
BÜROKRASİ mevzubahis edildiğinde yazılacak o kadar çok şey var ki, insan nereden başlayacağını şaşırıyor. Ancak ben bu yazıda, bürokrasinin en temel özelliği olan, “işe karşı direnç” konusundan bahsederek başlamak istiyorum.
Çok enteresandır, bürokratların yani memurların en temel özelliği, iş yapmadan, sabahtan akşama kadar oturma isteğidir. Bu sebeple önlerine herhangi bir iş geldiğinde onu yapmamak için binbir çeşit mazeret ileri sürer ve elden geldiğince savsaklarlar. Buna en enteresan misâllerden biri, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın temel atmama törenidir. Böyle bir insan, böyle bir örnek, belki yeryüzünde başka yoktur. Önceki belediyenin hazırladığı bir projeyi yapmamak için binbir türlü bahane edinmiş ve tören yapmaktan da vazgeçmeyerek “temel atmama töreni” gerçekleştirmiştir. Ve insanların önemli bir kısmı da bu adamı yeniden belediye başkanı seçmek için oy vermiştir.
Kendi çalıştığım yerden bir misâl daha vermek istiyorum…
Ne zaman idarecisi olduğum bir birimde yeni bir iş için arkadaşlarımla istişare etsem, neredeyse tamamına yakını o işi yapmamak için binbir çeşit bahane sürerlerdi. Neyse ki karar verici bendim ve bu yüzden de yapılmasını emrettikten sonra o işi benimseterek onlara şunu söylüyordum: “Arkadaşlar, önerdiğim bu işin yapılmaması için gösterdiğiniz direncin onda birini yapmak için sarf etseniz bu iş daha kolay olacak. Öyleyse neden enerjinizi iş yapmama esası üzerine harcıyorsunuz? Zaten bir enerji harcıyorsunuz, hiç olmazsa onun da birini yapmaya harcayın da sonuçta bir iş yapmış olasınız…”
Üst düzey devlet bürokrasisine gelince…
Bugün geldiğimiz yer itibariyle en önemli problem, akraba bağları ve soy sop ilişkileridir. Bu problemin sadece bugünkü iktidar için var olduğunu zannetmeyin, geçmişte de aynı şeyler geçerliydi lâkin biz iktidara yanaşamadığımız için böyle olduklarını bilmiyorduk. Daha doğrusu, bu işlerin böyle olduğunu bilmiyorduk. Ne zaman ki bizim arkadaşlarımız da aynı yerlere geldiler, baktılar ki işin tabiatı böyle ve onlar da bu tabiata uğradılar.
Aslında işin tabiatı böyle değil. Türkiye’de uygulanagelen ve doğalmış gibi algılanan bu biçim nedeniyle bir yerlerde bir yönetici/idareci/eleman lâzım olduğunda oraya tanıdık veya akrabayı yerleştirmek istenir oldu. Halk bunu bu şekilde görür oldu.
14 sene belediyede başkan yardımcısı seviyesinde görev aldım ve neredeyse her gün en az birkaç kişi bir tanıdığını, akrabasını işe sokmak için ya da onların işe ihtiyacını gidermek için bana gelirlerdi. Abartmadan söylüyorum, 14 yıl boyunca akrabası yahut köylüsü olmayan biri için bana sadece iki kişi geldi. Onlar da aynı adam için geldiler ve bana dediler ki, “Bu delikanlı işinin ehli, şehirler arası otobüslerde çalışıyor; biz bunu evlendirmek istiyoruz ama uzun yola gittiği için kız bulamıyoruz. Eğer belediyeye alırsanız biz bu delikanlıyı evlendireceğiz”. Ben de o günlerde bir otobüs şoförüne ihtiyaç duyduğumuz için onun göreve aldırılmasını başkalarından rica etmiştim.
Bir büyük iktidar olduğunda, önce iktidarda var olan düşünceye sahip insanların idarede bulunması gerektiği düşüncesi başlangıçta tezahür etse de kısa bir süre sonra bazı insanların akrabalık ilişkilerine dayanan eğilimleri kendini gösteriyor. Hazreti Osman bile Halife olduğunda devlet yönetimine akrabalarını yerleştirdi ve sonunda da ahali ayaklandı. Buradan hareketle düşünülebilir ki, ne zaman bürokraside akrabalık ilişkileri liyakat ve ehliyetten önce geçmeye başlamışsa, artık orada yöneticilerin iktidardan uzaklaşması yaklaşmış demektir.
Bürokraside görevden alınmış insanların daha alt görevlere verilmemesi sebebiyle ortaya çıkan ve halk arasında “kızak” diye tabir edilen durum, tüm zamanlar boyunca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en önemli problemlerinden biri olmuştur.
Bizden olmayanların bürokratik iktidarı
Memlekette fazla bilinmeyen bir durum da şu: Osmanlı’yı yıkan güçler, iyimser bir dille ifade edecek olursak, Cumhuriyet’in kurulmasına bazı şartlarda rıza gösterdiler ve adeta devlet yönetimini halk arasında gizlenen azınlıklara emanet ettiler. Uzun yıllar bu hâllerinden haberimiz olmadan aramızda yaşadılar. Sonra anladık ki, devlet bürokrasisinde, özellikle üst bürokraside, çok organize bir biçimde, kökeni gayrimüslimlere dayanan, Türk dışı unsurlara uzanan bir yapı var. Bu yapı her zaman varlığını korudu. Bazen çok aşikâr biçimde İslâm düşmanlığı yaptılar, bazen de Müslüman ve Türk görünümüne bürünerek varlıklarını sürdürdüler. Daima emperyalistlerin istekleri doğrultusunda hayatlarını sürdürdüler. Memlekette her 10 yılda bir nasıl darbe oldu zannediyorsunuz? Onların eliyle!
FETÖ’nün de üst kadrosunun önemli bir kısmının bu gayrimüslimlerce oluşturulduğunu, Türk dışı unsurlara dayandığını söylesem bir kısmınız şaşıracaktır elbette, ama hakikat bu maalesef.
Türkiye’de bürokrasinin en önemli problemlerinden biri de düşünme alışkanlığının olmayışıdır. Bu memlekette zımnen tefekkür yasaklanmıştır. Görev yaptığım devlet kurumlarının hiçbirinde emrimde çalışanlar yeni bir projeyle bana gelmediler; hatta yaptıkları işleri bir adım öteye götürmek akıllarının ucundan bile geçmedi. Bekledim ki, çalıştıkları alanlarla ilgili olarak kendileri düşünsünler ve yeni bir şeyi benimle paylaşsınlar. Ama maalesef öyle olmadı. Bugün de bu durum devam ediyor. Yeni bir düşünceyle gelmedikleri gibi, giriş kısmından anlaşılacağı üzere yeni fikirlere engel olmak için ellerinden geleni de yapıyor, engeller çıkarıyorlar. Hani TRT 1’de yayınlanan “Seksenler” adlı dizide babanın ikide bir çocuklarına “İcat çıkarma” demesi gibi… Memleketteki bürokrat zihni ve bilinçaltı, hiç de hoş olmayan bu söze terk edilmiş adeta.
Bürokrasideki bir başka problem de, herhangi biri bir idarî kadroya ve göreve getirildiğinde, o kimsenin birdenbire kendisini allâme, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten biri gibi hisseder olmasıdır. Elbette çevresindekilerin de bunda payı var; çünkü kişi bir makama gelir gelmez, etrafında bir çuval şakşakçı belirir ve etrafını çevirerek iş yapamaz hâle getirir. Hâlbuki insanlar herhangi bir idarî göreve geldiklerinde aslında birdenbire bir şey olmuyorlar; eskiden neyseler, kaç karat ediyorlarsa, bir yere idareci olarak geldiklerinde de o karat ediyorlar. Bunun önüne geçebilmenin yollarından biri, çok genç yaştaki insanlara üst düzey görev vermemektir. En az kırkını geçmiş insanların böyle yerlerde değerlendirilmesi daha faydalı olacaktır. Çünkü insanın kendisini en güçlü hissettiği yaş, 25 ile 40 yaş arasıdır.
Kızak
Bürokraside görevden alınmış insanların daha alt görevlere verilmemesi sebebiyle ortaya çıkan ve halk arasında “kızak” diye tabir edilen durum da başka bir konudur. Tüm zamanlar boyunca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en önemli problemlerinden biri bu “kızak” meselesi olmuştur.
Siyâsî iktidar değiştiğinde üst yönetici de değişiyor ve “eski” olarak kalan bürokrata alt birimlerde görev verilmediği için boşta kalıyor. O da bu durumu yeni yönetime yardımcı olacak şekilde danışmanlık ya da proje geliştirme gibi alanlarda değerlendireceğine, yerine geleni engelleyerek, yeni gelenin yaptıklarını çevreye kötüleyerek işlerine mânî olmakla geçiriyor. Bugün AK Parti’nin iktidara getirdiği ve üst düzey görevler verdiği pek çok insanın AK Parti’nin aleyhine çalıştığını ben bizzat biliyorum. Sanki kendilerinden başka iyi yöneticilik yapabilecek adam yokmuş gibi, mutlaka bir yere geldikten sonra o görevde sürekli kalmak istiyor ve kendilerinden sonra gelecek herkesi beceriksizlik ve başarısızlıkla itham ederek siyâsî iradeyi tenkit ediyorlar. Eğer yeniden göreve getirilirlerse, birdenbire o siyâsî liderlik yeniden iyi hâle geliyor onlar için.
Hâlbuki biz Müslüman insanlarız; bence yapacak çok işimiz var, madem üst düzeyde görevde bulunduktan sonra siyâsî irade bizi bir süreliğine görevden aldı, o hâlde biz de vakıflarda, derneklerde, sivil toplum örgütlerinde faaliyet yaparak alan bulabiliriz. Çünkü geçim derdi yok bu insanların. Gurur ve kibir yapmaksızın, kendi işleriyle ilgili tefekkür ederek yeni projeler geliştirmeli ve kendi yerlerinde bulunan insanlara bu projeleri takdim etmeliler. Onlar bu projeleri hayata geçirseler de, geçirmeseler de buna devam etmeliler. Diyelim ki hayata geçirmiyor, kabul de etmiyorlar, gelecekte yeniden bu veya benzeri bir seviyede görev alınırsa, hızla hazırdaki bu projeleri uygulayıverirler.
Son söz
Özellikle üst düzey bürokraside, bakanlık seviyelerinde, maalesef yukarıda bahsetmiş olduğumuz azınlıklara mensup insanların dış mihraklarla olan gayrimeşru ilişkileri ise bürokrasi alanındaki en önemli problemlerden biridir. Bunu engellemek gerçekten zor ve maalesef bu memlekette çok satılık adam var. Kendisini Müslüman ve Türk hissetmeyen, Batılılara, İngilizlere, Almanlara, Amerikalılara yakın o kadar çok insan var ki, bunlar gözlerini kırpmadan bu memlekete ihanet edebilirler.
Makalemi şöyle bitireyim: Gayr-i Türk ve gayr-i Müslim unsurlar, bürokrasiden temizlenmediği sürece -tespit etmek ve gereğini yapmak çok zor-, engelleyici bürokrasi her zaman varlığını devam ettirecek ve Türkiye’nin kalkınmasına, gelişmesine ve refaha kavuşmasına mânî olacaktır.