İdlib kimin finali?

Türkiye artık düşmanı sınırda veya içeride beklemiyor; tüm gelişmiş ülkeler gibi sınıra gelmeden yatağında buluyor ve karşılıyor. Libya ve Suriye’de olmanın/kalmanın mantığı ve hakkı bu bağlamdadır. Türkiye’nin bu cesaretine anlam veremeyen muhalefet, “esaret” olmaması için onun başına “C” harfinin gelmesinin, aslında “cumhur”un “C”si olduğunu ve onun sistemi olan “Cumhurbaşkanlığı Sistemi”nin “C”si olduğunu görmüyor, görmek istemiyor.

TÜRKİYE’nin Suriye ile “Hatay” hâfızasında yatan “soğuk savaş” hep vardı. Fakat hiçbir dönemde “sıcak savaş”a dönüşmedi. Hattâ Baba Esad döneminde PKK’ya yardım ve yataklık döneminde bile bu sıcak temas yaşanmadı.

Türkiye ile Suriye arasında -bir ara- Oğul Esad döneminde “Soğuk savaşı da noktalayalım!” temasları oluştu. Ancak “Arap Baharı” sürecinin “Orta Doğu’da güncelleme” arka plânını iyi okuyan Türkiye, iki önemli konunun Suriye’de buluşacağını tespit etti: Birincisi, Doğu Akdeniz’deki gaz ve petrol kaynaklarının paylaşılması (Güney Kıbrıs-Avrupa hattı ile İsrail-Suud hattı şeklinde iki büyük akım aksı)… İkincisi, devrilmesi plânlanan Orta Doğu’daki tüm ülkelerin (Türkiye dâhil) hükûmetleri üzerinde yapılan plân içinde “istikrarsız Suriye” hesaplarının ilk ve ağır bedelini Türkiye’nin ödeyeceği gerçeği…

Bu iki plânın öznesinin ABD ve AB olduğunu biliyoruz. Ancak Orta Doğu’daki Rus ve İran gücünün etkisi, bu plânın o kadar iyi yürümeyeceğini hatırlatıyordu. Dolayısıyla ABD ve AB açısından Yemen’de Suud-İran Savaşı ve Suriye’de de Türkiye-Rus/İran Savaşı olması, Arap Baharı’ndan maksadı kolaylaştıracaktı.

Bu bağlamda Suud-İran plânı rayına oturdu. Suud, Yemen-Irak ve Suriye’de İran ile “vekâlet savaşı” yürütüyor. Türkiye ise Rus uçaklarının vurulması ve PKK’nın Suriye’ye kaydırılmasıyla oluşan ortamda plânlandığı gibi Rusya/İran ile savaşa itildi. Ancak Erdoğan’ın ve TSK’nın uyumla aldığı pozisyonla bu plân boşa çıkarıldı. Bugünlerde ABD ve AB’nin son umudu, “İdlib” görülüyor/gösteriliyor.

Bu arada ABD ve AB’nin Rusya’ya hitaben “Rusya’yı tehdit eden bütün radikal İslâmcılar Suriye’deler ve Türkiye arkasında!” şeklinde yürüttüğü taktik FETÖ eliyle işletilen “MİT tırları” operasyonuyla perçinlenirken, CHP üzerinden de işleyen “Esed’e isyan edenler bu radikal İslâmcılar!” temposu ise hem iç politikada, hem de dış politikada kullanıldı.

Yukarıdaki bağlam ve taktiklerin final hamlesinin İdlib ve çevresinde sonuçlanacağı biliniyor.

***

Neden İdlib?

Bu sorunun cevap kuluçkası, Suriye üzerinde hesap yapan tüm ülkelerin “final hareketi” ile ilişkili…

Örneğin Rusya, Suriye’de iki temel hedef gözetiyor: Rus yanlısı Rejim ve Rusya için tehlike görülen radikal milislerin Suriye içinde bir yolla imhası…

Bu iki hedef içinde İdlib, merkezî rol oynuyor.

Türkiye için nihâî hedef, Türkiye’yi tehdit edecek olan her türlü terör riskinin sınır boyunca bitirilmesi ve Suriye’nin rejiminin tehdit olmaktan çıkıp “Türkiye ile stratejik iş birliği yapan Yeni Suriye” olmasıdır. İdlib, bunun garantör bölgesidir.

ABD ve AB içinse esas olan, Doğu Akdeniz’deki gaz ve petrol yatağının içinde Türkiye’nin olmadığı bir denklem kurarak İsrail-Suud hattının (Mısır ile üçgen oluşturarak) merkeze inmesidir. Nitekim “Yüzyılın Barış Sözleşmesi” operasyonuyla Filistin konusunun da aradan çıkarılması, İsrail-Suud hattı için şart olmasındandır.

Türkiye ise bu oyunu Libya ile “deniz sınırı” anlaşması yaparak bozdu; en azından meşrû hamle ile zaman kazandı.

Dolayısıyla Libya’ya asker göndermekle Suriye içinde olunması arasındaki bağ, bu arka plân üzeredir.

***

Peki, Türkiye için İdlib merkezli duruş ne anlama gelmektedir?

Türkiye’ye, “İnsanî bedeli sen öde, ikinci göç dalgasını da sen al ve Suriye’den çekil! Gerisini ABD-Rusya anlaşmasına bırak!” propagandası yapılıyor. Bu saatten sonra bu mümkün olmadığına göre, geriye tek seçenek kalıyor: Savaş!

“Türkiye zaten Suriye’de terör ile savaşta” denilebilir. Bu doğru. Ancak “savaş” ile kastedilen, “resmî ve ülkeler arası savaş” anlamında…

Türkiye bunu istemediğini, ancak mecbur kalırsa bunu göze aldığının mesajını dünyaya duyuruyor.

Bu savaş olur mu?

Şahsî kanaatim, bunu ABD-AB ve Rusya/İran blokları da istemez! Çünkü bu ihtimâl, herkesin plânını bozar, konu başka bir ölçeğe çıkar!

***

Peki, İdlib merkezli yakın vadede ne olacak? Türkiye “Acil anayasa ve seçim!” temposu tutarak bu yolla Esed’in gideceğinin hesabını yaparken, Rusya ise bu ihtimâli erteleyerek Türkiye’yi uzun süre Suriye’de tutup ABD ile ilişkilerin iyice yara almasını plânlıyor. Çünkü PKK/PYD konusunu sıcak tutmak isteyecektir.

ABD ve AB konusuna gelince… Türkiye’yi göç dalgasında yorarak Hükûmet’i düşürecek süreç plânlaması içinde odaklanacak ve daha çok Doğu Akdeniz ekseninde yoğunlaşacak bu iki güç. Suriye’de yorulmuş veya zor durumda olan Türkiye, Doğu Akdeniz’de yarıştan kopar.

Demek ki, Suriye ve Libya, (sözde) Arap Baharı finalinin ikiz ekseni olarak final hamleler aşamasına geldi.

Türkiye artık düşmanı sınırda veya içeride beklemiyor; tüm gelişmiş ülkeler gibi sınıra gelmeden yatağında buluyor ve karşılıyor. Libya ve Suriye’de olmanın/kalmanın mantığı ve hakkı bu bağlamdadır.

Türkiye’nin bu cesaretine anlam veremeyen muhalefet, “esaret” olmaması için onun başına “C” harfinin gelmesinin, aslında “cumhur”un “C”si olduğunu ve onun sistemi olan “Cumhurbaşkanlığı Sistemi”nin “C”si olduğunu görmüyor, görmek istemiyor.

Libya ve Suriye’den çekilmek, “Erdoğan’sız Türkiye” getirmez ama  “Türkiye’siz” kalmak demektir. Kabul edilemez!