MAHZUNE: Üzülmezsen gerçekten, ama gerçekten kırılırım!
Mesude: Bir dakika ya, anlamadım! Ben niye üzüleyim ki, aklımdan
zorum mu var? Moralim yerinde, sağlığım yerinde, işlerim yolunda. Bunların
tersi olsa kaç yazar?! Üzülmeye değer mi, mutlu mesut yaşamak varken niye
üzülecekmişim? Git başımdan Allah’ını seversen!
Mahzune: A! Gören de kafayı yedin sanacak. Asıl senin üzülmen,
acılar içinde kıvranman lazım. Aksi halde o sıfatlarının bir anlamı kalmaz ki…
O sıfatlar üzülesin diye sana verildi.
Hatta o kadar çok üzülmelisin ki zaman zaman kendinden geçmelisin, insanlar acı
ve üzüntüden o hale düştüğünü görmeli…
Mesude: Peki, ben üzülmezsem onların durumu ne olacak? Anladığım
kadarıyla onlar üzülecek. Onlar da kafalarını kullansınlar, kendi
mutluluklarını benim üzülmeme bağlamasınlar. Ben ne onlar mutlu diye mutluyum,
ne de onlar mutsuz diye mutluyum. Benim sıfatlarıma bakıp kendi hayatlarını
şekillendirmeye kalkmasınlar bence…
Mahzune: Seni gören duyan da başka bir âlemde yaşıyorsun zannedecek.
Yahu sen görme engellisin, ışığı dahi hissetmiyorsun, göremiyorsun. Üstelik
kadınsın, fakirsin, garibansın! Tüm bunların birleştiği bir durumda
yaşadıkların ortada ve hâlâ “Üzülmüyorum da üzülmüyorum” diye tutturuyorsun.
Kesinlikle eminim ki, seni yakından tanımayan biri bu şartlarda “Mutluyum” diye
tutturmanı ya kafayı yediğine ya da yalan söylediğine bağlar…
Mesude: Evet körüm, hem de katıksız… Evet, garibanım, fakirim,
varoşların çocuğuyum ve kadınım! Ve yine evet, bunlara rağmen üzülmüyorum. Ne
olmuş, niye üzülecekmişim?
Mahzune: Bir görenle görmeyenin farkı olmayacaksa, bir zenginle
bir fakirin farkı olmayacaksa, bir garibanla gariban olmayanın, köylüyle
şehirlinin, kadınla erkeğin farkları olmayacaksa bu özellikler niye yaratıldı o
zaman? Oh, ne âlâ memleket! Fakiri zengini bir, köylüsü şehirlisi bir, kadını
erkeği bir, garibanı gariban olmayanı bir, sağlamı sakatı bir... Olacak şey mi
Allah aşkına?! Biraz makul ol! Fakirler üzülmeli ki zenginler mevcut
durumlarının şükredilecek bir durum olduğunu anlasınlar. Körler üzülecek ki
görenler hallerinin iyi bir hâl olduğunu anlasınlar. Köylüler hallerinden şikâyetçi
olsun ki şehirliler ellerindekilerin iyi bir şey olduğunun farkına varsınlar.
Kadınlar erkek olmayı yüceltsinler ki erkekler kendilerine biçilen rollerin
gereklerini yapsınlar…
Mesude: Şekerim sana hiç mi hiç katılmıyorum. Üstelik
söylediklerinin yaratılışa aykırı olduğunu da düşünüyorum müsaadenle. Şöyle ki,
senin dediğin, armudun elmaya bakıp haline şükretmesi gibi bir şey… Armutla
elma karşılaştırılır mı? Belki “Biz armutla armudu, elmayla elmayı
karşılaştırıyoruz” diyebilirsin, ama aslında iki insanı karşılaştırır gibi iki
meyveyi karşılaştırıyorsun. Burada söylemek istediğim şu: Her insan, hatta her
canlı, ikiz veya üçüz bile olsa, mutlaka birbirinden farklıdır. Hiçbir canlı,
diğerinin aynısı değildir. Benzeyebilirler ama farklılıklarını sayarsan aynılıklarından
çok daha fazladır belki. Şimdi sen tutuyorsun, bu kadar iki farklı özelliğe
sahip iki insanın, birbirlerinin bir özelliklerinden dolayı mutlu veya mutsuz
olmalarını bekliyorsun. Adam zengindir ama kiloludur ve belki de kilosunun
getirdiği hastalıkları vardır. Ben de fakirimdir ve fit bir vücudum vardır. Ne
olacak şimdi? Param yok diye üzüleyim mi, yoksa ağrım sancım yok diye sevineyim
mi? Eğer bir karşılaştırma yapılacaksa, insanın kendi kendisinin durumları
arasında karşılaştırma yapılmalıdır. Düne göre daha mı iyiyim, daha mı kötüyüm?
Mahzune: Hah, şimdi benim dediğime geldin mi? Düne göre veya
evvelki güne göre daha kötüysen üzülmen gerekiyor. Diyelim ki çocukken
sağlamdın ve sonra kör oldun, doğal olarak üzülmelisin. Bunu başkalarıyla
karşılaştırma şeklinde de yapman gerekir. Mesela çevrende zenginler var, onlar
zengin de sen niye değilsin? Sen de zengin olsan daha iyi olmaz mı? İnsanın, şu
anki halini ister önceki hali, ister başkalarının hali ile karşılaştırıp
üzülmesi son derece normaldir ve gereklidir. O yüzden senin de bulunduğun şartlardan
dolayı üzülmenin hiçbir mahsuru yok, hatta gerekli… Bazı şeyler için insanlar
üzülmeli ki diğer şeylerin değeri, kıymeti olsun…
Mesude: Son derece yanlış şeyler söylüyorsun ve bu yanlışlıklar
içinde de yanlış sonuçlara gidiyorsun. Diyelim ki herkesin klimalı, konforlu,
sensörlü otomobilleri, senin de kliması olmayan, konforlu olmayan bir
otomobilin var. Senin mantığına göre bu durumda üzülmen gerekiyor. Hâlbuki 50
yıl önce çok az insanda otomobil vardı ve senin otomobilinin özellikleri en
ideal özellikleri içeriyordu. Ne olacak şimdi? Üzülecek misin, sevinecek misin?
Bu durumda istediğin yönde, kendi şartlarında sürekli bir ilerleme bile olsa,
dünyada senden daha ileri noktada birini gördükçe mutlu olamayacaksın. Diyelim
ki senin için zenginlik önemli; servetini yüz kat arttırdın, ama senden daha
zengin insanlar olduğu için hâlâ mutsuzsun. Ülkenin en zengini oldun ama hâlâ
dünyanın en zengini değilsin? Ne olacak şimdi? Neyse... Burada asıl
karşılaştırılması gereken şey şu: Bir insanın değerleri olmalı; o değerlere
göre o insan ne durumda? Buna bakmak gerek işte! O değerler gerçekten pek çok
şeye değen şeyler olmalı. Sadece pek çok şeye değecek şeyler olması da yetmez,
aynı zamanda o kişinin şahsî gücü nispetinde olmalı. Mesela bir insan için
zengin olmak mı önemli, yoksa helal yoldan kazanmış olmak mı? Böyle bir durumda
helal yolla kazanılmış bin lirası olan, haram yolla kazanılmış 1 milyon lirası
olandan daha mutludur. Ayrıca bu zenginliği elde etmesi de kendi imkânlarıyla
olmalı. Bir başkasının cebindeki/kontrolündeki paraya göre hesap yapmamalı. “Öyle
bir paraya sahip değilim” diye üzülmemeli veya “Sahibim” diye sevinmemeli. Ne
demişler şekerim? “İğreti malı düğün damında soyarlar…”
Mahzune: Ne demek kız o?
Mesude: Bir kişi evlenirken veya düğüne giderken ödünç kıyafet
alırsa, düğün esnasında geri alıverirler, gözünün yaşına bile bakmazlar vallahi!
Görmekmiş, görmemekmiş, köyde yahut varoşta yahut da sarayda doğmuşum, hiç
önemli değil. Nasıl olsa onları ben belirleyemiyorum. O yüzden üzülmeme de
gerek yok. Denizde iki geminin çarpıştığını haberlerde dinleyince “Eyvah! Bu
iki gemiyi nasıl olur da ben çarptırırım” diye üzülmem. Niye üzüleyim ki? O
geminin kaptanı değilim, patronu değilim; çarpışmalarını da, çarpışmamalarını
da sağlayacak bir gücüm veya yetkim yok…
Mahzune: Tamam, kör olup olmamak senin elinde değil. Ama üzülüp
üzülmemek senin elinde. Körlüğüne, fakirliğine, köylülüğüne, garibanlığına
üzülmezsen, bunların önlenmesine katkı yapmamış olursun. Körlük üzülecek bir şey
değilse, göz doktorları niye uğraşsınlar ki çare bulmak için? Fakirlik üzülecek
bir şey değilse, ülkeler niye kalkınmaya çalışsınlar ki? Köylülük üzülmeye
değmezse, niye köylüleri şehre getiriyor ya da köyleri şehir gibi yapıyoruz ki?
Olacak şey mi canım bu dediğin şeyler?
Mesude: Yahu kardeşim, ben mi diyorum onlara “Köyleri şehir gibi
yapın, zenginleşmeye uğraşın, hatta bunun için suları, ormanları, denizleri
mahvedin, birbirinizi öldürün” diye? Akıllarını başlarına alsınlar da
yapmasınlar! Otursunlar da adam gibi yaşasınlar! Şu güzelim dünya hangimize
yetmedi Allah aşkına?! Senin bir değil, beş dairen oldu; 10 değil, 100
otomobilin oldu… Oldu da ne oldu? Gözün görüyor, başın görüyor; sen de, ben de
şu duvarın arkasını göremiyoruz. Duvarın arkasında ne olduğunu sen de, ben de sadece
tahmin ediyoruz. Doktorlar beni üzüntüden kurtarmak için göz tedavisi
yöntemlerini geliştirebilirler. Bunu, görevleri olduğu için de yapabilirler.
Aynı dürüstlükte olduğu gibi… Sen, ilkelerin gereği dürüstçe ticaret
yapabilirsin; ancak dürüstçe yapılan ticaret çok daha kazançlı olduğu için de
ticareti böyle yapabilirsin. Hangisini tercih edersen... Ben, sonunda kazanç
olmasa da dürüst olmanın gerekliliğine inanırım. Bir doktor da görevi gereği bu
sahada daha fazla şey yapması gerektiği için göz tedavilerini geliştirebilir.
Gördüğün gibi şekerim, benim üzülüp karalar bağlamamı sağlayamayacaksın! Bence
kendini yorma!
Mahzune: “Mutlu olmakta kararlısın ha, alacağın olsun!”
***
Not: Hangisinin söylediklerinin aklınıza yattığını bilemiyorum. Benden de size bir soru: Mesude’nin yerinde olsaydınız Mahzune’yi haklı görüp üzülür müydünüz?