İbrahim Müteferrika sadece matbaacı mıydı?

Sadrazamın darbeci askerler tarafından parçalanmasından iki yıl sonra bir münevverin askerin başıbozukluğunu dile getiren ve bunu ortadan kaldıracak çözümleri ileri süren bir kitap neşretmesi, gerçekten büyük bir cesaret alâmetidir!

BİR Batılı mütefekkirin tesbitiyle, “tanımlamalar masum değildirler”. Batılılar, uzun yıllardır “ötekini” tanımlama tekelini ellerinde tuttular. Nitekim Türk aydınlanma çağının en önemli münevverlerinden biri olan İbrahim Müteferrika’yı da Batılılar uzun yıllar boyunca kendilerine göre tanımlamışlar.

Bu tanımlama, onun tarihimizde hak ettiği yerde konumlandırılması önünde büyük bir engel teşkil etti. Hâlbuki, “İbrahim Müteferrika, artan şöhreti içerisinde gerçek kimliği kaybolmuş, tarihimizin meşhur meçhullerindendir. Bilinir fakat tanınmaz. Kendisini, bilinmekle tanınmak arasındaki farkın en güzel misâli olarak da görebiliriz. Sadece matbaacılığı, İbrahim Müteferrika’nın tanıtılmasında son derece yetersiz kalır. Onunla sınırlandırılması ise, yetersizliğin ötesinde vefâsızlık ve haksızlık olur” tespitini yapmak mümkün.

Yakın zamana kadar “Türklere esir düşen bir papaz” anlamında incelenen ve tanımlanan Müteferrika, Niyazi Berkes ve Halil Necatioğlu gibi akademisyenler tarafından orijinal kimliği ile tarih sahnesine yeniden sunulmuş.

“İbrahim hakkında Türkçe ilk makaleyi yazan İmre Karacson’un İbrahim’in fakir bir aileden geldiği, Kalvinist Koleji’nde Kalvinist bir rahip olmak için okuduğu, Avusturya saflarında çarpışırken savaşta Türklere esir düştüğü, kölesi olduğu zalim efendisinin zulmünden kurtulmak için Müslüman olduğu iddia edilmiş, İbrahim’in Müslümanlığı zorbalıktan kurtulmak için gerçekleşen bir ihtida hareketi olarak gösterilmiştir. Bu çalışmalarda fikrî hüviyetiyle ilgilenilmemiş, eserleri tetkik edilmemiş, hep ‘Basmacı İbrahim Efendi’ oluşu ön plânda tutulmuştur.”

Müteferrika konusunda ülkemizde en yetkin isimlerden biri sayılan Halil Necatioğlu’nun araştırmalarına göre, Lâle Devri’nin bu en önemli reformistinin doğru bilgileri şöyle:

İbrahim-i Müteferrika, kültür tarihimizin ilginç bir simâsıdır. Ailesi hakkında bilgimiz yoktur. Hayatı hakkında şimdiye kadar yazılanlar kısmen hatâlıdır. Bunların tashihi ve tadili gerekiyor. Erdel’deki (Transilvanya) Kolojvar (Cluj) şehrinde takriben 1670’lerde doğmuş, papazlık tahsil etmiş, mezun olmuş, vaizliğe selahiyetli kılınmış, bu esnada eski Tevrat cüzlerinde karşılaştığı bilgilerden İslâm’ın hak din olduğunu anlayarak Müslüman olmuş, üstadlarıyla münakaşa ve münazaralara girişmiş.

1688 civarında, Erdel, Katolik Avusturalyalılarca işgal edilmeden evvel Müteferrika, Türklere iltihak etmiş ve muhtemelen Orta Macar Kralı İmre Thököly’nin maiyetine kâtip olarak verilmiş. Esir düştüğü, fidye-i necat bulamadığı, İstanbul’a getirilip zalim bir kimseye satıldığı, sefilane yaşadığı hakkındaki sözler, Müslüman oluşunu hazmedemeyen Katolik papazlarca uydurulmuş, zamanımıza kadar da tekrarlanıp durmuştur.

Hâlbuki bu iddialar onun kendi ifadelerine aykırı düşmekte!

Müteferrika’nın Türkler arasında itibarlı bir mevkii olmuştur. Muhtemelen Thököly ile İstanbul’a gelmiş, yüksek muhite girmiş, Sadrazam’ın dikkatini çekmiş, çeşitli askerî, siyâsî ve hâricî işlerde görevlendirilmiş, Türkiye’ye çağrılan Macar Kralı İkinci Ferenc Rakoczi’nin maiyetine tayin edilmiş, son zamanlarına kadar devam eden siyâsî hizmetlerinin yanı sıra matbaa açarak neşriyat işleriyle de meşgul olmuştur.

1745’te vefât ederek Aynalıkavak Kabristanı’na defnedilmiş iken, 1942’de kabri Galata Mevlevihanesi’ne naklolunmuştur. Matbaasında, 1727-1745 yılları arasında 17 kıymetli eser ve bazı haritalar neşre hazırlamış, kendisi de telif ve tercüme ile meşgul olmuştur.

Süheyl Ünver, Müteferrika’yı şöyle tanımlar:

“O, ‘devrinin ansiklopedik ve cidden her noktadan kültürlü ve her tarafı ile bir metodist âlimidir. Genel idarî ve siyâsî kültürü mükemmel, zamanının yeni fikir ve buluşlarına vâkıf, İslâmiyet hakkında çok içten benimsediği bilgisi de kuvvetlidir. Hiçbir şahsî emeli olmadığı gibi, tarafsız çalışmaları ile lüzumuna inandığı konuların yayınlanması gâyesinden uzaklaşmamıştır.

Osmanlı Devleti’nde Müteferrikalık, kolayca dağıtılan, sıradan bir görev değildi. Tarihî geçmiş itibarıyla Fatih öncesine dayanan, padişahın özel görevlerine tayin edilen kimselerin kullandığı bir unvandı. Umumiyetle bu göreve soy, beceri, fikrî bakımdan güvenilir kimseler tayin edilirdi. Huzura girdiğinde sadrazamın ayağa kalkması töre gereğiydi.

Üçüncü Murad ve onu takip eden devrede, Üçüncü Ahmed’e kadar içte ve dışta değişen sosyo-ekonomik şartlar Osmanlı Devleti’nin aleyhine tecelli etmişti. Tarihî kaynaklar ve bu devirlere ait yapılan araştırmalar, genellikle içte bütün müesseselerin bozuluşundan ve bir medeniyet tükenişinden bahsederler.”

Yukarıda bahsettiğimiz yozlaşma ve gerileme döneminin yakın şâhitlerinden biri olan İbrahim Müteferrika, “Usûlü’l-Hikem fi Nizamü’l-Ümem” isimli ıslahatnâmesini yazarak mevcût şartlardan nasıl kurtulunacağına dair tespit ve önerilerde bulunmuştur.

“Cephedeki acı mağlûbiyet haberlerine Osmanlıların alışmak zorunda kaldığı, 1703 Edirne Vak’âsı’nı aratmayan 1730 Patrona İsyanı’nın toplumdaki iç buhranın patlamaya dönüştüğü bir dönemde, ‘kederin, elemin, gamın ateşiyle içten içe yanıp heyecan duyan’ İbrahim Müteferrika, Usûlü’l-Hikem isimli eserini padişaha sunarak, gerilemenin kök salmadan durdurulmasına, müjdeli haberlere vesîle olmak istemiş.

O günlerde devlet yöneticilerinin ve münevverlerinin dönem ile ilgili ıslah hedeflerinin başında, Osmanlı ordusunun askerî teşkilâtı gelmektedir. Osmanlı ordu teşkilâtı bir tespitte ‘kuru kalabalık’, bir başka tespite göre ‘mesuliyet hissinden mahrum bir sürü’ hâline gelmiştir.”

Eserin en önemli özelliği, yaklaşık 100 yıldır Osmanlı devlet yönetimini çepeçevre kuşatan askerî vesâyet rejimini ortadan kaldırarak Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki gibi kurallarla yönetilen modern bir ülke hâline getirilmesini hedeflemesidir.

İbrahim Müteferrika, bu önemli eserini 1732 yılında yani iki yıl önce başıbozuk askerlerin bir darbe yaparak dönemin reformcu padişahını tahttan indirdiği, dönemin reformcu sadrazamını parçalayarak öldürdüğü bir dönemde, gözlerden kaçan bir cesaret örneğiyle yayımlamıştır.

Sadrazamın darbeci askerler tarafından parçalanmasından iki yıl sonra bir münevverin askerin başıbozukluğunu dile getiren ve bunu ortadan kaldıracak çözümleri ileri süren bir kitap neşretmesi, gerçekten büyük bir cesaret alâmetidir!

 

Kaynaklar

Halil Necatioğlu, Matbaacı İbrahim-i Müteferrika ve Risâle-i İslâmiye, Ankara 1982.