsunuz. Çünkü diyaloglarda kişilik çözümlemelerinin yanı sıra psikolojik çıkarımlar, insan doğası üzerine derinlikli analizler mevcût. Derinlikli analizlerin bulunduğu bu diyaloglar içerisinde sarkastik ögeler de sırıtmadan kendine yer buluyor.

İnce mizahî ögelerin bulunduğu bu diyaloglar, uzun olmasına rağmen izleyiciyi sıkmıyor. Hattâ merak duygusu her daim taze kalıyor.

Film, sinematografik olarak iyinin çok ötesinde görüntüler sunuyor bizlere. Bu kadar mükemmel görüntülerin arkasında hiç şüphesiz NBC’nin aynı zamanda bir fotoğrafçı olmasının payı büyük. Hattâ sinema eleştirmenlerinin ittifak ettiği bir nokta burası!

Aydın’ın neredeyse bütün dünyası, yerel bir gazeteye yazdığı yazılardan oluşmaktadır. Bunun ötesinde hiçbir şeyle ilgilenmemekte, hiç kimseyi önemsememektedir. Hidayet’le olan ilişkisinde onun söylediklerini sürekli unutması, Hamdi’nin ailesini ayakta tutmak için gösterdiği çabayı görmezden gelmesi, hattâ buna dair bir entelektüelden beklenmeyen bir şekilde bu çırpınışa kayıtsız kalması, karısı ile arasında ördüğü duvarları bir türlü kaldırmak istememesi ve karısını sürekli manipüle etmesi, kendinden aşağı gördüğü insanlarla diyalog kurmadaki isteksizliği, buna karşın kendi dünyasının bir parçası olarak değerlendirdiği turistlerle diyalog kurma isteği gibi detaylar, Aydın’ın millete tepeden bakan tavrını göstermektedir.

Kira borçlarını ödeyemediği için evine icra gelen ve evdeki televizyon ve buzdolabı götürülen İsmail, filmin hırçın karakteri olarak kendini gösterirken; İsmail’in oğlu İlyas’a burada ayrı bir parantez açmak gerek. Çünkü İlyas, eve gelen hacizden dolayı Hidayet ve Aydın’ın bindiği aracın camını kırar. Hamdi bundan dolayı mahcuptur ve İlyas’ı özür dilemesi ve elini öpmesi için Aydın’ın yanına götürür.

Ama İlyas, Hamdi’nin tüm telkinlerine rağmen Aydın’dan özür dilememek ve elini öpmemek için direnir. Bu sahne, âdeta tüm imkânsızlıklara rağmen onurlu bir karşı duruşu anlatır.

Filmde Hamdi karakteri “imam” olarak yer alıyor; daha doğrusu, Hamdi’nin imam olduğunu diyaloglardan anlıyoruz. Bunun dışında Hamdi’nin imam olduğuna dair hiçbir detay filmde yok. Ne Hamdi’nin cemaatle olan ilişkisi, ne Hamdi’yi görevini yaparken gösteren bir detay var filmde. Üstelik diğer karakterlere ve mesleklerine yönelik derin tahliller olmasına rağmen…

Ama Hamdi karakterinin mahzun ve mahcup karakteri üzerinden din adamı eleştirisi filmde yer alıyor.

Peki, neden mahcup ve mahzun bir karakter “imam” figürü üzerinden anlatılıyor?

Doğrusu filmi birkaç kez izlemiş olmama rağmen anlamakta güçlük çektim. Hâlbuki filmde herkes birbirinden nefret ediyor olmasına rağmen ailesini ayakta tutmaya çalışan Hamdi, bu uğurda kendi yuvasını bile kurmamış fedakâr biri…

“Kış Uykusu”, hem bir sınıf eleştirisi olması, hem derin okumaları, hem de alt metninde anlattığı ögeler itibariyle izlenmesi gereken, bizden bir film. Ama biraz sabırlı olmanız gerekir. Çünkü film tam 196 dakika sürüyor. Ama izlediğinize değiyor.

Çocukların koca yürekleri dünyayı cennetin rengine bürüyebilir

Varlığı paylaşmak, bugün hepimiz tarafından erdemli bir davranış olarak görülüyor. Bir de çoğumuzun haberdar olmadığı nice hayatlar var ki, onlar yokluğu paylaşarak var olmaya çalışıyorlar.

İran sinemasının başyapıtlarından biri olan “Cennetin Çocukları”, yokluğu paylaşanların hikâyesini anlatıyor.  


Mecit Mecidi’nin yönettiği film, İran sinemasının nadide örneklerinden biri.

Ali ve Zehra, küçük yaşta iki kardeştir. Yoksul bir ailenin ferdi olan çocuklardan Ali, kardeşi Zehra’nın ayakkabısını tamirciden getirirken kaybeder. Eve geldiğinde durumu Zehra’ya anlatan Ali, hem babasından korktuğu, hem de ailesinin yeni bir ayakkabı alacak maddî gücü olmadığı için ayakkabıyı kaybettiğini babasına söylememesi hususunda Zehra’yı ikna eder. Zehra, durumu ailesine söylemeyecektir ama giyebileceği başka bir ayakkabısı da yoktur.

İki kardeş bu probleme kendilerince bir çözüm bulurlar. Ali, ayakkabısını kardeşi ile paylaşacaktır. Okula gidip gelirken ayakkabılar nöbetleşe giyilir. Zehra dersten çıkıp koşarak ev ile okul arasında bir yerde bekleyen Ali’ye ayakkabılarını verir. Ayakkabıları giyen Ali, koşarak derse gider ama her seferinde derse geç kalır. Her seferinde öğretmenlerinden azar işitir.

Zehra ve Ali’nin paylaşarak giydiği bir çift ayakkabı, onlar için hayata tutunmanın, hattâ umudun simgesidir.

Yoksulluğun dünyasındaki problemleri çoğu insan problem olarak dahi görmez. Hattâ farkında da olmaz. Ama filmi izledikten sonra yoksulluğun doğurduğu problemlerin ne gibi yoksunluklar doğuracağını o kadar derinden idrak edeceksiniz ki bu bağlamda hayata bakışınıza yeni bir pencere kazandırmış olacaksınız.

Öğretmenlerin yoksul öğrencilere bakışını ustalıkla anlatan film, her sahnesi ile seyirciyi filmin içine çekiyor.  

Eğitim ve başarı bir bütündür ve başarı, sınıfın içindeki şartlardan ziyâde sınıfın dışındaki şartlara bağlıdır.

Ali’nin okula her geç kaldığında işittiği azar ve öğretmenlerin duyarsızlığı ve de kuralları dayatıcı tavrı, eğitim sisteminin bütüncül olarak değerlendirilmesi gerektiğini bize bir kez daha anlatıyor.

“Üç İdiot” filminde meşhur bir sahne vardır. Mühendislik okuluna gelenlere dekan sorar.

Dekan: “Aya ilk ayak basan kimdir?”

Öğrenciler: “Neil Armstrong…”

Dekan: “Peki, aya ikinci ayak basan kimdir?”

Öğrenciler sessizdir.

Dekan: “Çünkü hayatta kimse ikincileri hatırlamaz!”

Bir yarışta herkes birinciyi konuşur. Herkes birinciyi hatırlar ve tarih hep birincileri yazar. O nedenle herkes birinci olmak ister. 

Peki, ya birinci geldiği için üzülen var mıdır?

Ali, bir gün içlerinde ayakkabı ödülünün de yer aldığı bir koşu yarışması duyurusu görür. Yarışmaya katılan Ali, yarışta hep üçüncü gelmek ister. Çünkü ayakkabı ödülü üçüncüye verilecektir. Ali üçüncü gelmek için bilerek rakiplerine geçilse de yarış sonunda istemeyerek de olsa birinci gelir.

Filmin bu en etkileyici sahnesinde, Ali’nin yaşadığı duygu seline siz de ortak olacaksınız.

Filmi seyrettiğimde yorum kısmına şöyle bir not yazmıştım: “Dünya birinci gelenlerin sayesinde değil, üçüncü gelmek isteyenlerin koca yüreğiyle cennetin rengine bürünebilir…”

Ali ile Zehra’nın hikâyesini izledikten sonra siz de kanaatkârlığın ne denli güzel bir vasıf olduğunu derinden hissedecek ve birinci gelmek isteyenlerin değil de üçüncülüğe kanaat eden insanların koca yüreğiyle dünyanın cennetin rengine bürüneceğine kanaat getireceksiniz.

Dün hepimiz 23 Nisan’ı kutladık; çocukların gününde, onların haftasında onlarla birlikte seyredebileceğiniz ve çocuklarla birlikte çok şeyin farkına varabileceğiniz bir film.

Mutlaka seyredin, seyrettirin!