İdeal insan

İdeal insan, kulluk vecibelerini yerine getirirken, getirilen mecranın bir ücret yeri olmadığını bilir ve ona göre hareket eder. Ömrünü Allah (cc) ve Habib’i (sav) ile kurbiyet içinde tamamlar. Kulluğunu bir disiplin mekanizması içinde yerine getirir, tersi bir durumu ise Hakk'a karşı yapılan saygısızlık olarak görür ve iki büklüm olup nedamet kurnalarında günaha bulanmış fikirlerini yıkayarak ruhen temizlenir.

SESLİ düşünüyordu insan: “Neden Âdemoğluyum? Nedir vazifem?  Nereden gelir, nereye ve nasıl giderim?” Neden sonra, kesildi bütün sesler… Ve insan iç sesini dinledi hiç usanmadan, cevaplar aradı hiç durmadan. İnsana ait her şey yitikti; merhamet, şefkat, muhabbet ve vicdan… Hatta cevaplar… Ama en çok insanlık kayıptı…

Evet, dünyanın neresinde olursa olsun ve her ne sebepten ölürse ölsün, ölenler karşısında insanlık "sessiz" bir çığlık yükseltmiyorsa, acının ve gözyaşının sel seylap olması karşısında gözleri hâlâ kuru kalabiliyorsa, merhametten uzaklaşılmış, kalpler alabildiğine katılaşmışsa, biliniz ki orada insan değil, ilk önce "insanlık ölmüştür"!

İkinci dirilişten evvel dirilmek ve -insanlık için- “ideailize” edilmiş insanla buluşmak lazım gelir. Bunun için fırça kuşanmalı dünyanın en ünlü eserlerini yapan ressamlar, kaleme bürünmeli şairler ve aramaya koyulmalı tellallar. Nerede rastlarlarsa bulup getirmeliler, orta yere koyup duyurmalılar dünyalıya “Bakın, bu ideal insan!” diye…

Aslında ne ressamları yormaya hacet var, ne şairleri, ne de tellalları. İdeal insan, bütün ihtişamı ve asaletiyle yanı başımızda duruyor. Üstelik on dört asırlık bir duruş… Adı, Âdem’e öğretilen isimlerden evvel konuldu. Kudret kalem, evvela O’nun adını yazdı Levh-i Mahfuz’a. O, dünyanın ve ahiret yurdunun mayası oldu. Sebebi oldu yaratılan ve yaratılacak olan her ne var ise. Daha gelmeden kokusu düştü evrene. Ve insanlık “Gül” ile tanış oldu. O günden beridir girdiği her gönülde yer edindi. O, “ideal insan” figürüne en uygun prototiptir; O, İki Cihan Serveri Hz. Muhammed Mustafa (sav)…

Evet, O’ndan bahsediyoruz; âlemlere rahmet olarak gönderilen Son Peygamber’den. Anlatırken hicap duyduğumuz, anlatırken “sünnet-i seniye” diye adlandırılan adımlarının izine yüz süremeyişimizden nedamet duyduğumuz… Evet, O bize her alanda “örnek” oldu!

İhtiyacımız olan insan prototipi

İdeal insan, nihayetsiz bir inanç ufkuna sahip olmalı. Tavır, davranış ve söylemleriyle sadece dünyalıya değil, ruhlar âlemine de kahramanlık sergilemelidir. “Oku!” emrini layıkıyla, bihakkın yerine getiren, bilgelik tahtının sahibi, hoşgörü ve diyalog yurdunun uçsuz bucaksız ağası, iç dünyasındaki derinliği, bakış açısındaki ufka taşıma mahareti olan, Hakk'a giden yollarda sağa sola takılmadan, yalpalamadan ve tökezlemeden ilerleyebilendir.

İdeal insan, okuyup öğrendiklerini, tecrübelerini kendi olduğundan daha ziyade, bahsi geçen “insanlık” için tasadduk edebilecek bilgi cömertliği mertebesine erişmiş, kaynağından fışkıran dupduru bilginin ilimle, irfanla izdivacını sağlayabilen, insanı hakikate ulaştırmak için dur durak bilmeden gayret içinde olan, kendisine ve çevresine faidesi olmayan bilgiyi “derisini yenileyen canlılar” gibi bir gömlek değiştirme hamlesiyle dağarcığından/hard diskinden silen (silebilen) babayiğittir.

İdeal insan, kalbî ve ruhî yaşam standardını yakalama uğruna maddî ve manevî bütün kirlerden ıraklaşmada azimli, cismanî arzulara karşı teyakkuz halinde olan, kin, nefret, hırs, haset, bencillik ve şehvet gibi dinin habis gördüğü davranışlar manzumesinden göstermiş olduğu azim sayesinde hem günahın, hem de iblisin tuzaklarından kurtulmuş ve elini kolunu bağlayan zincirleri kırmasını bilen, tevazu ve mahviyet âbidesidir.

İdeal insan nefsini değil, neslini koruyup kollama peşinde, mülk ve melekût diyarını bir sinema şeridi gibi izleyenlerine aktarma iştiyakı içinde gözünü sahneden ayırmayan makiniste benzer. O, çileyi sabır gergefiyle göğüsleyip dilinden şükrü düşürmeyen, yaşama değil, yaşatma diğerkâmlığı gösteren, dilini cimriliğe düşmeden ve israf etmeden temkinli konuşup tarrakalar çıkarmayan, inandığı gibi inandıklarını yaşayan, yaşadıklarıyla da “insanlığa” örnek olan aksiyon eridir.

İdeal insan, yorulma nedir bilmez, sürekli koşar. Görenler, onu üveyiğe benzetirler. Hakk'a doğru adım atanlara yürümenin âdâbını öğretir. Yüreği bir yangının çıkış noktası olsa da etrafa asla belli etmez. Herkes odun taşır ateşe, o ise su peşindedir. Gelişi ve gidişi, Safâ ile Merve arasındaki say’i hatırlatır. Gönlünü gülistan eder yananlara. Acılarına merhem sürer gözlerinden. Gam yoktur, keder yoktur; kadere itiraz ise hiç mi hiç yoktur. Yoktur, çünkü gönlü yananlara rıhtımdır, sığınmacılara açılan kucağı ise hararete “serinlik” üfler.

İdeal insan, iki cihan yörüngelidir. Burayı değil, orayı hedefler. Orayı hedeflerken burayı ihmal etmez de. Yaşadığı her hadiseyi ayrı bir imtihan fasikülü sayar, dertlerle yaka paça oldukça göğsündeki imana sarılır. Hedef yolunda herhangi bir beklentiye girmeden ilerler. Hakk’ın hatırını âli bilir, hakkı ikame etmeyi hedefler ve O’nun hatırı mevzubahis olduğunda bütün arzu ve isteklerinden vazgeçer. Sinesi ummanlara döner, canlı ve cansız varlıklara şefkatle muamele eder. Onun dünyasında düşmanlık yoktur. Köprüler kurmak varken kuyular kazmaz. Bir yarış seremonisinde cereyan eden göz temaslarına dahi rakip hamlesiyle değil, alabildiğine müşfik bir eda ile mukabelede bulunur, sürtüşmeden kaçınır. Dini, ülkesi, ülküsü, bayrağı, velhasıl mukaddesat adına hizmet edenlere muhabbet eder. Müspet faaliyetlerinden dolayı muhataplarını alkış tufanına tutar.

İdeal insan, Cenâb-ı Hakk'ın inayetine mazhar olabilmenin yollarını araştırır. Kur’an’da geçen ayetleri bir değil, birkaç kez hıfzeder ve Allah'ın emirleri doğrultusunda inayete vesile birlik ve beraberliğe olağanüstü bir özen gösterir. Koordinatlarını, rotasını belirlerken yol arkadaşlarını, yarenlerini, hayırhahlarını da kendisi gibi Kur’an yörüngelilerden seçer. Birlikte dolaşmanın, birlik olmanın bereketinden istifade etmek için rahmet bulutlarının altında gezinir.

İdeal insan, Taptuk’un dergâhında pişen derviş, Pir’in önünde diz çöküp pervaneler gibi raks eden, ederken de Hakk’tan aldığını halka veren semazendir. “Rıza”dan başkasını görmez gözü; doğruya ramdır, sözü de, özü de doğrudur. O, “ben” demeden “biz” diyebilen, iyi şeyleri yapanı, güzellikleri ortaya çıkaran için kendisi yapmış gibi memnun olandır. İnsanlığa hizmet yolunda kim ehil ise ona “Önden buyur!” deme cesareti ve nezaketini gösterir. Liyakatiyle öne geçenleri gördükçe içine su serpilir ve "insanlardan bir insan olarak" yoluna kaldığı yerden devam eder.

İdeal insan, ayıp ve kusur araştırma yerine “gece gibi” olur. Başkalarının kusuru, onun gözlerine mil çektirir. Nahoş tavırlara mütebessim karşılıklar verir. “Emr-i bi'l-ma'rûf, nehy-i anil münker” ilkesini yerine getirirken kötülükleri iyilikle savar, incinse de incitmez!

Peygamberane duruşlar

İdeal insan, duygu, düşünce ve davranışlarıyla Hakk rızasına kilitlenir, müşriklere yönelik sarf edilen “Bir elime ayı, diğer elime güneşi verseniz dahi davamdan vazgeçmem!” duruşunu sergiler.

İdeal insan paylaşımcı, aklını başkalarının aklıyla zenginleştiren, geliştiren, değerlendiren, meşverete dayalı hareket eden dâhidir. Namdan, şandan, şöhret olma tuzaklarından, “yalandan da yılandan, çıyandan kaçar gibi kaçar”  kaçar ve unutulmayı tercih eder.

İdeal insan kötülüğe ve fenalığa, yaşadığı müddetçe hep iyilikle mukabelede bulunur. Kötülükleri yapanları “kötüler”  diye nitelendirmez, “kötü huylar” olarak değerlendirir ve kendini “Kaplumbağa Terbiyecisi”nin yerine koyarak her şeye rağmen iyilik abidesi olmaya çalışır.

İdeal insan korkusuzdur! Yaşadığı hâdise ne olursa olsun, ye’se ve telaşa kapılmaz, "Allah var, gam yok!” der. Onun dünyasında gücenme yoktur. Yol arkadaşlarına kırılmaz, yanlışlarına şahitlik ettiğinde onlardan uzaklaşmaz, perdeyi bütün bütün yırtmaz.
Olumlu düşünmek varken, asla olumsuz düşünmez -ümidini yerle yeksan etmez-!

İdeal insan, toplum düzeninin bozulmasından endişe duyar, maruz kaldığı pozisyonlardan kurtulmak için alternatif çıkış yolları arayarak sürekli kritik müdahaleler yapar, farklı stratejiler üretir ve kaostan kurtuluş reçeteleri hazırlar.

İdeal insan, kulluk vecibelerini yerine getirirken, getirilen mecranın bir ücret yeri olmadığını bilir ve ona göre hareket eder. Ömrünü Allah (cc) ve Habib’i (sav) ile kurbiyet içinde tamamlar. Kulluğunu bir disiplin mekanizması içinde yerine getirir, tersi bir durumu ise Hakk'a karşı yapılan saygısızlık olarak görür ve iki büklüm olup nedamet kurnalarında günaha bulanmış fikirlerini yıkayarak ruhen temizlenir.

Sonuç itibariyle ne çok ihtiyacımız var “İdeal İnsan”a…