
SUYUN üzerinde olan bir duvarın üstündeyseniz ve susamışsanız, suyu içmek için yapacağınız tek şey, o duvarın tuğlalarını suya atmaktır. İşte hayatın esası, özü bu aslında. Elbette bu iş meşakkatli ve bir o kadar da zor. Bu durumu rahmetli Cemil Meriç, Yıldız olmak kolay değil, ışık olmak için yanmak, yanmayı göze almak lâzım diye açıklıyor. Yanmayı göze almak, Hazreti İbrahim Peygamber (as) olmayı göze almak değil midir?
İbrahim olmak önemlidir. Çünkü İbrahim Peygamber’in ismi Kur’ân-ı Kerim’de Evvâh (çok ah eden, niyaz eden), Halîm (hilm sahibi, yumuşak huylu), Munîb (Allah’a gönülden yönelen), Hanîf (şirk ve dalâletten uzak durup Tevhid dinine sımsıkı sarılan), Kânit (Allah’a kulluk eden) ve Şâkir (çok şükreden) olarak yirmi beş surede altmış dokuz defa geçmektedir. Ayrıca kendi adıyla bilinen bir sûre vardır.
Bizim için o, Allah’ın Halîlim (Dostum) diye taltif ettiğidir. Bu yüzden Halîlu’r-Rahmândır. Bizim için o, Ebu’l-Enbiya yani Peygamberlerin Babasıdır. Onun oğullarından Hazreti İsmail’in (as) soyundan Peygamber Efendimiz, Hazreti İshak’ın (as) soyundan da Benî İsrail peygamberleri gelmiştir. Bizim için o, oğlu İsmail ile birlikte Kâbe-i Şerif’i inşâ edendir ve Makam-ı İbrahim’e çıkıp insanları hacca ilk çağırandır.
Bizim için o, Nemrud’un ateşine atılacağı zaman, onu ateşten korumak için çırpınan meleklere, Dost ile dostun arasına girmeyin! Rabbim ne dilerse ben ona razıyım! Kurtarır ise lütfundandır. Eğer yakar ise kusurumdandır. İnşallah sabredenlerden olurum diyendir.
İbrahim olmak, İbrahim olmayı göze almak ne demek, gelin birlikte sorgulayalım…
Evliya-ı Kiramdan bir zâta, Falan zât su üstünde yürüyor demişler. O da, Balık ve timsah da yürüyor demiş. Filan zât havada uçuyor demişler. O da, Kuşlar da uçuyor demiş. Filan zât aynı anda doğudan batıya gidiyor demişler. O da, İblis de gidiyor demiş. Öyleyse sana göre kemâl nedir? diye sormuşlar. Mübâreğin bu soruya verdiği cevap ciltler dolusu kitabın özü: Kemâl, zahirde halk, bâtında Hakk ile olmaktır.
İşte İbrahim olmanın temel kuralı budur: Zahirde halk ile batında Hakk ile olmak. Yani istikamet sahibi olmak, Kema umirte festakim emr-i ilâhisine bağlı kalmaktır. Müstakim olmaktır. Dağ gibi müstakim olmak… Neden dağ gibi?
Bilirsiniz dağın durumunu, dağ sıcaktan erimez. Yani yakınlıktan etkilenip hemen şımarmaz. Dağ soğuktan donmaz. Yani uzak kalınca soğumaz. Dağ rüzgârdan devrilmez. Yani kîl u kâle, boş laflara inanıp sevdiğinden uzaklaşmaz. Dağ yele yahut sele kapılıp gitmez. Yani basit bahanelerle terk etmez, sabırla bekler. Dağ gibi istikamet sahibi olmak, karşılıksız sevmek ve sevdiği uğruna fedakârlık yapabilmektir. Dağ gibi istikamet sahibi olmak, rahmetli Erdem Ağabeyin (Bayazıt) kelimeleriyle, “Gönlü gök gibi, açık deniz gibi/ Göğsünde çiçek mayalayan/ Makam-ı İbrahim’de rastlanan ayak izlerini arayan/ Kasılmış çıplak bir kurşun gibi/ Gerilmiş bir an gibi/ İçilmiş bir ant gibi olmaktır.// Karanlığını bir millet hastanesinde/ Dokuz kişilik kadınlar koğuşu koridorunda/ Başını kalorifer borularına gömmüş/ Beyaz giysilerinden uykular dökülen tabiplerden/ Haber sormaya korkan/ Genç kızların yüreğinden almışolan akşamları bilmektir.// Dağ gibi istikamet sahibi olmak/ ‘Hayat yeşil/ hareket kırmızı/ sabır sarı/ ve iman beyaz’ diyerek/ Bir şimâl rüzgârı değil bir şamil fırtınası/ Tutsaklık haritası değil bir zafer coğrafyası ortaya koymaktır.// Ve/ İsyanın Macarcasına, ezilmenin Çekoslavakçasına/ Yanmanın Polonyacasına, direnmenin Vietnamcasına/ Gerilllanın Arapçasına yakın olmaktır.// En çok da/ Gözleri kör olmuş kırlangıçlar gibi şehirden giden/ Bir karanlık hayâlin saçlarına ağdığını söyleyen/ Bu sam yüklü geceleri içinde atamayan olmaktır.// İnatla/ Uçsuz mağaraların yalnızlığını damıtan ve/ Sürekli bir hüzün yağmurunda ıslanan olmaktır.// Dağ gibi istikamet sahibi olmak/ Her sabah, her öğle, her akşam/ İkindiyle yıkanarak, yatsıyla donanarak/ Seslerden bir sesle fırınlanıp sularla polatlanan olmaktır”.
İslâm tarihi, İbrahim olmanın yani zahirde halk, bâtında Hakk ile olmanın çeşitli örnekleriyle doludur. Bunlardan biri, Nil nehrinin taşması ile ilgili Hazreti Ömer (ra) ile Amr Bin As arasında yaşanmıştır.
Bilindiği gibi Mısır, Hazreti Ömer’in halifeliği döneminde fethedilmişti. Mısır’ı fetheden komutan ise Amr Bin As’tır. Mısırlılar bu fetihten sonra komutan Amr Bin As’a gelerek Nil nehri ile ilgili bir âdetlerini anlatırlar: “Ey komutan! Âdetlerimize göre Haziran ayını on iki gece geçince, bakire bir kızı güzelce süsleyip giydiririz. Sonra Nil nehrine atarız. Böyle yaptığımız zaman Nil nehri taşıp çevresini suluyor.”
Bunun üzerine Amr Bin As, Mısırlılara, “Böyle bir işin İslâm’da yeri yoktur. İslâm geçmişteki kötü âdetleri kaldırmıştır” der. O yılın Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında Nil nehrinde hiç kabarma ve taşma görülmez. Nil nehri mevsiminde taşmayınca kuraklık başlar. Halk, açlık korkusuyla göç etmeye hazırlanır. Bunun üzerine Amr Bin As, durumu detaylı olarak bir mektupla Halife Hazreti Ömer’e bildirir. Hazreti Ömer (ra), Amr Bin As’ın bu mektubuna cevaben bir mektup yazar. Orada şöyle yazmaktadır: “Şüphesiz ki sen doğrusunu yapmışsın. Elbette İslâm, geçmiş kötü âdetleri kaldırmıştır. Sana mektubun arasında ayrıca bir pusula gönderiyorum. Bu pusulayı Nil nehrine önce oku, okuduktan sonra nehre at.”
Amr Bin As, pusulayı Nil nehrine okur. Pusulada şöyle yazmaktadır: “Allah’ın kulu ve müminlerin emiri Ömer’den Mısır’ın Nil’ine… Ey Nil! Eğer sen bugüne kadar kendiliğinden akıyor idiysen, şimdi de akmayıver! Fakat eğer bugüne kadar bir ve kudret sahibi Allah’ın emriyle akıyor idiysen, Allah-u Teâlâ’dan dileriz ki seni akıtıp taşırsın.”
Amr Bin As, pusulayı Nil nehrine okuduktan sonra nehre atar. Birkaç gün sonra nehrin yedi sekiz metre kadar yükselerek taştığı görülür. Nil nehri o günden bugüne her zaman taşarak akmaktadır.
İbrahim olmak, mancınığa konup ateşe atılmak üzereyken, “Hasbünallahü ve ni’me’l-vekîl” (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir) diye haykırmaktır.
Haydi yüreklerimizi seher aydınlıklarında İbrahim’in (as) yüreğiyle donatalım. Ve yüreğimizden gelen bir ses ve seda ile “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” diyelim.