İNSAN hem kendisi, hem
de çevresiyle sürekli etkileşim hâlindedir. Doğduğu andan itibaren, öncelikle
dış dünya ile etkileşim içerisindedir. “Dış dünyayı tanıma” dönemi olarak
adlandırabileceğimiz bu dönem, bulûğa ermesiyle yavaş yavaş yerini insanın iç
dünyasına bırakır.
Bulûğa
erdikten sonra insan, artık iç dünyasını, duygularını keşfetmeye başlar. Bu
dönem erkeklerde 12-15, kadınlarda 9-12 yaşında başlar. Bu dönem çok önemlidir;
bazılarında kısa sürede kemâle ererken, bazılarında bu dönemde edinilen
tecrübeler ömür boyu etkilerini gösterir.
Duyguların
keşfedildiği bu dönem, karşı cinse yönelimin yoğunlaşmaya başladığı bir dönem
olarak da kendini gösterir. Buna bağlı olarak duygusal iniş çıkışların da
sıklıkla yaşandığı bir dönem olarak bilinir. Kendini ve duygularını keşfetme
dönemi kimilerinde kısa sürede kemâle ererken, bu dönemde yaşanabilecek kötü
tecrübeler ve psikolojik yıkımlar ömür boyu etkiler gösterebilir.
Kimlik
oluşumu da bu dönemde gerçekleşmeye başlar. Gerek siyasal, gerek sosyal
bağlamda oluşmaya başlayan kimliğe bilinç eşlik eder. Kimlik oluşumu dışında
karakter de artık kendi menzilini bulmaya başlar. Yani bilinçli bireysel
kişilik ve bilinçli bireysel kimlik ve bilinçli bireysel karakter bu dönemde
oluşmaya başlar. Daha doğru bir ifadeyle, bu döneme kadar daha çok aile ve
çevre etkisiyle temeli atılan kişilik, kimlik ve karaktere bilinç, fazlasıyla
eşlik etmeye başlar.
Zihinsel
süzgeçlerin de kemâle ermeye başladığı bu dönem, çatışmaların da ortaya çıktığı
dönemdir.
Gençlik
çağı olarak adlandırılan bu dönemde gençler iç dünyalarını ve duygularını
keşfetme eğiliminde olduklarından, kendi arzu ve isteklerinin öncelikli
olmasını isterler. Bu durum çoğu zaman çatışmayı doğurur. Bu çatışma toplum ve
aile ile olabileceği gibi, kendi dışında kalan her şeyle de olabilir. Hem
kişilik, kimlik ve karakterin şekillenmesinden, hem de yaşanması muhtemel
çatışmalardan kaynaklanan bu dönem, çok hassas bir dönemdir. Bu dönemde
bireyler kendi iç dünyalarını keşfetmelerinin yanında ideolojik bakış açıları
da kazanırlar.
İdeolojik
simgeler, var olmanın ve kendini ifade etmenin araçlarıdır
İdeolojiler
hayatı okuma ve hayatı anlamlandırma noktasında insanlara pusula ve kılavuzluk
görevi görürler. Kişilerin olaylar karşısında nasıl davranması ve olgular
üzerinde nasıl düşünmesi gerektiği konusunda temel bir dinamik olan “ideoloji”
kavramı üzerine çalışan sosyal bilimciler, bakış açılarına göre bu kavramı
farklı şekillerde ele alırlar.
Kimileri
ideolojiyi bir bilinç oluşumu olarak ele alırken, kimileri de kültür ve
inançların şekillendirdiği, doktrine edilmiş bir olgu olarak ele alırlar.
Kimileri ideolojiyi gerçeğe ulaşmanın bir aracı olarak görürken, kimileri de
gerçeği örten bir maske olarak görürler.
Kişilik,
kimlik ve karakter oluşumunun en yoğun olduğu gençlik dönemlerinde gençler,
ideolojilere yönelirler. Yöneldikleri ve benimsedikleri ideolojileri
içselleştirdikleri ölçüde hayatlarına tatbik etmeye çalışan gençler,
yöneldikleri ideolojilerin simgelerini de kullanmaya başlarlar. Gençlerde çoğu
zaman bu ideolojik simgeler, kendini var ve ifade etmenin birer aracıdırlar.
Önceleri
kendini var ve kendini ifade etmenin birer aracı olarak kullanılan ideolojiler,
zaman içerisinde gençleri bir birey olmaktan çıkarıp ideolojik kümenin birer
ferdi hâline getirirler. Yani bir zaman sonra insanlar, artık mensubu oldukları
kitlenin parçası olurlar.
Bu
dönemde, genellikle ideal fikirlerle oluşan bilinç, çoğu zaman pratikte aynı
karşılığı bulamaz. Çünkü günlük yaşamın gerçekleri ve öncelikleri,
ideolojilerin dizayn ettiği bilince çoğu zaman eşlik etmez. Yaşın ilerlemesine
bağlı olarak ortaya çıkan iş, aş ve eş kaygısı bu bilinci zorlamaya ve bir
zaman sonra aşındırmaya başlar. O nedenle bazı sosyal bilimciler, ideoloji
üzerine oluşturulan bilincin devamlılığı için maddî koşulların yeterli
olmasının yanında insanlarda iş, aş ve eş kaygısının olmaması gerektiğini ifade
ederler. Bu yönüyle mesele, entelektüel ve sınıfsal bir boyut kazanır.
Tüm
bunlar “ideoloji” kavramının ne kadar çetrefilli bir kavram olduğunu gösterir.
Değerler eğitiminden mahrum kalan gençler topluma
yabancılaşırlar
İnsanları
kendi ideolojilerine eklemlemeye çalışanlar bunun için çok farklı yöntemler
kullanırlar. Bazen toplumsal acılar ve toplumsal çarpıklıklar üzerinden inşâ
edilen propaganda yöntemleri ile insanlarda çeşitli refleksler ve tepkiler
oluşturarak onları kendi taraflarına çekerler. Özellikle geçmişte bir kesim
tarafından dinî, etnik ya da başka nedenlerle hor görülmüş insanlar, genellikle
toplumsal acılar üzerinden propagandaya maruz bırakılarak kendi saflarına
çekilmeye çalışırlır. Bu yapılırken kullanılan en önemli argümanlardan biri ise
bir “öteki” diye bir “öcü” oluşturmak ve bunun üzerinden toplumu
ayrıştırmaktır.
Dinî,
etnik ya da daha başka etiketler kullanılarak yapılan bu ayrıştırma, çoğu
ideolojinin kullandığı en temel yöntemlerinden biridir. Bugün yasadışı
örgütlere, terör örgütlerine bakıldığında bu durum rahatlıkla görülebilir. Hâlbuki
hemen hemen her ideoloji, toplumsal barış ve ideal bir toplum düzeni
iddiasındadır.
Ne
kadar garip değil mi böyle bir iddia üzerinden toplumsal ayrışma yaratmak?
Özellikle
Soğuk Savaş döneminde dünya, ideoloji temelli çatışmalara sahne oldu. Hâlen bu
çatışmaların olduğu bölgeler var. Kimi yerlerde bu çatışmalar gerçekten
ideoloji temelli olarak kendini gösterirken, kimi bölgelerde ise ideoloji
maskesi altında hegemon güçlerin kendi dışında kalanları yutma, onları sömürme
savaşı olarak yaşanmaktadır.
İçinde
bulunduğumuz coğrafya da buralardan biridir. Özellikle gençler bu çatışmanın
birer parçası hâline getirilmek için kendi kültür ve inanç sistemlerimizden
beslenmeyen ve bize oldukça yabancı olan ideolojilere bulaştırılmak
istenmekteler. Kimileri etnik kökenli ideolojilere, kimileri sözde din kaynaklı
ideolojilere eklemlenmeye çalışılmaktalar. Hâlbuki insanımız kendi öz kültür ve
inanç sistemlerimizden beslenirse, onlar üzerinde kötü emelleri olanlar ne
yaparlarsa yapsınlar, insanımızı bu kötü emellerine alet edemeyeceklerdir. Onun
için değerler eğitimi son derece önemlidir.
Gençlerimizin
topluma yabancılaşmalarını, ayrıştırıcı ve bölücü ideolojilerin ağlarına
düşmelerini istemiyorsak, onları kendi öz değerlerimiz ile donatmalıyız. Aksi
takdirde gençlerimiz hem kendilerine, hem topluma yabancılaşacak, hem de
ideolojilerin pençesinde yitip gideceklerdir.