KADINLARIN erkekler karşısında dezavantajlı bir konumda olduğu
tezi, tezin gerçekliğinden daha güçlü bir algıya sahip olduğu için beyazperdede
kadınlara pozitif bir ayrımcılığa tâbi tutulur. Bu nedenle özellikle ana karakterler
açısından beyazperdede kadın temsilleri çok fazla olumsuzluk içermez.
Bu haftaki filmimiz kötü kadın temsilinin yer aldığı
son dönemin en iyi kara komedilerinden biri olan 2020 yapımı olan I Care A Lot
(Çok Önemsiyorum) filmi.
Filmin yönetmen ve senarist koltuğunda Jonathan Blakeson oturuyor. Filmin başrollerinde Rosamund Pike (Marla Grayson), Peter Dinklage (Roman Lunyov), Eiza Gonzalez (Fran) ve Dianne Wiest (Jennifer Peterson) yer alıyor.
Filmin hikâyesi çok ilginç. Çünkü hikâyede iyiyi
temsil eden karakter yok. Yani iyi ve kötünün savaşına sahne olan bir film
değil. Paraya ve güce tutkun, hırslı bir kadının hikâyesi anlatılıyor.
Marla Grayson, kimsesizlere yasal vasilik eden bir
kadın. Fakat Marla, vasisi olduğu kişileri kimsesizler arasından seçiyor. Marla
Grayson, önce kimsesiz yaşlıların kendilerine bakamayacaklarına dair doktordan
rapor alıyor. Tabiî doktor, Marla’nın kurduğu sistemin bir parçası. Daha sonra
aldığı raporla mahkemeden kendini yaşlı ve kimsesiz kişilere vasi tayin ettiren
Marla, vasisi olduğu kişileri bir bakım merkezine yerleştiriyor. Tabiî burası da
özellikle seçiliyor. Çünkü Marla, buraya yerleştirdiği yaşlıların tüm dünyayla
ilişkisini kesiyor. Ondan sonra da yasal vasi olduğu için onlar adına
servetlerini yönetiyor. Daha doğrusu, servetlerine çöküyor!
Jennifer Peterson da bunlardan biri. Fakat Marla’nın
kimsesiz zannettiği Jennifer, geçmişi gizemli biri çıkıyor ve olaylar böylece başlıyor.
Filmde kadın temsili; çekicilikten, erotik ögelerden,
zayıf ve bağımlı kişilikler üzerinden inşâ edilmiyor. Tam tersi, Marla
üzerinden inşâ edilen kadın temsili, gözü kara, hırslı, güce ve paraya tapan
bir kadın temsili.
Filmde inşâ edilen kadın temsili, kadınların en önemli
özelliği olan şefkat ve merhamet ögelerinden de yoksun.
Ortaya koyduğu karakter gibi Marla’nın cinsel
yönelimleri de toplumsal kabullere aykırı. Fakat bu filmde çok fazla göze
çarpmıyor.
Marla, toplumu evrimsel teoriye uygun bir şekilde
sınıflandırıyor. Çünkü Marla’ya göre hayatta iki türlü insan var: Aslanlar ve
kuzular. Yani güçlü olanlar, kazananlar ile güçsüz olanlar, kaybedenler…
Filmdeki karakterlerin temsilleri idol oluşturabilecek
özelliklerden uzak olduğu ve filmde iyi kavramına yer verilmediği için taraf
tutmak güçleşiyor. Bazıları Marla’nın zekâsına, hırsına ve tutkusuna hayranlık
duyabilir ama şunu kesinlikle söylemek gerekir ki, bunlar Marla’nın karakterini
meşru kılmıyor.
Filmin alt metninde aile kavramının önemi de örtük
olarak vurgulanıyor. Çünkü Marla, kurbanlarını ailesi olmayan yaşlılardan
seçiyor.
Marla’nın mafya babasıyla mücadeleye girmesi, filmi
kara komediden uzaklaştırıp gerilim ve aksiyon türüne yakınlaştırsa da yönetmenin
yozlaşmış sisteme yaptığı vurgu, izleyicinin zihninde sürekli canlı kalıyor.
Filmde iyinin olmaması bir yana, filmde kötüyle
kötünün mücadelesi sergileniyor. Üstüne üstlük, kötüler bir yerden sonra birbirleriyle
mücadele etmeyi bırakıp aralarında ittifak yaparak kötülüğü yenilmez
kılıyorlar. Bu yönüyle film, kötülüğü kutsuyor. Kötülerin medyatik sunumu da
kutsanmış kötülüğü iyice yüceltiliyor.
Ana karakterlerin oyunculukları harikulâde. Özellikle
Marla rolündeki Rosamund Pike, çok güzel bir oyunculuk çıkarmış.
İyi seyirler…