İÇİNİZLE iletişiminiz iyidir umarım. Akşam eve geldiniz ve çok yorgunsunuz. Hatta gün içinde birtakım tatsızlıklar yaşadınız. Ailenizden veya size çok iyiliği dokunmuş biri çat kapı geldi. Çay, kahve, içeceklerin yanında bir şeyler lazım. İçinizle yüzünüz sanırım azıcık farklı olur. Elbette gelmelerini isterdiniz, keşke bir de zamansız olmayaydı, sohbet esnasında uyuklayıverdiniz.
Sanki istemiyormuş gibi oldu. Buna benzer iç ve yüz farkı çok oluyor diye düşünüyorum. Tükürme ihtiyacı hissettiniz, etrafı gözlemlediğiniz kadarıyla kimse de yok, sokağa tükürüverdiniz. Vardığınız ilk arkadaş ortamında da arkadaşlarınızdan biri ateşli ateşli sokağa tükürenlerle ilgili söylemedik laf bırakmıyor. Bir de demesin mi size, “Öyle değil mi?” diye… Herkesin ona hak verdiği, hatta ateşli ateşli desteklediği bir durumda ne diyeceksiniz? “Size katılmıyorum. Az önce sokağa okkalı bir tükürük fırlattım…” deyin bakalım kolaysa. Belki alışık olmadığınız için doğrudan hak veren cümleler kuramasanız da lafı gevelediniz. Tersi durumda da öyle ateşli cümlelerle konuya katkı yapanlar oluyor ki kendinizi savunamazsınız. Böyle durumda ilginç bir şey oluyor. İster susun, ister lafı geveleyin ister ateşli savunun, söylediğinizin tersini yaptığınızı içiniz biliyor. Biliyor da ne oluyor? Esas mesele ondan sonra başlıyor…
Çevrede çok fazla mutsuz, uyumsuz, geçimsiz, şikayetçi, kaprisli insan var. Bu yazıyı okuyan biri olarak siz öyle misiniz bilemiyorum. Olsanız da olmasanız da bundan sonraki satırları “acaba” sorusunu yanınızdan ayırmadan dikkatlice okumanızı tavsiye ediyorum. Doğrudan “sebebi budur” denemese de “hiç alakası yok” da denemez. İçimiz ile dış dünyamız arasında bir alakasızlık olabilir mi? Diyelim ki içiniz İngilizce bilmiyor. Dışınız şakır şakır İngilizce konuşabilir mi? Elbette ki hayır. Nasıl içiniz nezaketli ifadeleri bilmiyorsa dışınız da onları sergileyemez, aynen öyle. Bu konuda referans cümlemiz Mevlânâ’dan gelsin. Ancak ondan önce şu soruyu da ortaya koyalım: “Varsın içimden karşımdakine küfredeyim, dışım da onu iltifatlara boğsun, ne mahsuru var? Eğer sonuçta bana zarar veriyorsa bundan kurtulamaz mıyım?”
Mevlânâ’nın sözünden başlayalım… Ne demiş? Bir deryanın içinde ne varsa sahiline yani dışına o vurur, demiş. Çer çöp varsa sahilden doğal sünger toplayacak hâlimiz yok. İçiniz sizin yalancı, sahtekâr, hırsız, ahlaksız, rüşvetçi, kayırmacı olduğunuzu biliyorsa “Bende bu çirkinlikler var” diye bas bas bağırmaz. Peki bağırmıyorsa bunları dışa nasıl vurur? Bunların bilinmemesini sağlayacak şekilde tezahür eder, dışa vurur. Meselâ tedirginlik olur. “Acaba benim bu hâlimi anlayan çıkacak mı?” Ne kadar profesyonel olursanız olun bu yaşanır. Bir başka tezahür şekli, başkalarının sizdeki çirkinliklere benzer çirkinliği azıcık bile olsa o abartılır. Hatta iftira boyutuna bile gidilir. Böyle iseniz kolay yalan söylersiniz, iftira edersiniz, rol yaparsınız. Huzurunuz olmaz. Sürekli mutsuzsunuzdur. Etrafa mutsuzluk saçarsınız, çatışmaya hazırsınızdır ve uyumlu olmazsınız. Başkaları hakkında sürekli olumsuz düşünür, senaryolar üretirsiniz. Hele bir de o senaryolardan bazıları tuttu mu tadına doyamazsınız ve kendinizi dünyanın en doğru, haklı, ahlâklı insanı görürsünüz. Çünkü, siz başkasının çirkinliğini keşfetmişsinizdir ve sizinki de nasıl olsa bilinmiyordur. Bilinmeyen çirkinlik sanki güzellik gibi gelir size. Aslında böyle küçük teselliler olsa bile hayat bir nevi cehennemdir sizin için.
Bunları ben yaşadığım için biliyorum. İçimde çirkinlik taşıdığım zamanlar çok oldu. Birisinin hatasını yüzüne söyleyemiyordum ancak dedikodusunu yapmaktan da geri durmuyordum. Yalan söylüyor olsam da içim gerçeği biliyordu. Yalanım, çirkinliğim ortaya çıkacak diye tedirginlik yaşıyordum. Tabii bu arada cümlelerimle hakikatlere taklalar attırıyordum. Ne kadar takla attırırsam attırayım içim hakikati bütün çıplaklığıyla biliyordu. Yalancı bir uyum gösteriyordum ancak her fırsatta karşımdakini tuzağa düşürmeye çalışıyordum. En büyük zevk aldığım konu ise “galip gelmek, yalancıktan da olsa haklı çıkmak, üstünlük duygusu yaşamak” idi. Peki, ne oldu da değiştim?
O ara üst üste yaşadığım bazı olumsuzluklar bana iyice saldırmaya başladı. Özgüvenimi, toplumsal hayatımı tehdit etmeye başladı. Tam bu sırada rahmetli Doğan Cüceloğlu Hoca ile tanıştık. “İletişim Gönüllüleri” diye bir grubumuz vardı ve buluştuğumuzda öyle derin sohbetlerimiz olurdu ki bunlar kendimi keşfetmeye teşvik eden, içimdeki çirkinlikleri bana fark ettiren sohbetlerdi. Çirkinliklerimi fark ettim etmesine de onlardan nasıl kurtulacağım sorusunun cevabını da şu şekilde birkaç cümle ile özetleyivereyim…
Değerlerimiz olmalı. Şahsen Müslümanlık değerlerinin evrensel manada en iyisi olduğunu düşünüyorum ve o değerlere sarıldım. O değerlerden taviz veremem. Iskaladığım olmuyor mu? Tabii ki oluyor. Özür dileme, af dileme, telafi etme, helalleşme, tövbe kavramları imdadıma yetişiyor. Bunlarda gecikmeye fırsat vermiyorum. Tabii şu iki temel konuyu da açıklamam lazım:
1. Dış dünyam haklı içim haksızsa: Diyelim ki çok şey tüketmek istiyorum ancak param yoksa ne yapayım? Helal olmayan kazanç değerlerime uymuyor. Helal yoldan da para kazanmayı beceremedim. Şimdi ne yapayım? Çok şey tüketmemek gerektiği konusunda içimi değiştiriyorum. Çünkü, değerlerimden taviz verirsem bunu içim biliyor. İçimin bilmesi ise beni ömür boyu perişan edecek. O yüzden en iyisi içimi değiştirmek oluyor bu durumda.
2. İçime izah etmek: Diyelim ki bir arkadaşımın bana karşı bir davranışını değiştirmesini istiyorum. Lakin o da hiç değiştirmediği gibi iyice abarttı. Sonra onu kıracak, üzecek şekilde bir hareket yaptım. Tam burada içim bana diyor ki: “Yahu sen ne biçim bir insansın ki birinin kalbini kırıyor, üzüyor, incitiyorsun. Üstelik değerli ve iyi biri.” Oturup içime izah ediyorum. Üstelik güçlü gerekçeler bularak. Diyorum ki meselâ: “Ayağım kangren oldu. Onu kesmezsem bütün vücudumu saracak ve öleceğim. Vücudun çoğunu kurtarmak için bacağımın kesilmesini kabul etmem doğru olmaz mı? O yüzden arkadaşımın kırılmasına yol açan o davranışı yapmasam arkadaşım daha zararlı bir insan hâline gelecek ve hem kendini hem de beni mahvedecek. İkimizin de kurtuluşu için onun bu sert muameleyi görmesi gerekiyordu.” Eğer içim izahımı beğendiyse hiçbir sorun kalmıyor.
Eğer içinizde çirkinlikler varsa ve bundan kurtulmak istiyorsanız şöyle yapabilirsiniz. Dışınız genelde evrensel değerlere uygun davranır. Eğer dışınız kabul ettiğiniz değerlere uygunsa hemen içinizi değiştirmeye bakın yani içiniz de dışınız gibi olsun. Meselâ “Tebessüm iyidir” diye değeriniz varsa içinizden gelmese bile tebessüm edin. Sürekli de içinizi ikna etmeye çalışın ve içiniz de belli bir süre sonra tebessüm etmeye başlayacaktır. Dışınız uyumlu olmayı mı doğru buluyor? Hemen içinizin de o ortamda uyumlu olması için gerekçeler bulup içinize yardım edin. Dışınız sizin değerli olduğunuzu mu haykırıyor? O hâlde hemen içinizi de “değerli bir insan” olduğunuza ikna edin. Yine Mevlânâ’nın sözüyle nihayet verelim: “Ya göründüğün gibi ol yahut olduğun gibi görün.” Bu söz her durumda doğrudur. İçinizi de göründüğünüz gibi yaparsanız zaten sorun yok. Olduğunuz gibi göründüğünüzde de içinizin çirkinlikleri dışınıza yansıyacak ve başkaları da fırça atarak, dışlayarak, ceza vererek, alay ederek sizi terbiye edecektir. Sonuçta ise kazanan siz ve sevdikleriniz olacaktır.



