İdlib’de insanlığın imdat çağrısını duyan sadece Türkiye!

Rusya destekli Esed unsurlarının Münbiç, Kamışlı, Haseke, Aynel Arab bölgelerini Amerika’dan teslim almalarının ardından Suriye kuzeyinde dengeler değişti. O tarihe kadar Fırat’ın batısında Lazkiye, Tartus ve Hımeymim’de üsleri bulunan Rusya, Fırat’ın doğusunda üslenmeye başladı. Rusya bölgede yoğun askerî yığınak yaptı, bölgedeki askerî varlığını havayoluyla yaptığı personel takviyeleriyle arttırdı. Amerika çekildi ama Rusya’nın Suriye’deki askerî gücünü ve varlığını büyük oranda arttırmasını da sağladı.

İDLİB, Astana İnisiyatifi kapsamında Suriye’de tesis edilen çatışmasızlık bölgelerinin sonuncusu. 2018’de varılan Soçi Mutabakatı’yla Hama’dan, Humus’tan, Doğu Guta’dan, Esed rejiminin kimyasal saldırılarından kaçan milyonlarca Suriyeli buraya sığındı. Türkiye’nin tesis ettiği 12 gözlem noktası ile Rusya ve İran’ın gözlem noktaları, halkın güven ve huzurunu sağlıyordu…

İdlib’de dengeler değişti. Rejim saldırıları sonucu Aralık 2019’dan bugüne 1 milyona yakın sivil halk yerinden edildi. İdlib bir kaosa sürüklenirken, 5 Mart Moskova Anlaşması’yla bu kriz kısa süreliğine de olsa donduruldu. İdlib sahasında yarınlar hâlâ endişeli gelişmelere gebe. Suriye Savaşı’nda ilk günden bu yana alışkın olduğumuz insanlık dramı bitmiş değil. Bu dram karşısında dünya sessiz; sadece Türkiye bu bölgeyi güvenli tutmaya çabalıyor.

Buraya nereden gelindi? 

Bugün İdlib’de yaşanan Türkiye-Rusya gerilimini ortaya çıkaran nedenler, Fırat’ın doğusunda dengeleri sarsan Barış Pınarı Harekâtı’nın başlatılması sürecinde yaşanan gelişmelere dayanıyor. Türkiye’nin Barış Pınarı Harekâtı kapsamında Fırat’ın doğusundaki ilerleyişini durdurmak üzere devreye giren Amerikan yönetimi, 17 Ekim 2019’da Başkan Yardımcısı Mike Pence ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’yu Ankara’ya göndermişti. Amerika’nın PKK-YPG’yi Suriye’nin kuzeyinden çekeceği sözü üzerine harekâta, Barış Pınarı Harekâtı’na ara verildi ve Amerikan askeri de bu süreç sonunda Rakka-Deyrizor istikametine doğru geri çekildi.

Türkiye’nin, müttefiki olan Amerikan yönetiminden beklentisi, geri çekilirken bu bölgeleri Türkiye’nin güvenliği altına almasını temin etmekti. Ancak her zamanki gibi perde gerisindeki plânlar devreye girdi ve Amerika, bu çekilme sırasında Fırat’ın doğusunda boşalttığı alanları Rusya destekli Esed rejimi unsurlarına devretti. Bu tarihte Fırat’ın doğusunda Rejim, sadece Kamışlı bölgesinde varlık gösteriyordu ve burada ABD ve PKK-YPG’nin yanı sıra Rusya ve İran varlığı da bulunuyordu. Suriye coğrafyasındaki sözde birbirine düşman ülkelerin bir arada bulunduğu bir diğer yer de Münbiç’ti.

Rusya destekli Esed unsurlarının Münbiç, Kamışlı, Haseke, Aynel Arab bölgelerini Amerika’dan teslim almalarının ardından Suriye kuzeyinde dengeler değişti. O tarihe kadar Fırat’ın batısında Lazkiye, Tartus ve Hımeymim’de üsleri bulunan Rusya, Fırat’ın doğusunda üslenmeye başladı. Rusya bölgede yoğun askerî yığınak yaptı, bölgedeki askerî varlığını havayoluyla yaptığı personel takviyeleriyle arttırdı. Amerika çekildi ama Rusya’nın Suriye’deki askerî gücünü ve varlığını büyük oranda arttırmasını da sağladı.

Bugüne gelindiğinde ise Rusya, Halep ve Fırat nehri doğusundaki askerî lojistik sistemini takviye ve ikmâl için ana arter yollara ihtiyaç duyuyor. İdlib’deki son saldırıların ardından M5 karayolunun tamamına hâkim olan Esed rejimi, Fırat’ın doğusundan Halep’e, oradan da Şam’a ulaşan ikmâl hattını tamamladı. Son hamlelerle birlikte Esed, bu yolun batıdan güvenliğini sağlayacak adımları sahada atmaya devam ederken, bunun yanında sivil halka saldırıyor.

Rusya ise doğudaki üslerinin lojistiği için M4 karayolunun kontrolünü istiyor. M4’ün Rusya kontrolüne geçmesi hâlinde, Rus savaş gemileriyle Lazkiye Limanı’na getirilen askerî malzemeler ve sistemler, bu yol üzerinden Fırat’ın doğusuna sorunsuz olarak aktarılacak.

Soçi Mutabakatı’nın imzalandığı 2018 yılında, Rusya’nın Suriye’deki üsleri için lojistik sorunu yoktu. İdlib’e üç garantör ülke, 12’şer askerî gözlem noktası kurdu. Türkiye ve Rusya arasında ortak devriyelerle güvenlikten emin olundu ve ülkenin birçok bölgesinde saldırılardan kaçarak buraya sığınan sivil halk, görece İdlib’de huzur ve güvene kavuşturuldu. Ancak gerek Rusya’nın üslerini Fırat’ın doğusuna genişletmesi, gerekse dış ülke destekli bazı radikal grupların da devreye girerek M4 ve M5 karayollarının güvenliği noktasında endişe algısı yaratmasıyla birlikte İdlib krizi baş gösterdi. Rusya, Türkiye’ye yeni haritalar ve mutabakatlar dayattı.

Ankara’nın her çözüm arayışı karşılıksız kaldı

İdlib krizini çözmek üzere müzakereler yürütüldü. Gerek Ankara, gerekse Moskova’da Rusya tarafı masaya yeni mutabakat metinleri ve yeni haritalarla geldi. Rusya destekli Esed rejiminin sahadaki son kazanımlarını meşrulaştıran ve daha da ileri taşıyan bu haritalar üzerinden yürütülen müzakerelerde, Rusya geri adım atmaya ve bir orta noktada buluşmaya yanaşmadı ve dolayısıyla temaslardan çözüm çıkmadı. Rus muhataplar, Esed rejiminin sivilleri hedef alan saldırılarının durdurulması talepleri karşısında Türkiye’ye, Rejimin teröristlerle savaştığı karşılığını verdi.

Rusya, Rejimi durdurmadığı gibi bu süreçte Rejim saldırılarına destek de verdi. Temaslar sürdüğü sırada Esed rejimi ilerleyişini sürdürdü ve diplomasinin beklenmesi talimatına uyan Türk Silahlı Kuvvetleri, sahada Rejimi doğrudan hedef almamaya büyük özen gösterdi.


Rusya, İdlib Çatışmasızlık Bölgesi için Türkiye’yi ikna etmeye çalıştığı yeni haritada, çatışmasızlık bölgesini “Yayladığı-Reyhanlı sınır hattının doğusunda 30 ilâ 40 kilometre derinliğinde bir alana” sıkıştırmayı öngördü. Rusya’nın bu yeni haritasına göre, M4 ve M5 karayollarının kontrolü tamamen Rusya ve Esed rejiminin kontrolünde olacak, İdlib kırsalının bir bölümünü de içine alan bir bölgeden Türkiye destekli muhalifler çıkarılacaktı. Rusya, bölgedeki gözlem noktalarının da kaldırılmasını, Türk askerinin buralardan geri çekilmesini istedi. Hâlâ bu isteğinden vazgeçmiş değil.

Haritada Rusya ve İran destekli Rejim unsurlarına bırakılmak istenen bölge, Suriyeli Türkmenler için büyük önem taşıyan Akil ve Türkmen dağlarını da içine alıyor. İdlib kırsalındaki bu bölgeler, Türkmen varlığı ve Türkiye’nin bekâ sınırlarını teşkil etmesi bir yana, İdlib’e hâkim stratejik konumları nedeniyle Türkiye’nin vazgeçebileceği bir alan değil.

Başta Hama, Humus, Halep ve Doğu Guta olmak üzere Esed rejiminin kimyasal saldırılarından kaçarak bu bölgeye sığınan yaklaşık 4 buçuk milyon Suriyelinin 30-40 kilometre derinliğinde dar bir alana sıkıştırılmasını öngören bu yeni teklif, Türkiye açısından kabul edilemez bir öneri olarak karşılandı. Türkiye, Rejim unsurlarının Soçi Mutabakatı sınırlarına çekilmesi ve gerektiğinde müdahale edileceği noktasında kararlılığını korudu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bu son ikazımız!” uyarısında bulunduğu Esed rejiminin gözlem noktalarının gerisine çekilmesi için Şubat ayı sonuna kadar süre tanındı.

Türkiye bir yandan diplomasiyi zorlarken, bir yandan da sahada M4 kuzeyi ve M5 batısında ağırlıklı olmak üzere ciddî bir yığınaklanma yaptı. Rejimin Türkiye sınırlarına daha fazla yaklaşmaması için sahada bütün önlemler alındı. Bu noktaların ilerisinde Esed rejimi ile Muhalifler (SMO) arasında zaman zaman çatışmalar yaşanmakla birlikte Türk askeri, meşru müdafaa tepkisi gerektiren bir saldırı olmadıkça karşılık vermedi. Tâ ki 33 askerimizin şehit edildiği o hain saldırıya kadar…

Bahar Kalkanı: Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!

Türkiye’nin İdlib kararlılığı, Rejimin hain saldırısının ardından net bir şekilde görüldü. İdlib’e Bahar Kalkanı Harekâtı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rejime tanıdığı süre dolmaksızın başlatıldı. Millî İstihbarat Başkanlığı ve Silahlı Kuvvetler işbirliğiyle bölgede belirlenen Rejim hedefleri, sınır tanımaksızın etkili şekilde vuruldu. Sivillere ölüm yağdırmak üzere üretim yapan kimyasal mühimmat depoları yok edildi. Silahlı İnsansız Hava Araçları (SİHA), Rejim unsurlarına günlerce göz açtırmadı. Rusya’nın Esed’e verdiği ileri nesil hava savunma sistemleri etkili şekilde vuruldu, Türk millî savunma sanayiinin ürettiği ürünlerin kabiliyeti ve Türk askerî stratejisi hakkında günlerce övgüyle konuşuldu.

Rejime ağır bedel ödeten Bahar Kalkanı Harekâtı, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin’in görüşmeleri sonrası imzalanan 5 Mart Moskova Mutabakatı ile şimdilik donduruldu. Soçi Mutabakatı’na ek protokol olarak devreye alınan Moskova Mutabakatı’nda, İdlib’de “insanî statüko”ya geçilmek sûretiyle önemli kazanımlar elde edildi. Alınan ateşkes kararı, bazı grupların münferit çatışmaları dışında devam ediyor. Bununla birlikte, daha önceki mutabakatlardan farklı olarak 5 Mart Mutabakatı, sivil odağı ve insanî vurgularıyla öne çıktı. Masaya büyük görüş ayrılıklarıyla oturan liderler, İdlib’de çatışmasızlığın devamlılığını önemseyen bir hassasiyet ve bu doğrultuda yeni bir statüko ve yeni mevzilenme kararları aldı.

Jeffrey’in Ankara’dan sonra Irak kuzeyine, ardından Suriye’ye geçmesi ve burada terörist elebaşı Şahin Cilo ile görüşmesi, ardından Amerika’nın 2021 bütçesine “PKK’ya destek amacıyla 200 milyon dolar bütçe” konulmuş olması, Amerika’nın hiç masum olmadığının bir göstergesi.

Moskova Mutabakatı ile Rusya, “sivillerin ve sivil altyapının hedef alınmasının hiçbir şekilde mazur görülemeyeceğini” kabul etti. İnsanî krizlerin aşılmasına yönelik ortak çabalara ilişkin gelecek projeksiyonları ortaya konuldu; insanî krizin daha da kötüleşmesinin önlenmesi, sivillerin korunması, ihtiyaç sahibi Suriyelilere önkoşulsuz ve ayrım gözetmeksizin koruma ve insanî yardım sağlanmasının önemi vurgulandı. Yine ülke içinde yerinden edilmelerin önlenmesi ile mültecilerin ve ülke içinde yerinden edilen kişilerin güvenli ve gönüllü olarak Suriye’deki asıl ikamet yerlerine geri dönüşlerinin kolaylaştırılmasının önemine işaret edildi.

İdlib’de “Soçi Mutabakatı sınırları hâfızada tutulmak” sûretiyle inşâ edilen yeni statüko ise, Rejim unsurlarının gözlem noktaları dışına çıkarılmasında ısrar edilmemekle birlikte, Türkiye’nin bölgedeki askerî varlığını bir kez daha teyit ediyor. İki ülke Savunma Bakanlıkları arasında 4 gün süren Ankara müzakerelerinde, M4 karayolu üzerindeki ortak devriye sistemi netleştirildi. İlk devriye 15 Mart’ta yapıldı. Ancak yol üzerinde Rusya’ya yönelik protestolara bakıldığında bu devriyeler de kolay olacak gibi görünmüyor.

M4 karayolunun korunması için sadece devriye mekanizmasının kurulması yeterli değil. Karayolunun kuzeyinde ve güneyinde 6’şar kilometre olmak üzere 12 kilometre genişliğindeki güvenli koridorda yeni gözlem kuleleri inşâsı bir zorunluluk hâlini almış durumda. İdlib’deki askerî yığınaklanmalarda önümüzdeki günlerde yeni statüko uyarınca yeni şekillenmeler görmeyi beklemeliyiz.

Türkiye ve Rusya, müşterek mekanizmalar dâhilinde tüm bu önlemleri alacak. Ancak nihâî olarak M4 mevzilenmesinin İdlib kent merkezi ve Türkiye sınırlarının daha güvenli hâle gelmesini sağlayacağı aşikâr. Türkiye ve Rusya, Rejim veya terörist saldırılarına karşı M4 ile doğal bir hat oluşturacak. TSK’nın bölgedeki konuşlanması da M4 üzerinden başlayacak. M4 çevresindeki müşterek devriyelerle Türk ve Rus askerinin bölgedeki varlığı daha görünür hâle gelecek.

Bundan sonraki seyir nasıl işler?

İdlib’de son yaşananlar ve Moskova Mutabakatı süreci, Türkiye’nin “zaaflarını gördüğü ve krizi atlatabilmek için ihtiyaç duyduğu araçları tespit ettiği” önemli bir aşama oldu. Bu doğrultuda mutabakat kapsamında zikredilen “yeni statüko” ifadesi, stratejik bir kavram olarak öne çıktı. Bölgede fizikî ve stratejik anlamda yeniden mevzilenecek olan Türk askerinin “terörle mücadele” kapsamında bölgedeki radikal provokatör unsurları ılımlı muhaliflerden ayırmak noktasında atacağı adımlar önemli olacak.

Önümüzdeki süreçte, başta Türkiye sınırına yığılan 1 buçuk milyonu aşkın Suriyelinin İdlib güneyindeki yerleşim yerlerine olmak üzere Rusya’nın Rejime halkın geri dönüşü yönünde daha çok baskı yapmasını bekleyebiliriz. Ancak bununla beraber, Suriye’de bir geçiş hükûmeti kurulmadan sivillerin evlerine geri dönmelerinin hayli zor olacağını da unutmayalım.

Tüm bu yaşananlara baktığımızda, bu sonuç, Türkiye’nin uluslararası kamuoyunun gözlerini İdlib’e çevirmesini sağlayan diplomasinin etkisini gösterdi. Bu diplomasi devam ediyor ve önümüzdeki süreçte de devam edecek. Unutmayalım ki, Moskova Mutabakatı İdlib’deki çatışmaları dondurmuş olsa da teyakkuz elden bırakılmamaktadır. Gözlem noktalarımız dâhil, Türkiye, ateşkesi kontrol ve gerektiğinde müdahale için her türlü tedbirini almıştır.

Yine unutmamamız gereken bir diğer ayrıntı, Rusya’nın İdlib’de yeni fiilî durum yaratma çabasından vazgeçmiş olmadığıdır. Rusya, Kamışlı’dan Halep’e, oradan Lazkiye’ye uzanan M4 karayolu ile M5 karayolunun kontrolüne tamamen hâkim olmak istiyor. Halen Lazkiye Limanı’na gelen gemilerden yüklenen silah, araç gereç, malzeme ve askerî lojistik içerikli bütün sistemler, Suriye içlerine ve Fırat’ın doğusundaki birliklere bu yollar üzerinden takviye ediliyor. Rusya için buralara hâkim olmak stratejik bir gereklilik olarak görülüyor. Rusya, Ankara ile temaslarında da bu yollara hâkim olma tezini Soçi Mutabakatı’nda yer alan “M4 ve M5 karayollarının geçişlere açık tutulması” maddesine dayandırıyor.


Bugüne kadar bu yollar Türkiye’nin güvencesiyle zaten açık tutulmuş ve Rusya herhangi bir lojistik sorunu yaşamamıştı. Yine Esed rejimi için de Halep’ten Hama, Humus ve Şam’a uzanan M5 karayoluna hakim olmak kritik önemde. Rejim unsurları son saldırılarla M5’in neredeyse tamamına hakim oldu. Ancak bu yolun güvenliğini halen tam olarak sağlayabilmiş değil. Bu nedenle de batıya doğru İdlib yönündeki ilerleyişini sürdürüyor.

İdlib operasyonlarında Rusya, uluslararası güvenlik sorunlarının çözümünde yapıcı politikalar izleyen bir aktörden ziyâde, güvenlik krizleri çıkararak dış politika hedeflerine ulaşmaya çalışan bir aktör gibi davrandı. Bu tavrında ısrar etmesi Rusya için kayıp yaratır ve Kremlin’in bu kararları, uzun vadede Rusya’nın çıkarlarını olumsuz yönde etkileyecektir.

 “Şam cephesini” durdurmanın yolu, bölgede güç üstünlüğünü sağlamak ve karşı tarafı caydırmak için taktik yöntemler uygulamaktır. Astana ve Soçi süreçleri üzerinden uluslararası krizlerin çözümünde önemli adımlar atan ve bu bağlamda büyük prestij kazanan Rusya için İdlib’de kazanmanın çâresi, Rejimi durdurmaktır. Uluslararası toplumdan dışlanmış ve zayıf halka işlevini gören İran’ı göz önünde bulundurduğumuzda ise, Türkiye’siz gerçekleşecek Astana görüşmeleri anlamını yitirecektir.

ABD’nin tavrı plânlı

Fırat’ın doğusunda Türkiye ile müttefiklik ilişkilerini göz ardı ederek attığı adımlarla Amerika, İdlib’de bugün yaşanan kaos ortamının sorumluları arasındadır. Fırat’ın doğusundaki dengelerde yaşanan değişimin İdlib’de bugün yaşanan kaosu ortaya çıkardığı düşünüldüğünde, Amerika’nın bu adımının plânlı olmadığını söylemek hayli zor. Türkiye ile Rusya’yı Suriye coğrafyasında karşı karşıya getirmek isteyen Amerika, yeni tablo karşısında ise Türkiye’ye tam destek açıklamaları yaptı. Türkiye’ye ambargo isteyen ABD Senatosu da dâhil, Washington’un Ankara ile yakın çalışmak istediği mesajları verildi. Ama kısa süre sonra yine S-400 dayatması yapmaktan geri durulmadı. Amerika’nın İdlib’e yönelik destek vaadi; lojistik malzeme, silah, sistem ve mühimmat gibi gereksinimleri kapsıyor. Şu âna kadar Amerika’dan yardım gelmiş değil. Önümüzdeki günlerde destek vaatlerinde samîmi olup olmadığını hep birlikte göreceğiz.

Amerika’nın, İdlib’de Esed saldırılarının nedeni olarak gösterilen HTŞ’ye yönelik olumlu mesajları da göz ardı edilmemeli. Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, Washington’un, El-Kaide’nin uzantısı anlamında terör örgütü olarak tanımladığı HTŞ’nin sadece Esed’e karşı mücadeleye odaklandığını ve uluslararası bir tehdit oluşturmadığını söyledi. İlk olarak Özel Temsilci Jeffrey’den gelen HTŞ mesajı, daha sonra diğer Amerikan bürokratların da dil birliği içinde onaylandı. Jeffrey’in Ankara’dan sonra Irak kuzeyine, ardından Suriye’ye geçmesi ve burada terörist elebaşı Şahin Cilo ile görüşmesi, ardından Amerika’nın 2021 bütçesine “PKK’ya destek amacıyla 200 milyon dolar bütçe” konulmuş olması, Amerika’nın hiç masum olmadığının bir göstergesi.

İdlib’de Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getirmek için tam destek mesajları veren Amerikan yönetiminin açıklamalarında Fırat’ın doğusuna yönelik hiçbir lâf etmemesi, etmesi gerektiğinde ise “Türkiye’nin bu alandaki yeni muhatabının Rusya olduğunu” söylemesi hiç kimseyi ikna etmediği gibi ateşe benzin taşımaktan öte bir anlam taşımıyor. Başta ABD ve NATO olmak üzere, Türkiye’nin, müttefikliğini hatırlayan Batılı güçlere karşı uyanık olmasını gerektiren günlerdeyiz. Eğer Batı destek verecekse, önce Suriye’de mazlum sivil halkın dönmesini sağlayacak güvenli bölgeyi dayatıp yeniden inşâ sürecini başlatmalıdır. Ama bu konularda hiçbir söz duyamıyoruz.

Türkiye nasıl bir yöntem izleyecek?

Türkiye’nin bugün canı yanmaktadır. Sadece dost ve kardeş Suriye halkının dramı değil, Esed’in gerçekleştirdiği hain saldırılar sonucu gelen şehit haberleriyle de sarsıldık. İdlib, kolayca asker çekilebilecek bir alan değil. Eğer Türkiye İdlib’den çekilirse, bugüne kadar terörle en zorlu mücadelenin verildiği Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı ve Barış Pınarı Harekât bölgelerindeki varlığımız tehlikeye girer. Bu süreçte İdlib’den çıkmak, Hatay’a, Reyhanlı’ya, Yayladağı’na düşen roketler demektir. Suriye kuzeyinde Esed ile işbirliği yapan PKK’lı teröristlerin amaçlarına ulaşması demektir.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bugün İdlib’de yaptığı büyük yığınaklanmayı bu gereklilikler üzerinden okumak lâzım. Taftanaz bölgesindeki havaalanında yer alan sistemlerimiz ve M4 kuzeyi ve M5 batısında yapılan yığınak ve savunma hatları, Esed’e geçiş vermeyecek. Hava ikmâli, ulaşım ve lojistik sistemleri ile ihtiyaç duyulan diğer sistemlerle geniş ve stratejik havaalanında gerçekleştirilen Taftanaz üslenmesi, Esed rejimi güçlerinin çatışmasızlık alanlarına itilmesini amaçlayan harekâtta TSK’nın ana güç merkezi olacak. B ve C plânları ile yenilenen angajman gereği İdlib merkez ve Taftanaz Havaalanı bölgesi, Rejim açısından girilemez alanlar.

Türkiye için, diplomatik seçeneklerin tüketilmesi, masanın devrilmesi veya ateşkese riayet edilmemesi hâlinde müdahale kaçınılmaz. Türkiye İdlib’de Suriye muhalefetiyle etkili harekâtı başlattığında, önce gözlem noktalarının bulunduğu bölgeleri Rejim kontrolünden alacak, ardından Hama’ya kadar kontrol hattını uzatacak.

Hama, gerek kara yollarının ve gerekse Türkmendağı’nın güvenliğinde stratejik bir nokta. Yine Afrin’i tehdit eden PKK’lı teröristlerin varlığını sürdürdüğü Tel Rıfat ile Halep’in batı ve kuzey kenar mahallerinin de kontrol altına alınması, bölgenin güvenliği açısından büyük önem taşıyor.  Bu stratejiyle gidilmediği takdirde, bölgede bu saatten sonra güvenlik tesis edilemez. Ve unutmamalıyız ki TSK, tüm tedbirlerini Hatay, Reyhanlı ve Hassa gibi yerleşimlere bombaların düşmemesi ve göç hareketlerinin tutulması hesaplarıyla hayata geçiriyor.

Bugün baktığımızda, İdlib sorunu yeniden tırmanırsa, bölgesel dengeleri sarsabilecek tehditler söz konusu. Astana İnisiyatifi’nin devamı; Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ve siyâsî çözüme ulaşılmasında kritik önemde. Bu inisiyatif çökerse, herkesin kaybedeceğini bilmek lâzım. Türkiye açısından İdlib Çatışmasızlık Bölgesi’nin korunması, bir bekâ meselesi! Milyonlarca Suriyelinin sığındığı İdlib’den olası bir göç dalgası, Türkiye açısından büyük bir ekonomik, sosyal ve güvenlik mâliyeti demektir. TSK’nın İdlib’deki askerî varlığı, Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı ve Barış Pınarı Harekât bölgeleri ile Türkiye, sınırlarına yönelik terörist saldırılara karşı vazgeçilmez durumdadır. Türkiye, topraklarını sınır ötesinden korumak için Adana Mutabakatı kapsamında bu bölgedeki askerî varlığını devam ettirmek zorundadır. Rusya ve İran bunu görmelidir.

İdlib sorununun çözümsüzlüğü sadece Türkiye’ye kayıp getirmez. Rusya için de, İran için de büyük kayıplar yaratır. Türkiye’nin S-400 uzun menzilli hava savunma sistemlerini alarak Rusya ile yaptığı stratejik işbirliği büyük zarar görür. Yaşanan insanî drama rağmen Rusya’nın çözümü bombalaması, uluslararası kamuoyunda büyük itibar kaybı yaratır. Türkiye ile Rusya’nın artan ekonomik ilişkilerinde büyük kayıp yaşanır.

Jeostratejik konumu itibariyle Türkiye ile işbirliğinin önemini kavrayamayan bir Rusya, Orta Doğu ve Avrasya coğrafyasında yalnızlaşmaya mahkûm olur. İran’ın da büyük kayıpları muhtemel... Özellikle Amerika’nın nükleer temelli ambargoları karşısında Türkiye’den önemli destek gören ve her plâtformda yanında bulan İran, bölgede tamamen yalnız kalır ve önemli bir dostunu kaybeder. Suriye sahasında mezhepçi adımlarıyla kaos yaratan İran’ın tüm bu adımlarına rağmen komşuluk hukukunu koruyan Türkiye’nin, zaten bu konuda sabrının tükenmeye yakın olduğunu söyleyebiliriz.

Kısa bir süre öncesine kadar Suriye’de çözüm umudunu yeşerten ve Cenevre’ye alternatif olarak görülen Astana İnisiyatifi’nin başarısız olması, hiç kimsenin menfaatine olmayacaktır. İnsanlık Suriye’de bugüne kadar görülmemiş bir biçimde en büyük yarayı alacaktır.

 

-----------------------------------

*Emekli Tuğgeneral