“İLK uygulanacak
aşılar kusurlu olabilir ve herkes için faydalı olmayabilir…”
Bunu
söyleyen ben değilim. Bu açıklama, İngiltere Aşı Görev Gücü Başkanı Kate
Bingham’a ait. Ve açıklamanın geldiği ülke, şu anda ürettiği aşının birçok
ülkede iki ve üçüncü aşama klinik deneylerini yürütmekte. Demem o ki, aşının
öyle hemen üretilmesi, elimize ulaşması ve “Haydi yaptıralım!” işleri kolay bir
süreç değil.
E
hani tüm dünya insanları aşıya bel bağlamıştı?
“Zaten
kimseyle görüşmüyoruz; kardeşimizle, ana babamızla da mı görüşmeyelim? Onlar
zaten bizden” diyenler için yazdım bu yazıyı...
Zira
böyle dediğiniz anda “1-0” yenik başladınız savaşa, tebrikler(!)…
Yakınlarınızda
hastalık olmayabilir, ya siz taşıyıcı olarak götürürseniz? Bunun vebâli zor
olsa gerek…
Yeniden
hanımların pastalı börekli gün partilerine döndüğü duyumlarını aldığım zaman
hayretler içerisinde kalıyorum. Balkonda mesafeli oturuluyormuş. “Oturalım
bakalım” diyenler için yazdım bu yazıyı...
Madem
bir araya gelmekten kaçınmayanlarımız var, en azından Sayın Bakanımızın önceki
günlerde yapmış olduğu açıklamalarda aile içi bulaşların arttığının altını
çizerek, evin içinde toplanıldığında, “Bir
evin içinde en fazla on kişi!” (hattâ on kişi bile fazla) uyarısını dikkate
almalı.
İlk
zamanlar bu virüse dair bilinmezlik oranı yüksek olduğundan, Covid-19 geçiren
kişiye bir daha virüs bulaşmayacağı gibi bir algı vardı. Oysa zamanla görüldü
ki, Covid-19’a yakalandıktan sonra iyileşen hastaların kazandığı bağışıklık,
aylar içerisinde yok olabiliyor. Böylece güvenlik zincirinin halkalarından biri
daha eksilmiş oldu. İhtiyacımız olan, zincirin en önemli üç halkasına, “maske,
mesafe, hijyen” kurallarına maksimum ölçüde riayet etmek.
Ülkemizde
ve tüm dünyada Koronavirüs vaka sayılarına her gün ciddî sayılarda yenileri
eklenmekte. 28 Ekim’de Sağlık Bakanımızın Bilim Kurulu sonrası yaptığı açıklama
oldukça düşündürücü. Tedbir anlamında toplu ulaşım, esnek mesai saatleri ve
evden çalışma yöntemi, dikkat çeken konu başlıkları idi. Salgının başından beri
sürekli çağrıda bulunduğu konu ise şu: “Mecburiyetiniz
yoksa dışarı çıkmayın!”
En
korkulan kısım, özellikle İstanbul olmak üzere, salgının hızı kesilemez ise baş
edilebilir olmaktan da çıkması. “Eyvah!” diyenler olmuştur. Peki, “Bireysel olarak bu kararlara ne kadar katkı
sağlayabiliriz?” dedik mi?
Demediysek,
başa taşıdığım haberden sonra diyeceğimizi umuyorum. Çünkü hiç kimse zekâsını,
bırakın kaybetmeyi, azalmasını bile istemez.
Imperial
Collage London, Cambridge Üniversitesi, King’s College London ve Chicago
Üniversitesinden bilim insanları tarafından yapılan araştırmada, Koronavirüsün
beyinde oluşturduğu hasarlar incelendi. Araştırma sonucunda, “Covid-19 olan bireyler, ayrıntılı yaş ve
demografik profilleri göz önüne alındığında, birden fazla alanda bilişsel
testlerde beklenenden daha kötü performans gösteriyor. Beyin sağlığında yaşanan
gerileme, hastalığın ne kadar ağır geçtiğiyle orantılı” denildi.
Koronavirüsü
atlatan 84 bin 285 kişiye yapılan zekâ testi sonucunda, hastalığı en ağır atlatanların
IQ’larında yaklaşık 8 buçuk puanlık bir düşüş görüldüğü kaydedilmiş ve araştırmayı
yöneten Imperial Collage London’da görevli Dr. Adam Hampshire, Covid-19’u yenen
hastaların beyinlerinin 10 yıl yaşlandığını ve bazılarının IQ seviyelerinin
düştüğünü gözlemlediklerini ifade etmiş.
Bu
araştırmayı ilk okuduğumda şunu düşündüm: “Koronavirüsü birileri el emeği göz
nuru üretmişse eğer, öncelikle -belli ki- bu araştırma için düşündükleri
yeterli vaka sayısına ulaşmışlar. ‘Artık bakalım insanların hangi organında ne
kadar hasar yapıyor?’ deme zamanı gelmiş. Ya da hastalığın hangi aşamasında
kimlere, hangi yaş grubuna, kadın veya erkek hangisine ne kadar etki
edebildikleri meselâ…”
Bunun
üzerine kendi kendime, “Bu aralar çok mu bilimkurgu filmi izledim?” diye
sordum…
Problem
kimde, nerede?
Sağlık
Bakanımızın Bilim Kurulu toplantısı sonrası açıklamalarında vurgulamış olduğu
diğer bir konu, Koronavirüs ile mücadele noktasında an itibarıyla sağlık
hizmetlerinde sistemin tıkanmasına yol açacak bir durumun olmadığı idi.
Cumhurbaşkanımızın
“Hayâlim” diyerek yola çıktığı, gerek İstanbul’da, gerekse tüm Türkiye’de
hizmete sunulan sağlık yatırımları nedeniyle yatak sıkıntısı olmuyor, olmayacak
da inşallah.
Öyleyse
sıkıntı ne?
Gerçek
şu ki, Atatürk’ün emanet edilmeyi istediği hekimlerimiz, Covid-19 ile
mücadelenin başaktörleri. Bunun sonucu olarak, artan her rakamın yükünü omzunda
hisseden sağlık çalışanları artık yorgunlar. Vaka sayılarının artması nedeniyle
izinleri iptal edildi. Kimilerinin emeklilikleri ertelendi.
Bunun
sorumlusunu aramaya gerek yok. Topu hemen Hükûmet’in kucağına bırakmaya
çalışanlara gelsin bu soru: Sorumlular, kural tanımayarak kendini kahraman
zannedenler, maskeyi kolunda gezintiye çıkaranlar, uyarıda bulunarak görevini
yapmaya çalışan polisimize “Size ne?!” diyenler, mesafe kavramını hiçe sayanlar
değil mi problemin kaynağı?
Oysa
kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla bu ülkenin, her bir ferdine daha çok
ihtiyacı var. Hele ülkemize farklı kollardan saldırılar varken…
Cumhuriyetimizin
kuruluşunun 97’nci yılındayız. 2023 hedeflerine sadece üç yıl kaldı. Bu
durumdan rahatsız olanların tüm engelleme çalışmalarına rağmen, birlik
beraberlik içinde kararlılıkla yoluna devam eden bir Türkiye var.
Yeni
yaşın hayırlı uğurlu olsun Büyük Türkiye’m!