
“RUHUM kitaplarda yeni ile eskiyi
aramasına ve/ Kılı kırk yarmasına rağmen idrak edemedi bir tekini dahi/ Gönlümde
binlerce güneş yanarken/ Çözemedim tek bir zerrenin mânâsını dahi…”
Bu
dörtlük, “İslâm dünyasının bilim insanları” denildiğinde akla ilk gelen
isimlerden biri olan İbni Sina’ya aittir. “Avicenna” olarak Avrupa’da tanınan
ve bilim tarihinde büyük öneme sahip bir isim olarak karşımıza çıkıyor İbni
Sina. Onun hayatına baktığımızda, “Tek alana yönelik çalışmalar yapmış” veya “İlgisi
sadece tıp alanına yönelik” diyemeyiz. Çok yönlü bir araştırma ve bilgi
birikimine sahip biri karşımıza çıkmakta.
Milât’tan
sonra 980 yılında İran’ın Buhara yakınlarındaki Efşene şehrinde doğan İbni
Sina, tıp bilgisi sayesinde ün kazanmış olsa da diğer alanlara olan merak ve
araştırma arzusu ile matematik, fizik, kimya, jeoloji, felsefe, şiir ve müzik
alanlarında da önemli çalışmalar yapmıştır. Çok yönlü özelliği ve yaratıcı
zekâsı, onu tarihin önemli dehaları arasına girmesine vesile olmuştur. Peki, bu
bilim insanının çocukluğu nasıl geçmiştir? Hep araştırma ve bilgi peşinde mi
koşmuştur?
İbni
Sina da her çocuk gibi oyunu çok severmiş. Bir gün yine oyun oynarken, bir
ihtiyar, “Sen çok akıllısın, ileride âlim olacaksın; sana oyun yaraşır mı?
Derslerine çalış”der. Küçük İbni Sina şu cevabı verir: “Her yaşın belli bir hâli
vardır. Çocukluğun yakışığı da oyundur. Her yaşın hakkı verilmelidir.”
Onun
çocuk zekâsı ile vermiş olduğu bu cevap her zaman geçerliliğini korumaktadır. Zira
çocukların dünyasına ancak oyun ile dâhil olabiliriz. oyun onların dünyaya
açılan pencereleridir. Çocuklar, oyun sayesinde paylaşmayı, fikir üretmeyi, sorun
çözme becerisini, iletişimi öğrenirler. Oyun, çocuğun işidir. Peygamber
Efendimiz de “Yedi yaşına kadar çocuklarınız ile oyun oynayın” buyurmuştur.
Belki yetişkinler için önemsiz görünebilir ama oyun, güzel bir öğretmendir.
Çocuklar
ile yaptığımız görüşmelerde oyunun büyük bir yeri var. Terapi odasında
yetişkinleri dinliyor, sorular yöneltiyoruz. Ama çocuklar ile iletişim aracımız
“oyun”. Oyun sayesinde onların dünyasına açılan kapıyı aralıyoruz. Varsa
sorunun kaynağını anlamaya çalışıyoruz.
“İbni
Sina, “İbni Sina” olana kadar ne yapmış, nasıl çalışmış?” diye baktığımızda elbette
bunu bu yazıya sığdıramayız. Çabası, gayreti ve bilgisi bu satırları aşar.
Örnek ve ışık olsun diye bahsedebildiğimiz kadar bunu yazıya dökmeye
çalışacağım…
İbni
Sina çalışırken, usanma nedir bilmez bir yapıya sahip olmakla birlikte, kişisel
çaba ile dönemin tüm bilgilerini edindiğini söylemekte ve çalışma yöntemini
şöyle açıklamaktadır: (Mantık ilmine nasıl çalıştığını açıklarken der ki,) “Bir
mesele karşısında şaşırıp kalınca camiye gider, namaz kılar, Allah’a
yalvarırdım. Bunun üzerine benim için kapalı olan şey açılıverir, güçlükler
kolaylaşırdı. Gece evimde kandil ışığında okur, yazardım. Uyku bastırınca veya
kendimde bir zaaf duyunca kuvvet kazanmak için bir şey içer, sonra yine okumaya
başlardım. Uykuya dalsam da yine o meseleyi düşünürdüm. Öyle ki, birçok mesele
benim için uykuda çözülmüştür.”
Tıp
alanında ise gözlem ve deney yönteminden yararlandığını söylemektedir: “Öğrendiklerimi
hastalar üzerinde gözlemlerle tamamlıyordum. Deney ve gözlemden, kitap
okumaktan daha çok yararlandım.”
Kişide
gözlem yeteneğinin olması ve bunu bilgi ile harmanlaması isabetli sonuçlar
verecektir. Bazen insan bir köşeye çekilip bir topluluğu sadece gözlemleyerek
de onlar hakkında bilgi sahibi olur. Örneğin, kişilik testi uyguladığımızda
sadece test sonucuna göre karar vermeyiz. Buna test bilgisi ve görüşme
sırasındaki gözlem ve elde ettiğimiz bilgileri de ekleyip bir sonuç çıkarırız.
Kuşkusuz
İbni Sina’nın büyük ünü, öncelikle başarılı bir doktor olması sayesindedir.
Hocası, “Kuşyar” isimli bir doktordur. Onun yanında okuduğu tıp kitapları
sayesinde kendini geliştirmiştir. 18 yaşına geldiğinde klasik tıp alanında
oldukça bilgili hâle gelmiştir. Genç yaşta doktorluğa başlayan İbni Sina, Samani
Hanedanından Nuh İbni Mansur’u tedavi etmiş, bu sayede saray kütüphanesini
kullanma hakkına sahip olmuştur. Burada farklı disiplinlere ait öğretileri
öğrenme fırsatını yakalamıştır.
İslâm
dünyasının yanı sıra Avrupa’da da ününe ün katmasının nedeni, ansiklopedik bir
eser olan “El Kanun Fi’t Tıb” (Tıbbın Kanunu) isimli eseridir. Yaklaşık altı
yüzyıl boyunca Asya ve Avrupa’daki tıp okullarında etkili olan bu eser 5 ciltten
oluşmaktadır ve Çin, Hint ve de Mısır’ın geleneksel tıp bilgilerini içermektedir.
İbni Sina’nın tıp alanında yazdığı diğer önemli eseri ise Kalp İlaçları
Risalesi’dir. Bu eser, kalp hastalıkları ile ilgili yazılmış, eczacılığa da yer
veren monografik bir eserdir. Kalp ile ilgili genel teoriler ve ilaçların genel
özellikleriyle başlayan, devamında kalp ilaçlarının ele alındığı ve alfabetik
düzende hangi kalp hastalarına hangi ilacın kullanılması gerektiği belirtilmiştir.
İbni
Sina’nın bir ruh hekimi olarak da çalışmalar yapması ilgi çekicidir. Her alanda
araştırma yapma ve kendini geliştirme gayreti olan, yorulmak nedir bilmeyen,
uykusunda bile sorulara cevap arayan biri olarak karşımıza çıkar. Ruh sağlığı
alanındaki araştırmalarına göz attığımızda, ona göre insanı oluşturan iki unsur
vardır: “Ruh ve beden”… Bu iki unsurun kendilerine özgü hastalıkları da vardır.
Örnek olarak “melankoli”, ruha dair incelenmesi gereken bir konudur ve İbni
Sina buna dair değerlendirmelerde bulunur.
İbni Sina, melankolinin “depresyon” tedavisi için şöyle bir
yol haritası çizer: “Her hâlükârda hasta sevindirilmeli, eğlencelere katılmalı,
mutedil iklimin hâkim olduğu yerlerde yaşamalı, kaldığı meskeni sık sık
havalandırmalı, yattığı yer ve çevresine güzel kokular sürülmelidir. Gezerken
ve otururken daima hoş kokular kullanmalı, iyi malzemeden yapılmış lezzetli ve
hafif yemekler yemeli, mizacına uygun besinlerle bedenini güçlendirmeli,
yemekten önce kısa bir hamam sefası yapmalı, başına ılık su dökmelidir. Hasta,
aşırı terlemekten, baklagillerden, kuru etten, aşırı tuzlu, acılı, asitli, ekşi
yiyecek ve içeceklerden kaçınmalıdır.”
Osmanlı döneminde de psikolojik sağlık uygulamalarında
mimari, doğa, aroma terapi, sağlıklı beslenme ve müzikten faydalanılmıştır. Bunlar
insan ruhunu besleyen, rahatlatan, bir nebze de olsa içinde bulunduğu sıkıntılı
durumdan çıkartıp farklı duygular yaşatan, hatıraların canlanmasına vesile
olan, geçmiş ve geleceği bir arada yaşatan duygu durumlarına vesile olur.
İbni
Sina’nın eğitimle ilgili düşüncelerine baktığımızda (yaşamış olduğu zamanı da göz
önüne alarak) şu şekilde bilgiler aktarıyor:
“Eğitimin
amacı, insanı, yeteneklerini en üst düzeye kadar geliştirip kendisini
mükemmelleştirerek, dünya ve ahiret mutluluğuna erişmektedir. Bu süreç içinde
kendisini bilen insan, Rabbini de bilir. Çocuğun eğitimi öncelikle ailenin
görevidir. Çocuğun gelişiminde oyun ve oyuncak önem arz eder. Akıl, ruh, beden
terbiyesi bu yolla daha kolay ve hızlı gerçekleşir. Çocuğun ilk temel eğitimi
duygu, düşünce ve davranış geliştirme amacına yönelik ahlâk eğitimi olmalıdır.
Bunun için kötü çevre ve ortamlardan uzak tutulup iyi bir çevre ve ortamda
yetişmesi gerekir. Çocuk altı yaşına geldiğinde okula başlatılmalıdır. Eğitimde
ödül ve övgü olmalı, ceza son çare olarak düşünülmeli; o da eğitici bir unsur
olarak değerlendirilmelidir. Eğitirken ve öğretirken kolaydan zora, basitten
karmaşığa doğru gidilmelidir. Çocuğa bir şey öğretirken bunu öyküler ile
pekiştirmek, öğrenmeyi kolaylaştıran unsurlardır. Zengin çocuklarının özel ders
alarak yetişmeleri pedagojik yönden doğru değildir. Arkadaşları ile aynı ortam
içinde beraber yetiştirilmelidir. Meslek ve sanat eğitiminde her çocuk, kendi
yeteneğine ve isteğine uygun alanlarda yetiştirilmelidir. Meslek erbabı olarak
eğitimcinin alanı, belirli özellikleri gerektiren bir ihtisas alanıdır. Fıtrî
kabiliyeti ve kapasitesi uygun olmayan kişiler eğitimci olmamalıdır.” (Fikriyat)
İbni
Sina bizlere ve bizden sonrakilere altın değerinde, üzerinden kaç yıl geçmiş
olsa da değeri azalmayacak ve kaybolmayacak bilgiler bırakmış.
Sağlıcakla
kalın…