İçsel dönüşüm

Nasıl ki bugüne kadar kentsel dönüşüme gereken ehemmiyeti verseydik ve buna engel olmaya çalışanları ekarte edebilseydik, bugün depremlerde daha az canımızı kaybedecektiysek, içsel dönüşümümüzü de bir an evvel hızlandırmalı ve zararlı organizmaları yok etmeliyiz. Ki biraz hasta düştük diye yok olmamıza gayret edenleri zamanında bertaraf edebilelim.

KATMERLİ hüzünlerin, müşkül acıların ve kabuk bağlamaya dirençli yaraların ehliyiz. Çünkü bize bir hüzün denk geldiğinde onu katmerliyor, millî yaralarımızı kazıya kazıya derinleştiriyor ve acıların yelpazesini genişletiyoruz. Bu vesileyle bizi mağdur, mahkûm ve mecbur bırakan bütün marazları alt kümelere ayırıyor, işin erbabı gibi onları tezyin ediyoruz. Bu bir el işçiliği…

Bütün mağduriyetleri mesuliyetlere dönüştürüyoruz. Bu ülke hain darbeler ve darbe girişimleriyle, 28 Şubat ve benzeri zulümlerle ve değerleri alaşağı etmeye yeminli iç düşmanların mütemadi saldırılarıyla çok defa sınandı. İdeolojilerin birbirini imha etme yolundaki sınırsız tuzakları da cabası...

Ve pek tabiî inancın, inancına göre yaşam sürmenin uzun yıllar baskılanmaya çalışıldığı garabetine hiç temas etmiyorum bile. Ezan-ı Muhammedi’nin sesini kısmaya çalışanlar, fişlenen imanlı askerler, başındaki örtüsü vahşi ellerce çekilen kızlar, kadınlar, absürt düşmanlıklar gördü bu aziz topraklar. Okuma hayâli elinden alınanlar mı dersiniz, secdeye giden başların fişlenmesi mi dersiniz, en çirkin nefretleri soludu ciğerlerimiz. Bir zamanlar Osmanlı’nın bütünü kavrayan, İslâm’ın şefkat eliyle her bir bucağa ve her bir kalbe gereken ihtimamı gösteren insanî tutumu, Birinci Dünya Savaşı’yla parçalanan toplumlara zerk edilen mikroorganizmalar sürecinde yıkıma uğradı. Belki de milletçe en büyük enkazın altında böyle kaldık.

Evet, bütün dünya bu savaşın sonunda büyük değişimlere uğramış, toprak bütünlüğü bozulmuş, sınırlar güncellenmiş ve daha doğrusu büyükbaşlarca pay edilmişti. Birbirine esir edilen milletler, birilerinin besin kaynağı olarak köşeye ayrılan topraklar, açgözlü masalarda imzalanan çirkin antlaşmalar ve dahası… İşte tam bu vasatta, içimize bazı kötücül bakteriler kolaylıkla dezenfekte edilemeyecek virüsler ve nesilden nesle aktarılacak DNA’lar zerk edildi. Biz de o gün bugündür milletçe ne zaman öksürsek, hapşırsak ya da ateşimiz yükselse kendi içimizde kendi bağışıklık sistemimize saldıran ve iyileşmeyi geciktiren, var olan hastalığı ölümcül hâle getiren bir bozulmayla karşı karşıyayız.

İçimizdeki tüm bu marazlarla yıllar yılı mücadele etmekte, dinî, millî ve kültürel bağlarımızı zayıflatmaya çalışan iç düşmanları tekraren mağlûp etmekteyiz. Ama işler ne zaman biraz sekteye uğrasa ve el birliği ile altından kalkmamız gereken yıkıntılara duçar olsak, bu köşede pasif hâlde bekleyen pusucular, yeniden gün yüzüne çıkıyorlar. Her defasında var olan bozulmanın cinsinden bir mutasyonla hâlihazırdaki müşkülü katmerliyor, etki alanını büyütüyor ve daha biz iyileşmeden bambaşka marazlarla ayağa kalkmamızı engelliyorlar.

“Deprem ülkesiyiz” diyorlar ya, esasen içimize zerk edilmiş bu pusucu hainlerle, yeryüzünün vücudunda vuku bulan depremleri, millî bağları yıkmaya yeminli depremlerle besleyenlerin ülkesiyiz. “HAARP” diyorlar bir de… El yordamıyla meydana getirilecek depremlere hiç inanmamakla birlikte, asıl yapay depremin, bütünlüğe ve toplumsal değerlere kastedenlerce meydana getirildiğini de es geçmemek gerektiğini düşünüyorum. Bir doğal afet olduğunda en hızlı ve en dinamik organizmalarımızla ayağa kalkmaya, iyileşmeye ve yaraları sarmaya gayret etmemiz gereken olağanüstü süreçlerde, can damarlarımızı koparmak üzere viral saldırıları çok defa deneyimledik. Devletin gücünü ve şefkatini üzerimizde hissetmemiz, bu güven duygusunda yaralarımızı sarmaya daha dirayetle gayret etmemiz gereken tüm ulusal hâllerde, bu saldırılarla büyük gecikmeler yaşıyoruz.

Art arda meydana gelen depremlerle çok sayıda canımızı kaybettik ve çok daha fazlası kayıpların kalpte açtığı yaralarla, evsiz ve memleketsiz kalmışlığın manevî enkazında yara aldı. Bize düşen, devlet organlarıyla birlik olup birbirimize iyi gelmekti. Bir kısmımız buna çabalarken, maalesef bu pusuda bekleyen virüsler de aktif edildi. Önce AFAD’ı ve askerimizi karaladılar. Çünkü ilk iş onlarındı. Enkaza yetişmeleri, olabildiğince hızlı ve etkili bir şekilde mücadele etmeleri gerekiyordu. Enkaz altındaki bütün nefeslere erişmeleri lâzımdı ve zamanla yarışıyorlardı. İşte tam bu vaziyet üzere, virüslerin saldırı taktiği de bu kurumlar üzerinden gerçekleşti. Hemen ardından dinî duygular üzerine bir saldırı plânlandı. Sahada çok sayıda cemaatin canhıraş mücadelesi kulaktan kulağa, dilden dile yayılırken, “Sakallılar gericidir” iftirasına inandırdıkları insanları kaybetme telaşına düştüler. Çünkü bir içimizde kötüyü yayan virüsler var, bir de ne yazık ki bu virüslerle aklı karışan, kalbi bozulan insanımız var. Devleti kötüleyen akılla onların organize kötüleme projesi sonucu aklı karışan, içine nifak sokulan insanımızı da ayrı kategoride değerlendirmeli. Onları da kazanmak için mücadele etmeli.

İşte bu depremlerle bir algının daha yıkımına şahit olduk. “Cemaatler, tarikatlar” diye hor gösterdikleri insanların sahada ihtiyaç sahibine el olma, aş olma, destek olma gayretleri öyle bir yayıldı ki AFAD’ı, askeri, jandarmayı, polisi bir kenara bıraktılar, Diyanet başta olmak üzere camiler, imamlar, cemaatler üzerinden ters bir algı yayma derdine düştüler. Fakat bu kurumlarımızdan da öyle güçlü bir ışık demeti süzülüyordu ki aydınlatılan mekânı karartmayı başarsalar da aydınlığın üzerini örtemediler.

Ve sıra Kızılay’a geldi. Kızılay’ın köklü kudreti Osmanlı’ya, gelişimi Cumhuriyet yıllarına ve zirvesi de son döneme tekabül eder. Son dönemde Kızılay kendi kendine kan takviyesi yapacak bir sistemle çok daha güçlenmiş, dünyanın her yerine el olurken sistemin aksamasına ya da büyük felâketler sürecinde pasif kalmasına izin vermeyecek şekilde organize olmuştu. Birtakım kirli akıllar Kızılay’ın lojistik faaliyetlerini sanki saklanan, gizlenen ve açık edilmesi gereken bir hareket gibi göstermeye çalıştı. Oysa zaten bilinen, Kızılay’ın kendi kanalları ile beyan edilen, takip edilebilen ve son derece akılcı ve legal olan bu faaliyetler, depremler öncesinde de pek çok ihtiyaç sahibine tam teşekküllü yardımların ulaşmasını sağlıyordu. Takdir edilmesi gereken yeni projeler ve Kızılay’ın çağdaş atılımları, tam da kendi insanımızın Kızılay’a güven duyması gereken şu ahvalde yıkılmaya çalışıldı.

Bunlar ve çok daha fazlası, sosyal medya üzerinden tesis edilen kirli algılar, insanları birbirine düşürecek ayrıkları pişirip pişirip servis etmeler, devlet ve millet bağını kökünden koparma girişimleri tek bir amaca hizmet etmektedir. Amaç, ülkemiz öksürürken ciğerleri deşmek, milletimiz yara aldığında yarayı kansere çevirmek, toplumsal bağlamda ateşimiz yükseldiğinde bu ateşten sönmeyecek yangınlar peydah etmek. Ve pek tabiî, dış odaklı ve iç düşmanlı bir girişim bu.

Nasıl ki bugüne kadar kentsel dönüşüme gereken ehemmiyeti verseydik ve buna engel olmaya çalışanları ekarte edebilseydik, bugün depremlerde daha az canımızı kaybedecektiysek, içsel dönüşümümüzü de bir an evvel hızlandırmalı ve zararlı organizmaları yok etmeliyiz. Ki biraz hasta düştük diye yok olmamıza gayret edenleri zamanında bertaraf edebilelim.

Çirkin algıların yöneticilerini, yayıcılarını bir tarafa ayırın, bu algılara inandığı için bizden ayrı düşen insanımızı bir tarafa ayırın. Algı sahibi sinsi pusucuları yok ettiğimizde, onların kirlettiği akılları ve kalpleri dezenfekte edebilir ve yeniden bünyemize dâhil ederek birliği sağlayabiliriz. Bize içsel bir dönüşüm gerek. Rabbin yardımıyla…