25 Mart’taki AB Liderler Zirvesi’nde, birçok konuda Türkiye ile iş
birliğinin güçlendirilmesi kararı alınmıştı. Olumlu havanın devam etmesi
durumunda da Haziran ayında yapılacak AB Konseyi toplantısında Türkiye ile
ilgili daha fazla karar alınması kararı benimsenmişti.
Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, AB heyetini
Türkiye’ye davet etti. Bu davet üzerine bir çalışma ziyareti kapsamında, Avrupa
Konseyi Başkanı Charles Michel ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von der
Leyen’in de bulunduğu bir heyet Türkiye’ye geldi.
Bugün, bu ziyaretin amacına ne kadar hizmet ettiğini,
neler konuşulduğunu, ne sözler, karşılıklı ne tavizler verildiğini konuşuyor
olmalıydık. Ancak konu amacı dışına çıktı ve bir protokol krizi olarak gündemi
meşgul etti. Basına yansıyınca anladık ki, aslında Türkiye’nin, muhataplarının
talepleri doğrultusunda hazırladığı bir oturma düzeni vardı toplantıda. Konsey
Başkanı Michel’in protokol müdürü ne dediyse o yapılmış tabiî olarak. Biri
Cumhurbaşkanı, diğeri Başbakan gibi düşünürsek, Konsey Başkanı, Komisyon
Başkanı’nın üstünde bir konuma sahip. Ancak Konsey Başkanı’nın -bizdeki eski
cumhurbaşkanlığı modelinde olduğu gibi- icra yetkisi yok. İcra, Komisyon
Başkanı’nın işi. Bütün gürültü de buradan kopuyor zaten. Biri diyor ki, “Ben
senin üstündeyim, aynı protokol koltuğunda oturamayız”. Diğeri de diyor ki,
“Burada sonuca varacak yetki bende, seninle aynı seviyede otururum”.
Aslına bakarsanız, Avrupa Konsey ve Komisyon Başkanları
arasındaki ilk anlaşmazlık değilmiş bu. Belçikalı Michel ile Belçika doğumlu Von
der Leyen arasında, göreve geldikleri günden beri süregelen bir didişme, bir
çekememezlik yaşanıyormuş. Michel belki de böyle bir gün bekliyordu son bir
darbe vurup Von der Leyen’e hâddini bildirmek için. Fakat işler hiç de
kurguladığı gibi yürümedi ve sonunda suçlanan kendisi oldu.
Toplantı salonunda görüntülere yansıyan Ursula Von der
Leyen’in ayakta kalışı, afallaması ve “Ben nereye oturacağım?” bakışı ile de
bitmemiş bu koltuk krizi. Yemekte kendisi için Erdoğan ve Michel’in
oturduklarından daha alçak bir koltuk verilmesi kararlaştırılmış baştan. Neyse
ki toplantı salonundaki krizi fark eden Türk yetkililer, eşit yükseklikte
koltuk getirterek “ikinci koltuk krizinin” önüne geçmişler.
Sadece Komisyon Başkanı’nın Erdoğan ile Michel arasına
oturma talebini kabul ettirememişler Konsey Başkanı’na.
Toplantı salonundaki kriz önceden fark edilip
çözülebilir miydi bilemiyorum, ama Avrupa’nın kendi içindeki protokol sorununu
bile Erdoğan ve Türkiye’ye yüklemeye çalışmak hiç de âdil değildi herhâlde. Burada
Türkiye’nin yapabileceği (belki de yapmıştır, bilemiyorum) tek iş, protokol
konusunda doğabilecek ihtilafı önceden fark edip Michel tarafını daha makul bir
düzene ikna etmek olabilirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’la siyâset ve strateji konusunda
boy ölçüşemeyen sığ siyâsetçiler ve Avrupa medyası ise meselenin önünü ardını
bilmeden girdiler topa.
Bunlardan en gülünç fakat en sert tepki alanı ise,
İtalya Başbakanı Mario Draghi oldu. Draghi, Türkiye’nin hiç suçu olmayan, hatta
inisiyatif alarak yemek düzeninde daha da büyümesini önlediği bir kriz yüzünden
Erdoğan’a “Diktatör” deme cüretini gösterdi. Bu, şimdiye kadar neredeyse
sorunsuz giden Türkiye-İtalya ilişkileri açısından hayretle karşılanan bir
ifade oldu. Aslında, “Bu ‘diktatör’ diyebileceğimiz kişilere ihtiyacımız da
var. Ülkemizin çıkarları için iş birliğine de hazır olmalıyız” diye
devam eden cümlelerinden anlayabileceğimiz gibi, Von der Leyen’in
aşağılandığını iddia eden İtalya Başbakanı, kendi aczini ortaya koyarak
kendisini de aşağıladı. Ülkesindeki birçok gazete de bu ifadelerinden dolayı
Draghi’yi eleştiren başlıklar atmaktan çekinmedi.
Protokol krizinin sorumluluğunu hâdsizce Türkiye’ye
yüklemeye çalışan Draghi’ye, her kademeden ve en yüksek tondan tepki vermekte
gecikmedik tabiî. Ve bu tepkiler sonrasında işin aslını anlayan birçok medya
kuruluşu da gerçek suçlunun Belçikalı Michel olduğu yönünde yorumlar yapmaya
başladı. Böylece İtalyan Başbakan da yanlış yumruk atmaya çalıştığı için
şimdilik diskalifiye oldu. Bakalım, oyuna tekrar dönebilmek için Erdoğan’dan,
Türkiye’den ve kendi halkından özür dileme cesareti gösterebilecek mi?
Hepinize, hepimize hayırlı Ramazanlar…