
DİL,
düşüncenin arka plânını yansıtır. Yani kullandığınız dil, sizin hangi dünya
görüşüne dâhil olduğunuzu ele verir. Ya da felsefî arka plânınızı yansıtır. Her
ne kadar günümüzde insanların önemli bir kısmı dilin önemini kavramadığı için
rastgele konuşsa da, aslında dil, düşüncenizin köklerini ele verir.
Meselâ, bizim lîsanımızda toplumu yönetme işine “siyâset”
denilmiştir. Arapçadan dilimize geçen kelimenin kökeni, “sys”dir. Anlamı ise “yabânî
atların ehlileştirilmesi” demektir. “Seyis” aynı köktendir ve “atların bakımını
üstlenen, onları eğiten kişi” demektir. Siyâset de bu minvâl üzere kullanılan
ve “toplumun ıslah edilmesi, düzeltilmesi yani bedevilikten medenîliğe
yükseltilmesi işinin adıdır”. Bizim lîsanımızda siyâset, toplumun bir yerden
alınıp başka bir yere götürülmesidir. Batılılar ise aynı işe “politika”
demektedirler.
Politika, Lâtince “çok yüzlülük” demektir. Yani Batılı zihinde
toplumun idare edilmesi, yalan ve kandırma ile ilişkilendirilmiştir. Kullanılan
kelimelerin anlamları üzerinden hareket ettiğimizde, Batılı devlet yöneticilerinin
bize karşı neden hep ikiyüzlü davrandıklarını anlamak daha kolay hâle gelir. Bu
bakış açısını büyüklerimizi ifade etmek için kullandığımız “ihtiyar” ve “yaşlı”
kelimelerine de uyguladığımızda, aşağıdaki gibi bir sonuca ulaşırız.
Biz, dilimizi ve ahlâkımızı bozmadan önce büyüklerimize “ihtiyar” derdik. “İhtiyar”
kelimesinin lügât anlamı “seçilmiş” demektir.
Savaşların ve salgın hastalıkların insanları erken yaşta bu dünyadan aldığı
dönemlerde ihtiyar olmak, bazı özellikleri ile “seçilmiş ve uzunca bir süre
hayatta kalmayı hak etmiş insan olmak” anlamına geliyordu.
İhtiyarlık, güzel âdetlerin ve faydalı bilgilerin yeni nesillere
taşınması görevini de tazammun ediyordu. Bu sebeple, geleneğimizde ihtiyarlara
büyük bir saygı gösteriliyor, onların hayır duâlarını almak için insanlar özel
çaba harcıyorlardı. Herkes onlara gerekli saygıyı gösteriyor, bir müşkül ile karşılaştığında
onlardan akıl alıyordu. Ortaya çıkan ihtilâflar ihtiyarların hakemliğinde çözülüyor,
onların tecrübeleri sayesinde toplumda huzur, saygı ve sevgi hâkim oluyordu.
Onlar sayesinde boşanmalar bugünkü kadar çok olmuyor, onlar sayesinde kötü
alışkanlıklar toplumda yaygınlaşamıyordu. Onların taşıdıkları ahlâkî erdemler
sayesinde kimse kapısını kilitlemek zorunda kalmıyordu. Kapılar açık olduğu hâlde,
bugünkü kadar hırsızlık da olmuyordu.
İhtiyarlarımıza “yaşlı” demeye
başladığımız günden bu yana, onlar hakkındaki algılarımız büyük bir değişime
uğradı. Öncelikle onları kendilerinden faydalanılacak tecrübeli insanlar olarak
görmekten vazgeçtik. Hattâ onları geçmişin köhne zihniyetinin taşıyıcıları
olarak gördük. Asırları aşarak gelen saygı, yerini bir çeşit aymazlığa, daha
sonra da antipatiye bıraktı. Artık onlar, bizim için birer yüktü!
“Çocuklarımıza bakmak yetmiyormuş gibi, elden ayaktan, güçten
düşmüş insanlara bakmak zorunda kalmak ne kötü bir şey!” diye düşünmeye
başladık. “Huzurevi” adında “yaşlı toplama kampları” yaptık
ve onları bir araya getirerek ölüme terk ettik. Onlar ise kendi elleriyle
büyüttükleri çocuklarını görmekten men edilmiş mahkûmlar gibi hasretle
yaşamaya başladılar. Her gün bir arkadaşlarının ölümüne şâhit olan bu
insanların rûhî durumlarını varın, siz düşünün!
Onlara “yaşlı” dediğimiz günden bu yana, ihtiyarlarımızı yeterince
yaşamış, işlevini görmüş ve artık bu dünyadan çekip gitme zamanı gelmiş
insanlar olarak gördük. Aslında onlara “yaşlı” derken, zımnen “gözü yaşlı” ve “altı yaşlı” demiş olduk. Özel
bir huzurevinde altını ıslatan yaşlıların aynı odaya toplanıp diğerlerinden
tecrit edildiğini gördüğümde, işi nerelere kadar götürdüğümüzü kendi gözlerimle
gördüm!
İhtiyarlarımıza “yaşlı” değimiz günden sonra, onlar evlât hasreti
ile yanıp tutuşan kendilerine revâ görülmüş bu terk edilmişliğe dayanamayan
gözü yaşlı insanlar hâline geldiler.
Evet, artık onlar bizim için gözü̈ ve altı yaşlı insanlardı ve bir
an önce aramızdan çekip gitmeliydiler. Bir yeni dönemde yaşı ilerlemiş insana
ve onlara revâ görülene, bir de geçmişte “ihtiyar” denilen insanlara gösterilen
saygı ve ihtirama bakın.
Gençler, yaşınız ilerlediğinde hangisi olmak istersiniz? Eski
zamanlardaki gibi itibar edilen ve saygı duyulan bir “ihtiyar” mı, yoksa çocukları tarafından “yaşlı toplama
kampı”na terk edilmiş birer “yaşlı” mı? Hangisini olmak isterseniz,
ebeveyninize öyle davranın!