İdlib sonrası ne olacak sanıyorsunuz?

Anlaşılan bazıları, bütün ülkeye hâkim, ekonomisini, eğitimini ve insan haklarını geliştirmeye çalışan normal bir hükûmet var sanıyorlar. ABD niye “Rejimi değiştirmeyi düşünmüyoruz” diyor sizce? Çünkü ortada değiştirilecek bir rejim yok da ondan! Mevcût kalabalık Rusya Federasyonu’nun Suriye’deki askerî gücünün emrindeki bir bölük hükmünde. Bu mânâda, Türkiye bir bölük komutanıyla görüşmektense, bir tür genelkurmay başkanıyla görüşmeyi tercih ediyor. Yani Rusya ile…

BUGÜN “Şunu yapın, bunu yapmayın” diyenlerin ya İdlib sonrası bir öngörüleri olsa gerek yahut da hiçbir öngörüleri yok. Sadece lâf olsun, torba dolsun diye ağızlarını açıyorlar galiba.

“Lâf olsun, torba dolsun” diyenlere bir sözümüz yok. Durum ne olursa olsun, o arkadaşlar konuşacaklardır. O tür insanların anladığım kadarıyla varoluş sebepleri, her durumda sadece konuşmaktır.

Peki, öngörüsü olan veya olması beklenen şahısların öngörüleri ne olabilir?

Hem bugünkü önerilerinden yola çıkarak onların öngörülerini, hem de kendi öngörülerimizi arz edelim...

***

Şöyle bir düşünelim: İdlib sonrası acaba neler olabilir, neler olacak?

Kendi öngörülerimizden önce, bugün, “Suriye’de olmayalım. Esed’le görüşelim. S-400 almayalım” gibi önerilerde bulunanların öngörülerini konuşalım…

Sanırım onlarınki şu şekilde olsa gerek: Hâfızası ve yaşı müsait olanlar hatırlayacaklardır, Kuzey Irak’ta bir zamanlar PKK terörü bu kadar güçlü ve yerleşmiş değildi. Ne zaman yerleşti? ABD’nin ilk Irak harekâtından sonra... “Çekiş Güç” denilen yapı, terör örgütünün yerleşmesini ve Irak’ın kuzeyinin ayrılmasını sağlamak üzere çalışmalar yaptı ve sonuçta başarıyla görevini tamamladı. Eğer daha uzun kalsaydı, sanırım Suriye’nin kuzeyini de aynı şekilde hâlledecekti.

Çekiç Güç olmayınca, ABD aynı misyonu Irak’taki yapıları aracılığıyla gerçekleştirmeye başladı ve binlerce kamyonla silahları terör örgütüne taşıdı (taşımaya devam ediyor).

Böyle bir durumda bize dışarıdan gelecek saldırılardan korunmamızda kullanmak üzere almak istediğimiz Patriot füzelerini ABD bize satar mı?

Sorumuzu bir başka şekilde soralım: ABD’nin bize Patriot füzeleri vermemesinin sebebi ne olabilir?

***

Peki, Türkiye’ye “Kendisiyle mutlaka görüşmeniz lâzım” denen Suriye Hükûmeti, ABD’nin Suriye topraklarındaki bir terör örgütüne bu kadar silah vermesini niçin önleyemiyor? ABD’nin Suriye’de bilmem kaç tane askerî üssü var. Bunları Suriye Hükûmeti’nden izin alarak mı kurdu, yoksa ona rağmen mi?

O hâlde Türkiye bu sözde hükûmetle neyi konuşacak? “Terör örgütlerine sahip çık” mı diyecek? Cevaben Suriye Hükûmeti’nin, “Suriye’deki terör örgütlerinin Türkiye’ye zarar vermesini yasaklıyorum” diyebileceğini mi sanıyoruz?

Anlaşılan bazıları, bütün ülkeye hâkim, ekonomisini, eğitimini ve insan haklarını geliştirmeye çalışan normal bir hükûmet var sanıyorlar. ABD niye “Rejimi değiştirmeyi düşünmüyoruz” diyor sizce? Çünkü ortada değiştirilecek bir rejim yok da ondan! Mevcût kalabalık Rusya Federasyonu’nun Suriye’deki askerî gücünün emrindeki bir bölük hükmünde. Bu mânâda, Türkiye bir bölük komutanıyla görüşmektense, bir tür genelkurmay başkanıyla görüşmeyi tercih ediyor. Yani Rusya ile…

Bütün bunlar, bu kesimin öngörülerinin şu şekilde olduğunu anlatıyor: “Suriye’de olsak da, olmasak da hiçbir şey değiştiremeyiz. Bizim dünya devletleri arasındaki yerimiz, Suriye’deki sözde hükûmetin bulunduğu yerdir. Biz ancak onlarla görüşelim, onlarla konuşalım. ABD, AB, Rusya Federasyonu gibi ülkelerin aralarındaki anlaşmalara göre bize verilecek yere râzı olalım. Özellikle de bir tarafın kanatları altında olalım ki diğer taraf bize zarar veremesin. Ama başka şeyler almak için bizi karşı tarafa vermeyi kabul ederlerse de âkıbetimize râzı olalım. Suriye’de de ne kadar uğraşırsak uğraşalım, efelendiğimizle kalırız. Hattâ bize onların da hesabını sorarlar, sonuç hüsran olur.”

Bu manzarayı geçen yüzyıldan hatırlıyoruz zaten. Utanç ve mahcubiyetle hatırlatmış oluyorum ki, böyle bir devlet politikamız vardı geçen yüzyılda. “Çocuklar, şöyle bir darbe yapın” diye talimatlar verilen, IMF memurlarının, “Şöyle bir kanun çıkarın, şöyle uygulamalar yapın, ekonominiz şöyle olsun” diyebildikleri günleri hatırlıyorum.

Dünyada böyle ülkelerin devri bitti mi? Türkiye’de bitti ama dünyada hâlâ devam ediyor. İşte Suriye!

Ama bizde de kendini öyle bir ülkenin vatandaşı sananlar yok değil. Onlar Fırat Kalkanı’nda da, Afrin’de de hüsran bekliyorlar, “boşa uğraşmak” sanıyorlardı. Onlar 15 Temmuz’daki darbe girişiminin de geçen yüzyıldaki gibi başarıyla sonuçlanacağını zannediyor ve karşı çıkmayı, mücadele etmeyi “boşa uğraşmak” sanıyorlardı.

***

Bizim öngörümüz ise şöyle:

Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı’nda olduğu gibi Allah’ın izniyle İdlib’de de harekât başarıyla tamamlanacak. Halep’i de kapsayan, Akdeniz’den Irak’a kadar bir koridor oluşturulacak. Dolayısıyla “terör koridoru” yerine bir “selâmet koridoru” oluşturularak hem Türkiye, hem de Suriyeli kardeşlerimizin selâmete çıkması sağlanacak.

ABD, Fransa, Rusya Federasyonu, Suriye Hükûmeti, PKK-YPG ve bilumum terör örgütleri, bu selâmet koridorunun ötesinde kalacaklar. Bu koridorda selâmete çıkmış insanlar, acılı günleri görmüş olmanın da etkisiyle öyle bir çalışacak ve gayret edecekler ki üretimde, sanatta ve eğitimde kısa zamanda kendilerini toplayıp refah dönemine geçecekler. Bunu gören diğer taraftaki Suriyeliler bu tarafa geçmeye çalışacaklar. Bugünkü Suriye yönetimi ise, darbeler ve terörle yaşamaya başlayacak, cinayet ve uyuşturucu gibi her türlü yanlışın yapıldığı, suçların işlendiği bir yer hâline gelecek.

İdlib sonrası gerek Türkiye’nin içerisinde, gerekse uluslararası ilişkilerinde önemli gelişmeler bekliyorum. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı, 15 Temmuz darbe girişimi, 17-25 Aralık darbe girişimi, ekonomiye yönelik darbe girişimleri gibi olaylardaki başarılar şimdiye kadar NATO, AB, ABD, Arap Birliği, Rusya Federasyonu ve Birleşmiş Milletler gibi yapılara rağmen elde edildi. Bu başarıları kazanmamız için dünyada hiçbir devletlerarası yapıdan destek görmedik.

Her mücadele esnasında yavaşladık ama sonrasında ise daha iyi şartlara ulaştık. Bugün Fransa, Rusya ve Arap Birliği’nin etkili ülkeleri Libya’da illegal yapılarla aynı safta ve Türkiye en güçlü pozisyonda ise, bu, Türkiye’ye karşı gayr-i meşrû işler peşinde olanların gelebildikleri acınası durumu göstermektedir.

Hele mülteci meselesi, şu karşımızdakilerin hâl-i perişanını gösteriyor. Bu bile gelecek neslimize bir övünç madalyasıdır! Onların nesillerinin kafasına kafasına bu madalyayı kakabilirler.

Hele bir düşünün, 25 Nilyon avroyu bile veremeyen, dünyanın kaçıncı büyük ekonomisi? Kucaktaki bebeklere, ekmekten başka yanında hiçbir şeyi olmayanlara şu AB üyesi ülkelerin güvenlik kuvvetlerinin gaz bombaları atmasına bakınız... Ömrümüz varmış da bunlara şâhit olacakmışız.

***

Askerî, ekonomik, siyâsî ve uluslararası ilişkiler gibi yönlerden âdeta aşılanmış ülkenin hem bu durumunu güçlendirmek, hem de İdlib sonrasına hazırlanmak her vatandaş ve her kuruluş yönünden akıllıca bir iş olur.

Daha güçlü olmak ve İdlib sonrasına hazırlanmak için şunları öneriyorum:

Hakkımızda iftira dolu probagandalardan azamî derecede korunmak için hızla bir uluslararası tanıtım yapmak üzere hepimiz atağa kalkmalıyız. Uluslararası ticaret kalemlerimizi hem arttırmalı, hem de dünyanın en ücra köşelerine ulaştırmalıyız.

Uluslararası örgütlerde daha çok göreve talip olmalıyız.

Uluslararası örgütlerin merkezlerini Türkiye’ye getirmek için çabalamalıyız.

Ürettiğimiz teknolojileri dünya pazarına sunmalıyız.

Özellikle İHA’ların askerî alanlar dışında da kullanılabilmesi için ar-ge faaliyetlerini yoğunlaştırmalıyız.

Özellikle askerî silah ve malzeme üreticilerimiz, dost ve kardeş ülkelere bunları ulaştırmanın yollarını aramalı. Çünkü koca koca devletlerin silahları, araçları ve yöntemleri bizimkilerin karşısında hiçbir işe yaramadı. O hâlde dünyanın alması gereken ürünler, bizim başarılı ürünlerimiz olmalı!

Tabiî en önemli hazırlık önerim, muhtemel yeni ve farklı siyâsî, ekonomik ve hattâ askerî saldırılara karşı yapılmalı.