İdlib denklemi: Çatışma mı, savaş mı? (2)

Azimli ve kararlıyız. Çünkü biz, Hazreti Muhammed’in Şahs-ı Mânevîsi olan Mehmetçiklerden müteşekkil bir orduyuz. İran ve Rusya’nın gözlerinin içine baka baka, onların beslediği Esed’i de, ordusunu da, tahkimatını da İHA sürümüzle gümbür gümbür ezeceğiz! İran ve Rusya ikilisi de hiçbir şey olmuyormuş gibi bakacaklar.

GEÇEN haftaki yazımızı, “İdlib denklemi, çatışma ihtimâli ile değil de -Rusya’nın da dâhil olacağı- bir savaş ihtimâli ile çözülürse durum ne olur?” sorusu ile bitirmiştik.

Bu soruyu niye sormuştuk?

Çünkü geçtiğimiz hafta, Suriye Rejimininin Soçi Muhtırası sınırlarına çekilmesi için Türkiye tarafından verilen kritik sürenin dolmasına bir hafta kaldığını gösteren en gergin süreydi. Bu kritik hafta, çatışma ihtimâli kadar kuvvetli olmasa da içinde savaş ihtimâli de barındıran en netameli hafta idi.

Nitekim 27 Şubat akşamı, mübarek Regaib Kandili’nin idrak edildiği gecede, Rusya’nın yazıp Rejimin oynadığı bir çirkin tezgâh ile 33 Mehmetçiğimiz şehâdet ve 32 Mehmetçiğimiz de gazilik mâkâmına erişti.

Kandil gecesinde gerçekleştirilen bu maksatlı ve alçak saldırı, 83 milyonluk ülkede, istisnasız her ferdin sinesine 33 zehirli ok gibi saplandı. Kandil gecesinde iman tesbihinin ancak 33’lük “Subhan Allah” virdini tamamlayan 33 yiğit erimiz şehâdet şerbetini içerek O Şânı Yüceler Yücesinin izzetli dergâhına çekilirken, bu şehâdet haberi, Türk milletine acı ve öfke nöbetleri içinde uzun bir gece yaşattı.

Bu saldırının akabinde TSK, Rejim unsurlarına şimdiye kadar yapmadığı bir ağırlık ve genişlikteki karşı harekât ile cevap verirken, Devletin ilgili birimleri ise Başkan Erdoğan liderliğinde Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde altı saate yakın bir durum değerlendirme toplantısı icra etti.

Evet, 27 Şubat gecesi, Türk milletinin en uzun gecesiydi. Bu itibarla Külliye’deki toplantı da geceyi yararak, o gecenin sabahında sona erdi.

“Bu toplantıda neler konuşuldu ve hangi kararlar alındı?” sorusunun cevabını şu anda kesin bilmemiz zor; bu sorunun doğru cevabını yarın tarih verecektir. Ancak bu toplantıda A, B, ve C plânları içinde savaşın da yer aldığını söylemek kehanet sayılmaz. Devlet, hiç şüphe yok ki, içinde savaş seçeneğinin de olduğu pek çok ihtimâli masaya yatırmıştır.

Ancak masaya yatırılması pek muhtemel olan bu savaş seçeniğinin en son seçenek olduğuna da kuşku yoktur.

Devlet bizce o uzun gecede masadan, içinde savaş seçeneğini de barındıran kararlar alarak kalktı. Ancak devlet aklı, fertlerin aklı gibi çalışmaz. İnsanlar bu tip sınamalarda önce öfkelerini sahaya sürerler. Oysa devlet, önce akıl ve sağduyu ile hareket eder, öfke ve hesaplarını ise sonraya bırakır.

Devlet unutmaz, ancak acele de etmez. Fakat ne yapar eder, o hesabı bir gün muhakkak sorar.

***

Evet, Devlet o uzun gecede masadan, içinde savaş seçeneğinin de olduğu kararlar alarak kalktı. Bunun böyle olduğunu, o gece yeryüzünde en iyi bilen ülke Rusya idi. Sustu ve beklemeye başladı.

Suçüstü yakalandığı bu alçak saldırıyı üstlenmesi ve “Ben yaptım” demesi hâlinde kendisini bir savaşın içinde bulacağı çok açıktı. Ama inkâr ve tevil ederek bize işbirliği yaptığı Rejimi adres gösterdi.

Sanırım 33 Cennet mekân yiğidimizi kaybettiğimiz o gecede TSK’nın yaptığı bir şey gözden kaçtı. O alçak saldırının yapıldığı gecenin gündüzünde Türk ve Rus heyetleri Ankara’da hararetle İdlib görüşmesi yapıyorlardı. Bu görüşmede Türk tarafının sahada İHA ve SİHA kullanma talebini Rus tarafı kesin bir dille reddediyor ve muhtemelen aba altından sopa gösteriyordu.

İşte o uzun gecede TSK sahaya bir İHA ve SİHA sürüsü saldı. Bu tavır, masadaki muhatabına karşı açık bir “Her şeyi göze aldık, hodri meydan!” tavrıydı. Hattâ TSK o gece, sahaya sadece bu zamane ebabillerini salmadı, aynı zamanda bunların gagalarından bıraktıkları yakıcı taşları ve bu İlâhî taşların hangi başları kopardığını da sıcağı sıcağına servis etti.

Türk milleti o uzun ve acı gecede sabaha kadar ebabillerin imha ettiği fil ve askerleri izledi. Bu imhayı sadece Türk milleti izlemedi, Moskova, Tahran ve Şam Ebreheleri ile dünya da izledi.

***

Azimli ve kararlıyız. Çünkü biz, Hazreti Muhammed’in Şahs-ı Mânevîsi olan Mehmetçiklerden müteşekkil bir orduyuz. İran ve Rusya’nın gözlerinin içine baka baka, onların beslediği Esed’i de, ordusunu da, tahkimatını da İHA sürümüzle gümbür gümbür ezeceğiz!

İran ve Rusya ikilisi de hiçbir şey olmuyormuş gibi bakacaklar.

Çünkü zelil ve sahtekâr olanların aziz ve doğru olan karşısında yapacağı başka bir şey yoktur.

İHA ve SİHA’larımız TSK’nın savaş kabiliyetinin ne raddeye ulaştığını o gece dost düşman herkese gösterdi.

Dünyanın savaş ahlâkına mâlik yegâne ordusu olan TSK, öfke ve hıncını yüreğine gömerek vakur bir tavırla sadece savaş araçlarını ve savaşan unsurları vuruyor, sivillere ve çevreye bir zarar gelmemesi için azamî itina gösteriyordu. Kendini Peygamber ocağı olarak niteleyen bir ordudan başka ne beklenirdi ki?

Bana kalırsa, o uzun gecede toplantının uzamasından endişe eden Rusya, bir şekilde Devletimizin ilgili birimleriyle temas kurarak bu gerginliğin bir savaşa yol açmamasını temenni etmiştir. Çünkü böyle bir durumda Rusya’nın kaybı, bizim kaybımıza oranla çok daha büyük olurdu.

***

Rusya, 2008 Ağustos’unda minyatür bir devlet olan Gürcistan ile girdiği Güney Osetya Savaşı’nda bile belini doğrultamayacak bir ekonomik bilânço ile karşı karşıya kalmıştı. Rusya’nın Gürcistan’la yaptığı beş günlük o orantısız savaş bile, kendisine her bir günü 10 milyar dolara mâl olan bir fatura kesmişti. Kaldı ki Güney Osetya, Rusya’nın arka bahçesiydi ve üstelik ayrılıkçı Osetler de Rusya’nın yanında idiler.

Rusya’nın Suriye’de Türkiye ile savaşa girmesi demek, kendi Rusya Federasyonu’ndan olması demektir…

Malûm, SSCB’nin 1979’da Afganistan’ı işgal etmesi, Afganistan’la sınırdaş olması ve ikmâl konusundaki avantajına rağmen, bu hareket SSCB’nin dağılmasına mâl olmuş ve derin bir ekonomik kriz yaşatmıştı.

Rusya’nın şu anki ekonomik gücüyle ülkesinden fersah fersah uzaktaki Suriye’de Türkiye ile bir savaşı göze alması delilik olur. Türkiye’nin an itibarıyla ulaştığı askerî ve ekonomik güç, Rusya’yı diz çöktürecek bir güçtür. Konvansiyonel bir savaşta Rusya’nın Türkiye’yi yenmesi uzak ve baid bir hayâldir. Zaten Rusya da bu işin Gürcistan ve Ukrayna işleriyle bir olmadığının bilincindedir.

Siz bakmayın Rusya’nın iki eski sömürgesi karşısında küçük zaferler elde edip horozlanmasına, Türkiye dediğin, minareli köydür ve burada eşeği makâmı ile anırtırlar!

Kolay değil, hiç kolay değil Türkiye’nin karşısına çıkmak!

***

Ne yapıyor Rusya?

Sinsi ve kalleş bir sırtlan gibi ısırıp kaçıyor ve ardından inkâr üstüne inkâr, sahtekârlık üstüne sahtekârlık…

Niye böyle yapıyor?

Cevabı basit: Korkuyor!

Allah aşkına, bir Putin’in vücût diline bakın, bir de Erdoğan’ın. Putin, doğal yürümüyor; algıya ve senaryoya dayalı yürüyor. Karizmatik görünmek için sahte yürüyor kısacası. Erdoğan öyle mi? Karizmatik ve doğal yürüyor…

Putin’in oturuşu, kısa bacaklarını sandalyenin iki ucuna yetiştirmeye çalışıp omuzlarını kabartması, asıl horoz karşısında tutunmaya çalışan yeni yetme horozcuk kompleksi taşıyor. Erdoğan’ın kasılmasına gerek yok, oturunca koltuk zaten doluyor.

Putin, yüzünde bir maske ile geziyor; ne mimiği mimik, ne gülüşü gülüş -ki gülüşten de mahrum-. Göz temasında bulunmaktan kaçınıyor, çünkü samîmi değil. Gözleri donuk ve ifadesiz…

Erdoğan sahici gülüyor ve ne hissediyorsa yüzüne ve bakışına yansıtıyor; ne gizliyor, ne saklıyor.

Putin ne düşündüğünü, daha doğrusu asıl düşündüğünü asla söylemiyor; sahte ve mekanik cümlelerle geçiştiriyor. Erdoğan’ın dili ile kalbi bir!

Putin korkak ve zalim ama olabildiğince tersi görünmeye çalışıyor. Erdoğan, Hakk’tan başkasından pervası olmayan biri, cesur ve merhametli…

Bu kıyası niye yaptım?

Çünkü Putin Rusya’dır; Erdoğan da Türkiye…

İşte bu yüzden Türkiye’yi Suriye ve diğer bölgelerde ne Rusya durdurabilir, ne de ABD!

Bizim diplomasi ve barışı öncelememiz korkaklıktan değil, hak ve hukuka saygı ve erdemimizden.

İlkemiz, bir insan bile kurtulucaksa sonuna kadar diplomasi ve müzakere. Ama bıçak kemiğe dayandı mı, son insan kalıncaya kadar da mücadele...

Çünkü biz, Mevlâna’nın dediği gibi, “Hakk kılıcıyız, emirle keseriz”.

Kesince de yahşi yerden yaman keseriz!

Vesselâm…