ŞAİR ve bestekâr Ayşe
İhsan Raif Hanım, 1877 yılında, Beyrut’ta doğmuştur. Çerkez kökenli Servet
Hanım ve ünlü devlet adamı Köse Mehmet Raif Paşa’nın büyük kızıdır. Kardeşleri ise
Fatma Belkıs Erişken, bir kaza sonucu ölen Süleyman Suat, Türk Derneği’nin
kurucu üyesi Mehmet Fuat Köseamir, Büyükelçi Ethem Ragıp Köseamir, Dışişleri
memuru Abdullatif Nihat Köseamir’dir.
Türkiye’nin
ilk kadın şairi olan İhsan Raif, hece veznini ve Halk Edebiyatı’nın nazım
biçimini kullanmıştır. Küçük yaşlarından itibaren seçkin ve değerli hocalardan
iyi bir eğitim almıştır. Mithat Paşa’nın yetiştirdiği, Sultan Abdülhamit’in
kendisinden pek hoşlanmadığı ve çekindiği için sık sık taşra görevlerine tayin
ettiği babası, oğullarını eğitim için Avrupa’ya yollamıştır. Kendisi ile sıkça
yer değiştirmek zorunda kalan kızlarının eğitimini ise gittiği yerlerde özel
hocalardan almalarını sağlamıştır. İhsan Raif, Adana’da Danyal Efendi’den ders
aldığı sıralarda, Ermenilerden oluşan kalabalık bir dost çevresi edinmiştir.
Tevfik
Lami Bey’den Türk ve Batı müziği ve de piyano dersleri almıştır. Aile çevresi
de eğitimine katkı sağlamıştır. Ağabeyi Mehmet Fuat Bey, Milli Edebiyat akımını
hazırlayan dilcilerdendir. Ünlü yazar Halit Ziya Uşaklıgil ise eniştesidir.
Aile dostları şair-feylesof Rıza Tevfik (Bölükbaşı) da İhsan Hanım’ın eğitimine
katkıda bulunmuştur. Her ne kadar bu hocasından etkilendiği söylenmişse de,
Rıza Tevfik ile tanışmadan önce ilk şiirlerini II. Meşrutiyet’in ilanı ile
birlikte sayıları artan kadın dergilerinden biri olan “Mehasin”de yayınlamaya başlamıştır.
Fikir
hayatı
1908’de
Meşrutiyet’in ilan edilmesi ile birlikte oluşan özgürlük ortamı, kadınların bir
araya gelerek taleplerini dile getirmelerine vesile olmuştur. Ateşli bir kadın
hakları savunucusu olmuştur İhsan Raif. Kadınlar için üniversite açılmasını
savunanlar arasında yer almıştır. Balkan Savaşı sırasında Hilal-i Ahmer
(Kızılay) için şiirler yazmıştır. Yardım sağlamak, gönüllü toplamak ve eğitime
katkıda bulunmak için kurulan Müdafa-i Milliye Cemiyeti’nin hanımlar heyetinde
çalışmış, toplantılara katılmıştır.
Balkan
yenilgisinden sonra “Müdafa-i Hukuk Derneği’nin düzenlediği büyük mitingde
Fatma Aliye ve Halide Edip ile birlikte kürsüye çıkıp şiir okuyan hanımlar
arasında yer almış, vatanperver şiirler okumuştur. 1912 yılında şiirlerinden
bazıları, yeni yetenekleri destekleyen kadın şair ve yazarlara yer veren “Rubap”
dergisinde “İ.R.” imzası ile yayımlanmıştır. Bu şiirler vasıtası ile üçüncü eşi
olacak olan derginin yayın yönetmeni Şehabettin Süleyman ile tanışır.
Mehasin
ve Rubap dergilerinde yayımlanan şiirlerini “Gözyaşları” adlı kitapta toplar. “Gözyaşları”;
Feryatlar, Yeisler, Garip Demler ve de Sevdalar başlıklı dört bölümden oluşur.
Yine aynı yıllarda yazmaya başladığı “Yedi Dağın Gülleri” adlı kitabı ise
vefatı dolayısıyla yarım kalmıştır.
Başından
geçen dört evliliğinden ilki, babasının zorlaması ile Mehmet Ali Bora ile
gerçekleşmiş ve 15 yıl sürmüştür. Bu evliliğinden Ahmet Hikmet, Hatice Mehruba (Atay)
ve Mehmet Akif isimlerini verdiği üç çocuğu olmuştur. Hiç sevemediği ve
kendisinden çok büyük olan eşine karşı aşk ve nefret duygularının hepsini
şiirlerine yansıtmıştır: “Sabreyle Ali! Bir gün ölüp mat olacaksın./ Ölsen dahi
lanet ile yad olacaksın…”
Gurbet
Mehmet
Ali Bora’dan boşanıp iki yıl gibi kısa bir süre devam edecek ikinci evliliği de
sona erince, üçüncü evliliğini -hep aklına takılı kalan- Rubap dergisinin
yönetmeni ve dönemin ünlü yazarı Şehabettin Süleyman ile yapmıştır. Aşk ve
muhabbetle süren evliliği, hastalığı nedeni ile dağ kürü için gittikleri
İsviçre’de Şehabettin’in İspanyol gribine yakalanarak üç gün içinde ölmesi sonucu
sonlanmıştır.
Daha
sonra İsviçre’de merhum eşi ile de tanışmış olan, sonradan Müslümanlığı kabul
etmeyi kabul ederek adını Hüsrev olarak değiştiren Bel adındaki Strazburglu bir
şairle dördüncü evliliğini yapmıştır. Pek tasvip görmeyen bu evliliği, yazdığı
şiirler ve yaptığı bestelerden çok, hakkında çıkan dedikodular ile kendisini
üzmüştür.
Türkiye’ye
dönmeyerek İsviçre’de yaşamaya devam eder çift. Belçika ve Fransa gibi birçok
Avrupa ülkesini dolaşırlar. Son yolculuk ise, tedavi için gidilen Paris’edir.
Orada geçirdiği apandisit ameliyatı sırasında, 49 yaşında iken -1926- hayatını
kaybeder İhsan Raif Hanım. Cenazesi, vasiyeti üzerine İstanbul’a getirilir ve
Rumelihisarı Kabristanı’na defnedilir.
Ardından…
Ölümünden
sonra İstanbul gazetelerinde şiir ve bestelerindeki başarılarından bahsedilir. “Servet-i
Fünun”da yayınlanan bir yazıda, “Hece ölçüsü şimdiki gelişme çizgisinde
değilken, bununla ateşli şiirler söyleyen ilk Türk kadın şairi İhsan Raif Hanım
akıllarda yaşayacaktır” değerlendirmesi, şairin şiirde ne denli öncü konumda
olduğunu vurgular.
Sadece
şair değil, aynı zamanda şiirlerini besteleyerek piyano başına geçip
seslendiren bir bestekâr da olmuştur. Güfte ve bestesi kendisine ait 19 eseri
bilinmektedir. Ayrıca başkalarının bestelediği manzumeleri de vardır. O dönem
şairlerinin çoğu, eserleri seslendirildiği halde Latin alfabesine
aktarılmadığından kaybolmuştur.
İhsan
Raif’in yayımlanmış ve yayımlanmamış tüm eserleri, ancak 2001 yılında, Cemil
Öztürk’ün hazırladığı bir çalışma ile edebiyata kazandırılmıştır.
“Kimseye
etmem şikâyet, ağlarım ben halime./ Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime./
Perde-i nisyan çekilmiş, korkarım ikbalime./ Titrerim mücrim gibi baktıkça
istikbalime” dizeleri, en çok seslendirilen bestelerindendir.
Bu Sevdadan Geçersin
“Niçin
beni yan bakışla süzersin?/ Sözlerime neden dudak bükersin?/ Bugün sever, yarın
belki üzersin;/ Gel üzülme, bu sevdadan geçersin./ Sevsen de hoş, sevmesen de
sen beni./ Ben vahşiyim, hiç sevdirtmem kendimi;/ Bu halimle incitirim ben seni./
İncinmeden bu sevdadan geçersin./ Bülbül gibi âşık olma her güle;/ Vefasızdır,
gül inanmaz bülbüle./ Çünkü şakır lalelere, sünbüle./ Sünbül gibi aşkın solar,
geçersin.”
Gel Gidelim
“Gün
kavuştu, su karardı, beni üzme güzelim./ Boynun bükük düşünme, gel, ver elini
gidelim./ Kara, gümrah kirpiklerini kaldır, gözün göreyim;/ Ver elini, bak aşkına,
işte şahit yüreğim./ Benim için her bir sözün kıymetlidir inciden./ Gözyaşların
akıtma gel, odur gönlüm inciten./ Çiçeklerden taç öreyim, küçük güzel başına;/ Tel
takılmaz altın gibi parıldayan saçına./ Yaseminle hanımeli olur gelin askısı,/ O
kabarmış sineciğin başım olur baskısı./ Rüzgâr okşar başımızı, güller bizi mest
eder;/ Bülbül şakır, su şarıldar, neşe gelir, gam gider./ Bulutların arasından
ışık verir ay bize,/ Yemin edip aşkımıza bakışırız göz göze./ Ormanlıkta gönlümüzü
birbirine bağlarız,/ Saadetin kemaline doya doya ağlarız./ Aşk kâfidir, ver
elini, düşünme, gel gidelim.”
Genç Günler
“Ey
genç, kani gibi kaynayan pınar!/ Ey altına yatıp kaldığım çınar!/ Söyledikçe hâlâ
yüreğim oynar,/ Gölgende okudum kitab-ı aşkı./ Ey kumrulu bahçem, sünbüllü bağım!/
Ey bülbüllü derem, mineli dağım!/ Sizinle geçti en güzel cağım,/ Orada dinledim
rubab-ı aşkı./ Muhabbet bağında kendimden geçtim,/ Ateşler içinde bir lale seçtim./
Yandı yürecigim, kanarak içtim/ Kızıl dudağından serab-ı aşkı.”