İki Cihanın Güneşi, affet bizi!

Hâlbuki Sen, diğer diyarın da pusulasını verdin bize. Bizse iki günlük eğlencelere daldık. Ne pusulaya baktık, ne sözlerini anladık. Gaflet içinde bir ömür geçirdik. Senin ümmetin olmayı hak etmedik. Sen himmetini esirgeme bizden Ya Rasûl, Ya Nebî!

KUTLU Doğum Haftası’nda Resûlullah’ın adının anılmasından rahatsız olanlar, “Kutlu Doğum’u paralelciler icat etti” gibi saçma bir argüman attılar ortaya.

“Bir deli kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramaz” misâli, münafıklar ve İslâm düşmanları, İslâm’a dair ne varsa paralelcilere atfederek hem İslâmî söylemlerden kurtulmuş, hem halkın tepkisini çekmemiş oldular. Ve “Kutlu Doğum”, 23 Nisan’la eşzamana denk gelmemek kaydı ile oldukça silik bir şekilde ya anıldı, ya anılır gibi yapıldı.

Peygamber, paralelcilerin değil, hepimizin Peygamberi! Bu, nasıl bir algı yönetimidir? Okullarda şairler, yazarlar anılırken, neden Müslüman bir ülkedeki kamu kuruluşlarında hakkıyla Peygamber anılmaz, çocuklarımıza O’nun adı, O’nun hadîs-i şerifleri, O’nun naatları ezberletilmez?

Peygamberim! Ey İki Cihanın Güneşi! Ey yeryüzü bile kendisine ayak bastığın için şerefyâb olan Nebî! Ey insanların en muhteremi, en güzîde, en mümtaz, en muazzez olanı! Diğer peygamberleri bile geride bırakan, Allah’ın “Habîbim” nidasına mazhar olan Peygamberim! Ey öfke ve secaatini yerinde kullanan, ey her konuda en itidalli olup her duygu ve hareketi mutedil olan! Sevgisi ve kızması olması gerektiği gibi, sevince Hazreti Aişe’ye dediği şekliyle “kördüğüm” gibi, bütün beşerî duygu ve hisleri ifrat ve tefritten muaf, tam da yerli yerinde olan! Son Dinin Peygamberi, Peygamberim! Senden af diliyoruz! Seni hakkı ile tanımaktan ne kadar uzağız…

Kan ağlıyor İslâm coğrafyası, merhameti unuttuk. Senin gibi sevmeyi bilemez olduk. Ne olur, hâlimize bakıp bize darılma! İlk kelimesi “Ümmettim” olan Sana karşı vefasızlığımızı affet Ya Resûlullah, çekme himmetini üzerimizden ve ahirette bize de “Ente minni ente minni” de!

Sen ki, “Kız çocuğumun başına gayr-i ahlâkî bir şey gelirse bu utançla yaşayamam, en iyisi kızımı öldüreyim” diye kız çocuklarını diri diri toprağa gömdükleri cahiliye döneminde, kızın Hazreti Fâtıma’yı omuzuna alıp Mekke sokaklarında dolaşan, lisan-ı hâl ile “Kızlar babalarının başının tâcıdır” diyen Peygambersin. Sen ki, kadınların alınıp satıldığı demde eşinle devlet meselelerini istişare eden, Hazreti Aişe Annemizle koşu yarışı yapan, “Eşleriniz size Allah’ın emaneti” diyen Peygambersin.

İnsanlığı sömürerek gelişen Batı, on dokuzuncu yüzyılda bile “Kadın insan mı, hayvan mı?” diye tartışırken, Sen, “Tarağın dişleri gibi eşitsiniz” diyen Peygambersin. Ama ne olur, bizi affet! Seni tanımadan Sana saldıran eçhellerin sözlerini duyar oldu kulaklar. Sen ki, elli iki yaşına kadar Kendinden on beş yaş büyük Hazreti Hatice Annemizle evli kalıp peygamber olunca, “Evlâtlığın eşi mahremin değildir” hükmü vuzuha kavuşsun diye Allah tarafından bir emirle Zeynep Annemizle, yine kimi eşinle de devlet ya da fıkıh meseleleri yüzünden evlenmiştin. Ama gel gör ki, aklı behimî duygulardan başka şeye çalışmayan nâdanlar Sana dil uzatır olmuşlar. Keşke ölseydim de duymasaydım o münafıkların eçhel sözlerini, duymasaydım Peygamber’e bu hamakat ehlinin söylediği sözlerini! Keşke ölseydim de duymasaydım o Senin rikkatli kalbini incitecek iftiraları!

Sen hem devlet adamı, hem ordu komutanı, hem baba, hem eş iken, dünyalık mevkiiler karşısında dört büklüm olanlar Senin sözlerini nasıl kaale almazlar?! Can kurban, canlar kurban Senin sözlerine. Sen dünyalar ötesi emirle geldin. Sen dünyayı Yaratanın Elçisi, Sen bu dünyadaki hiçbir şeyle ölçülemez bir makamda, Allah’ın Rasûlusün!

Ama özür diliyoruz Seni tam tanıyamadığımız için. Senin her ânını, her lâfzını, her sözünü şifayâb bir billur ilaç gibi arayıp, öğrenip içmemiz gerekirken, gafletle din düşmanlarının hileleri ile boş, malayani işlerle uğraşıyor olmamızdan dolayı özür diliyoruz.

Ülkemde adı “Müslüman”, İslâm’a, kendi dinine düşman olmuş. İslâm’sız İslâm doğmuş. Affet bizi, ömrümüz başka şeyler peşinde heba olmuş! İki büklüm utanarak söylüyorum, çocuklarımız ve gençlerimiz Seni tanımıyor avaz avaz bağıran şarkıcıyı tanıdığı kadar. Tanımıyor, bilmiyoruz. Hani Sen, “Kişi, bilmediğinin düşmanıdır” demiştin ya, işte benim ülkemde de Seni bilmeden, gençleri Sana düşman edenler var. Ah bir bilseler, bir tanısalar nasıl da Seni sevecekler!

Hazreti Ömer, Seni tanımadan önce Sana düşmandı; öldürmeye geldiğinde iman edip dönmüştü. Seni görüp tanıyan, o ballar balı, kristal, billur ilim ırmağından içen Seni sevmez, aklı olan bilmez mi? Sen dünyanın anahtarını, ahiretin muştularını verensin. Sen bilimlerin, ilimlerin membaı, iki cihan güneşisin. Sen ya Resûlullah, merhametin zirvesi, secaatin kalesi, bütün güzel huyların en güzel mümessilisin. Binlerce sözünden kaçını ezberledik ki? Binlerce öğüdünün hangisinden haberdar olduk ki? Hayatının her ânı bir mesaj iken, biz Seni tanıyamadan bu dünya durağından ölüm atına binip gideceğiz. Hâlbuki Sen, diğer diyarın da pusulasını verdin bize. Bizse iki günlük eğlencelere daldık. Ne pusulaya baktık, ne sözlerini anladık. Gaflet içinde bir ömür geçirdik. Senin ümmetin olmayı hak etmedik. Sen himmetini esirgeme bizden Ya Rasûl, Ya Nebî!

Esselatü vesselamü aleyke Ya Rasûlallah! Esselatü vesselamü aleyke Ya Habîbullah! Esselatü vesselamü aleyke Ya Nebîyallah!