İDARE etmek; daha çok mevcut
olan, süregelen, rutin işleri sürdürmek anlamında kullanılır. Kamu yönetiminde
ise idare, kanun ve kurallara göre düzeni koruyan otorite ya da kurum
anlamındadır. Bu anlamda örneğin kamu kurumları ile vatandaş ya da kamu çalışanları
arasında iş ve işleyişe dair ihtilafları düzenleyen İdare Mahkemeleri vardır.
Başka
bir yönüyle ise idare etmek, halk arasında bir olayı geçiştirmek, var olan
durumu değiştirmeden ya da tartışmadan sürdürmek anlamında kullanılır. Yani
mecâzî olarak aşırı tepki verilebilecek bir durumda duymazdan gelmek, alttan
almak, çatışma ya da kavgaya dönüşmesine engel olmak anlamında da kullanılır.
Yönetmek
ise daha çok yön vermek, belirli bir istikamet üzere sorunları çözüm odaklı ele
almak ve bir gelecek tasavvuru doğrultusunda gayret etmek olarak
tanımlanabilir. Neyi yönetiyorsanız, ona uygun ölçek ve boyutta hayâller
kurmalı, strateji ve taktikler üretmeli, uygun yetkinlikte kadrolarla süreçleri
yönetmelisiniz.
Demek
istediğim şu ki, örneğin ülkemizin bugünü ya da yarınına dair yorum, eleştiri
ve tartışmaları yaparken amacınızın ne olduğuna göre açıklamalar getirirsiniz.
Dünyanın gidişine, global sorunlara, bölgesel fırsat ve tehditlere, ekonomik
krizler, küresel iklim değişikliği ya da salgın gibi hemen hemen herkesi
ilgilendiren konulara karşı ilgisiz, kayıtsız ve duyarsız kalacak ve sadece “bugünkü
durumu idare etmeye” yönelik mi düşüneceğiz? Yoksa ülkemiz ve milletimiz başta
olmak üzere, kendi geleceğimiz ve dünyanın geleceğine dair tüm çevresel ve
küresel olayları da gözetecek ve kendi iç meselelerimizi gelecek vizyonumuz ve
ideallerimize göre çözerek “süreci yönetmeyi” mi düşüneceğiz?
Maalesef
geçmişte Türkiye uzun yıllar sadece “idare edilmiş” ama “yönetilememiş” bir
ülke olma durumunda kalmış ve bu durumdan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip
Erdoğan liderliğinde çıkabilmiştir. Siyâsî tartışmalardan bağımsız olarak eski
Türkiye’de durumu idare eden hükûmetler ve idareciler ise maalesef ülkemizi ne iddia
ve ideallerimize, ne de gerçek potansiyelimize uygun olarak yönetme iddiasında
bulunmuşlardır.
Esas
olarak yönetmek, bir iddia ve ideal ile birlikte var olabilir. Aksi hâlde idare
edenlerin kısır gündeminin eline kalırız. Geçmişte özellikle çok partili siyâsî
hayata geçildikten sonra rahmetli Menderes, Erbakan ve Özal gibi yönetme
iddiasında olan liderlerimiz olmasına rağmen, yönetme seçeneğini uzunca bir
süre elde etmeyi başaran tek lider, Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan olmuştur.
Açıkçası
vurgulamak istediğim şu ki, Türkiye “idare edilmeyi” değil, “yönetilmeyi” hak
eden bir ülkedir. Büyüklüğü, jeo-stratejik konumu, nüfusu, ekonomik
potansiyeli, askerî kabiliyeti, kültürel ve tarihî geçmişi ile beraber birçok
alanda iddiası olan, dünyaya söyleyecek sözü olan geniş bir coğrafyanın
liderliğini temsil eden bir anlayışla yönetilmeyi hak etmektedir.
Diğer
bir yandan milletimiz ise güçlü bir yönetim anlayışı ve liderlikle yönetilen
bir Türkiye isteği ve iradesini her seçimde demokratik olarak sürekli ve
kararlı olarak ortaya koymaktadır. Milletimiz idare edilen değil, yönetilen ve
dünyaya yön veren bir Türkiye hayâlini her türlü kirli oyun, darbe, terör ve
saldırılara canı ve malıyla karşı koyarak her fırsatta ispat etmiştir.
Dolayısıyla millete, milletimizin ve ülkemizin güçlü potansiyeline rağmen
eskiyi özleyen, içine kapalı, ürkek, edilgen, baskı altında bir idare
anlayışını yeniden milletimize dayatmak isteyenler, sadece “idare etme”
hevesindeler.
Dünyanın
da uzunca bir zamandır sadece durumu idare etmeye çalışan güçler tarafından
yönetildiği düşünülünce, yarının dünyasında söz sahibi olacak olan devletler ve
milletler, kendilerini yönetebilen, geleceklerine yön verebilenlerden olacaktır.
Sonuç olarak, iyi yönetilen bir Türkiye iddiası ile milletimiz yarının dünyasında fark yaratanlardan olacaktır.