İbret nazarıyla bakabilmek

İlâhî adalet, çevrenin ve insanların nefes alması için 2000’li yılların ilk çeyreğinde insanlara bu hatâlarından dönmeleri için fırsat tanımıştır. Sebebi ister biyolojik savaş, ister vahşi hayatın daralması olsun, mikroskobik bir canlı olan virüsle bizlere mesaj verilmiştir. Evlere kapandığımız bu tarihî günleri tefekkürle geçirip nerede hatâ yaptığımızı iyi tahlil etmeliyiz.

SINIFTA kaldık; dersimize iyi çalışıp başarıyla hayat okulundan mezun olamadık. Affet Rabbimiz, aczimizi anlamayı, tefekküre dalmayı, mazlumun yanında olmayı, kader ve şerrin senden geldiğini, İlâhî nizâmın Senin kudret eserin olduğunu anlamayı nasip et!
İlim ve fen adına ilerlememiz ve bu nizâm içerisindeki kuralları öğrenmemiz bizi Senden uzaklaştırdı. Kibre ve gurura kapıldık, sonsuzluk arzusuyla kendimizden geçtik. Dil, ırk, renk gibi kavramlarla ayrıştık. Bir bütünün parçaları olamadık. Affına sığınıyor ve başımıza gelen her türlü musîbetten ibret alıyoruz. Artık akıl ve idrak ver ve en önemlisi bizi affet!
Felâkete kapı tutmak
Her çağın kendine özgü çıkmazları olmuştur. Eski çağda yaşamış birçok milletin hikâyesini bazen edebiyat eserlerinden, bazen de de bizlere gönderilen Kutsal Kitabımızdan öğreniriz. İnsan hikâye ile geçmişin izini takip eder, yine hikâye ile geleceğin şifrelerini çözüp geleceği inşâ eder. Gönlümüze ve kalemimize kuvvet geldikçe bize verilen nimeti yâd eder, topluma faydalı eserler üretmeye çalışırız. Doğru bildiğimizi söyleriz; zulme, haksızlığa engel olamasak da kalemlerle çığlığımızı yükseltiriz. Rabbimiz kıssalarla bizleri uyarır, her bir kıssanın içinde türlü meseller verir ki insanlık ibret nazarıyla baksın. Kendinden önce yaşananlardan ders çıkarsın ve İlâhî nizâma katkı sunsun, yeryüzüne niçin geldiğinin farkına varsın.
En büyük cezayı bozguncular görmüş; yeryüzünde fesat çıkaranlar, mazlumun ahını alanlar helâk olup gitmiştir. Ne yazık ki, haksızlığa sessiz kalanlar da cezadan kurtulamamışlardır.
Rabbimizin anlattığı kıssaların her bir kelimesi/âyeti şifrelerle doludur. Bazen bunları bizim aklımız ve ferasetimiz anlamaya yetmez. Anlamamızın yolu, Âlemlere Rahmet olarak gönderilen, En Şerefli İnsan olan Rehberimizin anlattıklarını takip etmektir.
Yüce Yaratıcımız, “Ey akıl sahipleri!” diye hitap ederek başlar meselleri anlatmaya. Aklımızı kullanıp ibret alma iradesini bize verir. Mükemmel olarak sürüp giden nizâma baktığımızda aczimizi bir kez daha anlarız. Hangi çağda hangi ilerleme görülürse görülsün, kitleler hiçbir zaman mutlu olamamışlardır. İlerlemeden adalet, hak, hukuk çıkmamış, yalnızca kaos gelmiştir yeryüzüne. Sanayileşme ya da şehirleşme ve teknolojik gelişmeler, insanlığa fayda vermeyip, sadece mutlu azınlığın refah seviyesinin artmasına katkı sunmuştur. Açlar ve sömürülenler, yerinden yurdundan sürgün edilenler, bir lokma aş ve bir yudum suya muhtaç kalanların sayısı arttıkça, Yüce Mevlâ’mız da bu kıyımlardan ve kaostan toplu olarak tüm insanlığı sorumlu tutmuş ve bazı cezalara lâyık görmüştür. Zira bu başımıza gelen felâketleri ancak ibret nazarıyla bakanlar anlayabilir.
Gerçekten de zulme ve doğa katliamlarına, canlı varlıkların (bitki ve doğal çevre dâhil) kıyımlarına göz yumup sessiz kalanlar da sorumludurlar. Zira doğal hayat, biz akıl sahibi insanların hizmetine verilmiştir, korunması da bizim sorumluluğumuzdadır. Bu sorumluluk için ne mi yaptık? Hiçbir şey yapmadık! Sadece tükettik, tükettiğimiz şeyler için teşekkür etmedik. Hâl diliyle onlarla konuşup, onları canlı nazarına alıp özür dilemedik. Harcadığımızın ve tükettiğimizin yerine yenisini koymadık.
“Milenyum” dedik, takvimlere anlam yükledik. Yaşadığımız çağı çok abarttık, günlerce ve haftalarca kutladığımız bu çağa girdik ve yaşıyoruz işte! Milenyum girdi gireli milyonlar mazlum, vatansız ve mülteci durumuna düştü.
Doğa için duâya ve mutlaka eyleme
Ey Allah’ım! Biz, yaşadığımız sıkıntıları hak ettik. Mutlu azınlık, çocukları ürküttü. Onların ürkek bakışlarıyla güldük, eğlendik, buna rağmen hayatımıza devam ettik. Bu hayattan ürkmüş bakışlar dururken nasıl mutlu olmayı başaracağız?
Rabbimiz, şüphesiz Sen, gizli ve aşikârı görürsün, bu ürkek çocuksu bakışlar Seninle söyleşirken bizi şikâyet ettiler mi? Yetişkin insanların bile panik yaşadığı bombalama ânından kurtulup ambulansa konan çocuğun tozlu, olgun, kayıtsız bakışlarında, jandarmanın kucağında sahilde taşınan bebeğin başının ve uzuvlarının ahenkli sallanışında, parmağını sallayıp “Şikâyet edeceğim” diyen çocuğun kararlılığında, ismini ve konuştuğu dili unutup hem ağlayıp, hem gülen masum kızın boynunun bükülmesinde dünyanın düzeninin hiç eskisi gibi olamayacağını derinden hissetmiştik.
Birçok çâresiz insanın gözyaşlarını naklen yayınlarda izledik; bombalar masum insanların üzerlerine yağarken, elimizdeki kaşık düşmedi, içecek boğazımıza dizilmedi. Hayatın tadını çıkardığımız saatlerde, acı çeken, ezilen ve sürülen insanların nabız vuruşları bizim kalbimizi acıtmadı. İzlerken “Vah vah!” dedik, birkaç siyâsî sloganla geçiştirdik. Bazı bayram günlerinde yine devam etti saldırılar, zalimler çoğu zaman bombardıman için kutsal günleri, kutsal mekânları seçti. Bilim insanlarının kabul ettiği bir gerçek var ki, bu evrendeki döngü bir gün bozulacak. Ne olursa olsun, sürekli genişlemekte olan evren sonsuza kadar yaşamayacak. Her geçen gün keşfedilen karadeliklerin gizemi çözülememişken, hâlâ ölümsüzlük ve sonsuzluk beklentisine giren biz insanların hırsı çok anlamsız!
Dünya dışında yaşam izine ulaşıp oralarda üs kurmak için yarışan insanlık, sonunda farkına varacak ve kendisine tayin edilen yerde ve zamanda ömrünü tamamlayıp İlâhî huzura, asıl sonsuzluk âlemine erecek.
Büyük kıyamete hızla sürüklenirken, âhir zamanı yaşamaktayız. Ölümü tadan her canlı, kendi küçük kıyametini yaşamaktadır. Büyük kıyamete hazırlık niteliğinde birçok afet ve gücümüzü aşan felâketler yaşamaktayız. Doğa kanunlarını hiçe sayarak, canlı cansız tüm varlıklara hoyratça davranarak kendi sonumuzu hazırlamaktayız. Her saniye dünyanın birçok bölgesinde sayısız doğal afet ve çevre felâketi yaşanmakta, yüzlerce, binlerce insan evsiz kalıp hayatını kaybetmekte…
Bu karşı koyamayacağımız olaylar, bazen dünyanın döngüsü içinde doğal sebeplerle olurken, çoğu zamansa insanların, yüzyılların birikimiyle gerçekleştirdiği tahribat sonucu yaşanabilmekte. Her kriz sonunda yaralar sarılmaya çalışılırken, nedenleri konusunda insanlığın oynadığı yıkıcı roller bakımından kafa yormamız gerek. Her yaşanan felâket, akıl ve irade nimeti verilmiş insanlık tarafından iyi değerlendirilmeli. Sıkı sıkıya bağlandığımız alışkanlıklarımız ve yersiz kurgularımız sorgulanmalı, değiştirmek için çaba sarf edilmeli.
Artan kaynak tüketimi, iklim değişiklikleri, çevreyi ve havayı kirletici maddelere daha fazla ihtiyaç duyulması, gelir dağılımındaki adaletsizlik giderek bu öngörülebilir felâketleri tetikliyor. Her ülkenin politikasında yerini alan tedbirlerse sürdürülebilirliğini yitiriyor. Çünkü doğal çevreyle kendi arasına mesafe koyamayan insanlık, ona uyum sağlamak ve bütünleşmek yerine hükmetmeyi ve değiştirmeyi tercih etmiş. Ne kadar fazla değiştirip kirlettiyse, o oranda diğer canlı varlıklara zarar vermiş. İnsan, var olduğu andan itibaren doğayla uyumu gözetmiş, ihtiyacını karşılamak bağlamında ona yaklaşmıştır hâlbuki. Ama son yüzyıllara gelindiğinde, sömürü devletlerinin politikalarıyla dünyanın dengesi altüst olmuştur. Maalesef sadece insan değil, doğa da sömürülmeye başlanmıştır. Artık yoksul daha yoksul, zenginse daha da zengindir.
Yine de insanlık, son çığlıklarını atarken umudunu yitirmemiştir. İlâhî adalet, çevrenin ve insanların nefes alması için 2000’li yılların ilk çeyreğinde insanlara bu hatâlarından dönmeleri için fırsat tanımıştır. Sebebi ister biyolojik savaş, ister vahşi hayatın daralması olsun, mikroskobik bir canlı olan virüsle bizlere mesaj verilmiştir. Evlere kapandığımız bu tarihî günleri tefekkürle geçirip nerede hatâ yaptığımızı iyi tahlil etmeliyiz. Ve duâ nimetine sımsıkı tutunup, İlâhî gazaba uğramamak, sonsuz nimetlere ermek ve insanlığın kurtuluşunu gerçekleştirmek için içtenlikle istemeliyiz: “Ey Rabbimiz! Bize güzel ve kabul edilecek duâyı öğret. Akıl ve şükür nimetini elimizden alma!”