İdlib denklemi: Çatışma mı, savaş mı? (1)

Çatışmanın netîcesinden asla kuşku duymuyorum. Mesele, İdlib’de dağıtılan bir Rejim ordusunun nerede, ne kadar tutunacağı meselesidir. Bu çatışmadan sonra dağıtılmış Rejim, muhalifler tarafından Hama ve Humus hattına doğru itilecek ve Şam ile Lazkiye arasında sıkışacaktır. TSK ise Halep hattını da kontrol altına alarak Fırat’ın doğu ve batısındaki muğlak alanları, sınırından 30 kilometre derinlikte bâriz bir alan hâline getirecektir.

BUGÜN itibarıyla İdlib ufkunda bir çatışma ve savaş ihtimâli, barış ihtimâlinden daha kuvvetli bir realite olarak karşımızda durmaktadır.

Bendeniz bunu “çatışma ihtimâli” ve “savaş ihtimâli” diye iki yönlü değerlendirmekten yana...

En kuvvetli ihtimâl olan çatışma ihtimâli gerçekleşirse, bunun Suriye tarafındaki bileşenleri; Suriye Rejimi ve bu rejime destek veren İran ve İran hinterlandından gelen Şia menşeli milislerdir.

Zaten rejimin aslî gücü de bu milislerdir. Şimdi bu iki bileşene yakından bakalım…

Rejimin profesyonel ordusunun üçte ikisi, iç çatışma sürecinde ya eski adı ÖSO olan SMO’ya katılmış ya da ülkeden kaçarak başta Avrupa ülkeleri olmak üzere muhtelif ülkelere sığınmışlardır. Rejimin elinde kalan üçte birlik ordunun büyük kısmı ise iç savaşta etkisiz hâle gelmiştir. Dolayısıyla Rejimin elinde kalan askerler, eski Suriye ordusu artıkları olan savaş yorgunu askerlerdir.

Yorgun ve moralsiz olan bu iç savaş artığı askerlerin kurmay zekâ ve strateji kabiliyeti, büyük oranda dumura uğramış ve Rus kurmay zekâsının tekeline mahkûm olmuş bir vaziyettedir. Rejimin iç savaş artığı askerleri üzerinde Rus kurmaylarının etkisinin yüksek olduğunu öngörüyorum.

Rusya bunların yanına kendi paralı askerleri olan Vagner milislerini ve Körfez sermayesiyle devşirilen diğer paralı askerleri monte ederek ekstra bir askerî etki oluşturma peşindedir.

İran ve İran hinterlandından gelen Şiî menşeli milislere gelince… Sahada asıl aksiyonu yüklenen güçler, bu güçlerdir. Bunların motivasyonları aynı olmakla birlikte yekpare bir güç olmayıp, mağşuş ve karmaşık bir güçtürler. Bunların bir kısmı mezhebî saiklerle İran’dan getirilmiş milisler, bir kısmı da İran’ın Şiî coğrafyadaki etkinliğini kullanarak Afganistan, Pakistan, Irak ve Lübnan’dan devşirdiği milislerdir.

On beş farklı grup altında örgütlenen İran güdümündeki bu milisler, katil Esed’in kardeşi, insan kasabı Mahir Esed’in komutasına verilmişlerdir. Bu milislerin sayısı konusunda birbiriyle çelişen rakamlar vardır. Kimi kaynaklar bunların sayısını yüz elli ilâ iki yüz bin arasında gösterirken, kimi kaynaklar da üç yüz ilâ üç yüz elli bin kişi arasında göstermektedir.

Ancak bu rakamlar teyit edilmiş gerçek rakamlar olmayıp, İran Devrim Muhafızlarının eski ölü komutanı Kasım Süleymanî’nin ürettiği algı oluşturmaya dayalı rakamlardır. Zira bu sayılarda bir milis grubunu eğitip, donatıp sahaya sürmenin mâliyetine ne İran ekonomisi dayanır, ne de Suriye. Bu abartılı sayıdan maksadın psikolojik etki üretmek olduğu açıktır. Malûm Acem palavrası yani...

Yine de -siluet hâlinde de olsa- karşımızda yüz bin civarında bir Şiî milisin yer alacağını tahmin ediyoruz.

***

İnsan kasabı Mahir Esed komutasındaki bu milislerin Ruslarla mesafeli bir ilişkileri olduğunu biliyoruz. Şia’nın mezhebî motivasyonunda katil Esed’den daha ateşli kasap kardeş Esed, ağabeyinin Rus nüfuzunda olmasına mukabil, kendisi İran nüfuzundadır. Emri altındaki radikal grupların etkisiyle hâd safhada radikalleşen bu adam ve milisleri, şimdilik işlerine yaradığı için ses çıkarmadıkları Rusya’yı şeytan ve kâfir olarak görmekte ve asıl plânlarını iç savaş sonrasına saklamaktadırlar.

İç savaş biter de Rejimin başında katil Esed kalırsa, böyle bir durumun dünyada çıkaracağı gürültüden yaralanarak kasap kardeş Esed’in ağabeyine karşı bir darbe ile yönetimi ele alması kuvvetle muhtemeldir. Zira İran, böyle bir ortamda Rejimin Rusya güdümüne girmesini çıkarlarına uygun görmeyecektir.

Bu kısa analiz de gösteriyor ki, muhtemel bir İdlib çatışmasında karşımızda yer alacak güçler yekpare ve mütecanis bir cephe teşkil etmeyip, bilâkis dağınık, kendi içinde çekişen ve birbirini etkisizleştirmek için fırsat kollayan bir yapı arz etmektedir. Şimdilik çıkarları gereği birlikte hareket ediyorlar, ancak iki nüfuzun farklı emelleri altında savrulan bir mâhiyet gösteriyorlar.

***

Çatışma ihtimâlinin Türkiye tarafındaki bileşenleriyse SMO ve TSK’dır.

Eski adı ÖSO olan SMO, TSK’nın hain yapılardan arınarak başını ülke içinden ülke sınırları dışına çıkarmasıyla birlikte dipten yukarı doğru yükselen hızlı bir gelişim garfiği çizdi. Dibe vurdukları 2016 yılında TSK ile beraber gerçekleştirdikleri Fırat Kalkanı Harekâtı ile yıldızı parlamaya başlayan ÖSO, Afrin Harekâtı’ndan sonra en güçlü muhalif grup pozisyonuna gelmiş ve Barış Pınarı Harekâtı öncesi irili ufaklı otuz muhalif grubu çatısı altında toplayan bir oluşum hâline gelerek “SMO” adını almıştır.

Şu an itibarıyla 110 bin kişilik bir mevcûda erişen SMO, TSK’nın eğitim ve teknik destekleri sayesinde milis gücünden yarı düzenli bir ordu gücüne evrilmeye başlamış ve ordulaşmanın ilk emarelerine de ulaşmıştır. Güçlü bir savaş motivasyonu ve savaş deneyimine sahip olan SMO, bugünkü konumuyla Türkiye için sadece Suriye topraklarında değil, hinterlandındaki bölgelerde de etki üretecek bir konuma gelmiştir.

TSK’nın Rejim unsurlarıyla çatışması durumunda -HTŞ ve Nusra gibi radikal unsurlar hâriç- İdlib’teki bazı muhalif unsurların da SMO saflarına geçmesi kuvvetle muhtemeldir.

***

TSK’ya gelince…

TSK, dünya üzerinde en güçlü orduların ilk yedisi arasındadır.

NATO’nun ikinci büyük ordusu olan TSK, 15 Temmuz 2016’da bir iç darbeye maruz kalmış, ancak sanılanın aksine zayıflamak yerine bu darbenin yaralarını kısa sürede sararak eskisine göre daha güçlü bir şekilde ayağa kalkmıştır.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra Suriye içlerine her yıl bir askerî harekât yaparak hem geliştirdiği yerli ve millî silahlarını test etmiş, hem de askerî harekât ve savaş kabiliyetini oldukça geliştirmiştir.

Övünçle kaydedelim ki, TSK hem simetrik, hem de asimetrik savaşı aynı anda icra edebilecek ender birkaç ordudan biri hâline gelmiştir.

Sahadaki savaş kabiliyeti bakımından ise dünyanın her ordusuna karşı koyacak ve olumlu sonuç alacak bir durumdadır.

TSK’nın şu anki caydırıcı gücü karşısına aklı başında hiçbir ordunun çıkmayacağını, çıkamayacağını değerlendiriyorum. Buna ABD ve Rusya da dâhildir.

Böyle bir ordunun İdlib içlerine yüz bin kişilik bir yığınak yapması, harekâta geçildiğinde hedefin sadece İdlib bölgesi ile sınırlı kalmayacağının açık bir göstergesidir.

Rejim unsurlarıyla TSK unsurlarının muhtemel bir çatışmasında ortaya nasıl bir sonucun çıkacağını şöyle değerlendiriyorum: Rejim ve arkasındaki unsurlar, TSK ile bir çatışma çıktığında bu çatışmada nasıl bir güç dengesi ile karşılaşacaklarını ölçmek için 2 Şubat, 10 Şubat ve 20 Şubat’ta toplamda 16 şehit verdiğimiz üç saldırı gerçekleştirdiler. TSK bu saldırılara misliyle karşılık vererek 300’den fazla Rejim unsurunu etkisiz hâle getirdiği gibi ciddî bir silah ve mühimmat tahribatı da yapmıştır.

Bu öncü göstergeler de gösteriyor ki, Rejimin TSK ile gireceği bir çatışma, ona, bire karşılık en az yirmi ölçeğinde bir kayba mâl olacaktır. Silah ve mühimmatta ise daha ağır bir kayıp verecek olan Rejimin, TSK karşısında en ufak bir tutunma ve direnme başarısı gösteremeyeceği çok açıktır.

TSK’nın Rejimi hava sahası açılsa da, açılmasa da her halükârda dağıtacağı bârizdir. Bu dağıtmanın süresi, sadece hava sahasının açılıp açılmamasına göre uzar veya kısalır. TSK’nın elindeki imkânlar ve çatışma sahasının mesafesi göz önüne alındığında, hiç kimsenin tahmin edemeyeceği, çok hızlı ve baskın karakterli bazı özel hava saldırıları düzenleyeceğini tahmin ediyorum.

***

Çatışmanın netîcesinden asla kuşku duymuyorum. Mesele, İdlib’de dağıtılan bir Rejim ordusunun nerede, ne kadar tutunacağı meselesidir.

Bu çatışmadan sonra dağıtılmış Rejim, muhalifler tarafından Hama ve Humus hattına doğru itilecek ve Şam ile Lazkiye arasında sıkışacaktır. TSK ise Halep hattını da kontrol altına alarak Fırat’ın doğu ve batısındaki muğlak alanları, sınırından 30 kilometre derinlikte bâriz bir alan hâline getirecektir.

Pekâlâ, İdlib denklemi bir çatışma ihtimâli ile değil de -Rusya’nın da dâhil olacağı- bir savaş ihtimâli ile çözülürse, durum ne olur?

Bu sorunun cevabını da gelecek yazımızda vereceğiz…