Hz. Ömer’in adaletli toplum inşâsı

Az sonra sabah olur. Gece boyu huzur içinde uyuyan şehir, tamamen uyanır. Allah Rasûlü'nün halifesi Ömer'le Allah Rasûlü'nün amcası Abbas, sabahleyin erkenden mâkâma gelirler. Öğleden sonra akşamki ihtiyar kadın yanlarına çıkagelir…

MEHMED Âkif'in 1910 yılında Sırâtımüstakim dergisinde, 1911 yılında ise Safahat'ta yayımlanan "Kocakarı ile Ömer" adlı şiiri, onun en anlamlı şiirlerden biridir. Bu şiiri okuyan herkes, Hz. Ömer devrinde İslâm ahlâkı ile yoğurulmuş bir düzene, bu toplumdaki devlet-halk, yönetici-yönetilen münasebetine hayran olmuştur. Bu yüzdendir ki birçok yönetici-aydın, Hz. Ömer gibi mesuliyet duygusuna sahip bir yönetici olmayı hayâl etmiş ve Akif'in “Kenar-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu/ Gelir de adl-i İlâhî, sorar bizden onu” beytini dillerinden düşürmemiştir.

Âkif'in şiirine konu olan hâdise, Hz. Ömer devrinde cereyan etmiştir. Hâdiseyi bize, Peygamberimizin amcası Hz. Abbas anlatır. Bu çarpıcı hâdiseyi şiirleştirmek de merhum Âkif'e nasip olur.

Hz. Ömer'in halifeliği devrinde (634-644) bir gece, Hz. Abbas evinden çıkar, yoluna devam eder. “Devlet başkanı” konumunda olan Hz. Ömer'i görmek, ziyaret etmek istemiştir. Akşam olmuş, gece de epeyce ilerlemiştir. Hazreti Abbas, Medine'nin ıssız sokaklarından Hazreti Ömer'in evine doğru ilerlerken, karanlığın içinde bembeyaz bir hırkaya bürünmüş, heybetli heybetli yürüyen bir adamla karşılaşır ve selâmlaşırlar. Abbas bir bakar ki, karşısındaki Hz. Ömer'dir. Ona, “Ya Ömer! Böyle geç zaman, bu ne iş?” diye sorar. Hazreti Ömer de Medine'nin mahallelerini dolaşmaya çıktığını söyler ve “Şu mahalleleri devre çıkmıştım. Gel beraber benimle üç beş adım!” der ve onu da davet eder. İki büyük insan, Medine sokaklarını birlikte dolaşmaya başlar. Etraf büyük bir sessizlik içindedir: “Ne yürüyen uyanık biri, ne bir ses var./ Bir ahiret sessizliği içindeydi civar.”

Medine, huzur içinde uyumaktadır. Çünkü başında, insanlık tarihine “adalet timsali” olarak geçecek Hz. Ömer bulunmaktadır. Ömer, her evin önünde durur, içerdekilerin haberi olmadan dinler. Böylece en harap bir yapıyı, en küçük bir evi bile ihmâl etmeden yoluna devam eder. Tıpkı Abbas’ın “Geçmedik en harap bir yapıyı,/ Yokladı sağlı sollu her kapıyı” dediği gibi…

Medine sokaklarını adım adım dolaşırlar. Nihayet evler biter, şehrin dışına çıkarlar. Orada bir çadırla karşılaşırlar. Çadırda ihtiyar bir kadın ve

“Açız!” diye feryat eden minnacık çocuklardan başka kimse yoktur. Âkif bu manzarayı şöyle anlatır: “Ocak başında oturmuş bir ihtiyarca kadın,/ ‘Açız! Açız!’ diye feryat eden çocuklarının/ Karıştırıp duruyorken pişen yemeğini/ Çıkardı yuttuğu yaşlarda çırpınan sesini./ ‘Bekleyin yavrularım, işte şimdicek pişecek!’/ Fakat ne hâl ise, bir türlü pişmiyordu yemek!”
Bu hazin tablo karşısında Hz. Abbas ve Hz. Ömer, selâm verip çadıra girerler. İhtiyar kadın, asık bir yüzle selâmlarını alır. Ömer, ihtiyar kadına sorar: “Bu yavrular niçin ey teyze ağlıyor, söyle!” Kadın, “Bugün ikinci gün, aç kaldılar” der. “O hâlde niçin önlerine biraz yemek koyup karınlarını doyurmuyorsun?” diye soran Hz. Ömer'e kadın, ekmeklerinin ve yemeklerinin olmadığını, çömleğin içindeki çakıl taşlarını kaynatarak çocukları avutmaya çalıştığını anlatır. Bunun üzerine Ömer, kadına kocası, oğlu, kardeşi, bir yakın akrabası, onlara yardım edecek birinin olup olmadığını sorar. Kadın bütün erkek akrabalarının öldüğünü, yanında “Açız!” diye feryat eden bu çocukların torunları olduğunu söyler.

Bunun üzerine Ömer, kendini tanıtmadan, hâlini niçin Halife’ye anlatmadığını sorar. Fakat kadından hiç beklemediği çok ağır bir cevap alır. Kadın, karşısındakinin Halife Ömer olduğunu bilmeden şöyle beddua eder: “Emir’e, öyle mi? Kahretsin en tezinden Allah!/ Yakında bahtının bayrağı yerlerde sürünsün,/ Ömer, belâsını dünyada isterim bulsun!”

Halife Ömer, büyük bir hayret içindedir, “Ne yaptı teyze Ömer’e böyle beddua edecek?" der. Kadın, “Ya ben yetim avuturken, Emir uyur mu gerek? Onun emrindeyiz, ona bizler Allah’ın emanetiyiz. Gelip de bir aramak yok mu?” der.

Kendisine, "Zavallının işi pek çok, zaman bulup gelemez,/ Gidip söylememişsen ne hâldesin bilemez" diye mazeret sayıp döken Ömer'in hiçbir mazeretini de kabul etmez, “Mademki insanlarıyla gereğince ilgilenemeyecekti/ O hâlde niçin hilâfeti zamanında kabul etti?” der ve bu özrün çürük bir özür olduğunu ifade eder.
Bu arada çocukların feryatları daha da yükselir, ihtiyar kadının öfkesi artık çılgın bir hâl alır. Ve kadın bu öfke ile ellerini açar, Halife Ömer'e beddualar yağdırır: “Şu ağıtlar ki, çıkar tâ bulutların içine,/ Ömer, lânet yıldırımları olur, iner tepene!/ Yetimin ahını yağmur duası zannetme!/ O çığlık, İlâhî hükmün görülmesidir ki gönderir ölüme./ ‘Açız, açız! Bize bir lokma olsun ekmek ver!’/ Susundu yavrularım, işte oldu, şimdi pişer!/ Gidip de söyleyeyim ha? Dilencilik yapamam!/ Ömer de kim? Benim ondan cömert adamdı babam./ Ölür de yüz suyu dökemem sizin halifenize…”

Ömer vuruldu bu son sözle. Sesi titreyerek, "Haklısın teyze, avut çocukları, ben şimdicek gider gelirim" der. Sonrasını ise Allah Resûlü’nün amcası Hz. Abbas şöyle anlatır: “Halife önde bitik, suçlu, üzgün, pişman…/ Ben arkasında perîşan, çadırdan ayrıldık./ Sabaha karşı biraz başlamıştı aydınlık./ Köyün köpekleri ejder misâli saldırıyor,/ Bırakmıyor bizi yoldan, fakat kim aldırıyor!/ Medîne'nin dalarak eğri büğrü sokaklarına,/ Dönüp dönüp hele geldik zahîre ambarına./ Halîfe girdi açıp, ben de girdim emriyle./ Arandı her yeri bir mum yakıp çok acele./ ‘Şu tek çuval unu gördün ya, haydi yükle bana!/ Bu testi yağ doludur, el verir o yük de sana.’/ Çuval Halîfe’de, yağ bende, çıktık ambardan,/ Kilitleyip geri döndük deminki yollardan./ Mesâfe, baktım uzun, yük yaman, Ömer yaralı./ Dedim ki, ‘Ben götüreydim, verir misin çuvalı?’./ ‘Hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın!/ Vebâli kendine aittir İbni Hattâb'ın./ Kadın ne söyledi Abbas, işitmedin mi demin?/ Yarın Allah’ın huzurunda kimseler Ömer'in/ Zararına ortak olmaz bugünlük olsa bile./ Evet, Halifeliği yüklenmeyeydi vaktiyle!/ Dicle kenarında bir kurt aşırsa bir koyunu,/ Gelir de adl-i İlâhî, sorar Ömer’den onu. Bir ihtiyar kadın kimsesiz kalır, Ömer sorumlu!/ Yetîmi yoksunluk gözyaşları alır, Ömer sorumlu!/ Bir yoksulun yuvası bakılmayıp göçse,/ Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!’”
Medine'nin karanlık sokaklarında, yük altında inleyen ve mesuliyet duygusuyla perişan olmuş Ömer'i Abbas teselli eder: “Sen, ey Ömer, ne meleksin, ne de zalim bir emir./ Fakat insan mazlum yaratılmış, elden ne gelir?”

Un çuvalının altında yorulan ve iki büklüm olan Ömer, “Uzak mı yol, daha çok var mı?” diye sorar. Abbas çok az kaldığını söyler. Nihayet ihtiyar kadının çadırına gelirler. Ömer nefes nefese sırtındaki un çuvalını indirir, kenara koyar. Ardından tenceredeki çakıl taşlarını atar, tencereye un ve yağ katar. İhtiyar kadın da yakmak için yaş diken getirir. Nihayet ocak tutuşur ve yemek pişer: “Yemek sıcaktı fakat kim durup da bekleyecek?/ Ömer, çocuklara bir bir yedirdi üfleyerek…”

Çocuklar doyunca, çadırda matem havası biter, cıvıl cıvıl, sevinç dolu bir hava eser. Çocuklar oynamaya başlar, ihtiyar kadın da neşe içindedir. Bu tabloyu gören Ömer, mutluluktan kendinden geçer. Bu arada da neredeyse sabah olmaktadır. Bundan sonrasını yine Allah Resûlü’nün amcasından dinleyelim: “Dedim: ‘Sabah oluyor, kalkalım.’ (Hz. Ömer) ‘Evet, haydi! Yarın devlet dairesine gel teyze, öğleyin beni bul. Halife’ye söyleriz, umarım sonuç hayırlı olur.”
İhtiyar kadın, hâlâ karşısındakinin Hz. Ömer olduğunu bilmemektedir. Sevinç içinde yüzü güler ve geleceğini söyler. Sonrasını yine Hz. Abbas anlatır: “Biz de çıktık vedâ edip artık/ Hiç görünmeksizin gelip geçene,/ Doğru indik Halîfe'nin evine./ ‘Şimdi nerdeyse gün doğar, kalıver’/
Diye koyvermiyordu çünkü Ömer…”
Az sonra sabah olur. Gece boyu huzur içinde uyuyan şehir, tamamen uyanır. Allah Rasûlü'nün halifesi Ömer'le Allah Rasûlü'nün amcası Abbas, sabahleyin erkenden mâkâma gelirler. Öğleden sonra akşamki ihtiyar kadın yanlarına çıkagelir. Onu büyük bir sevgi ve saygıyla karşılayan Hz. Ömer, ona şöyle hitap eder: “Galiba teyze uykusuz kaldın./ İşte bağlanmak üzeredir nafakan,/ Alacaksın her ay gelip buradan!/ Şimdi affeyledin, değil mi beni?”
İhtiyar kadın büyük bir şaşkınlık içindedir. Akşam çadırına gelen, onca beddua ettiği, lânetler yağdırdığı, daha sonra sırtında çuvalla un getiren, ocağı yakan, yemeği pişiren, torunlarını doyuran adam, uçsuz bucaksız ülkelerin hâkimi, Allah Resûlü'nün halifesi Hz. Ömer'dir. Bunca bedduayı işitmesine rağmen hiç kızmamış, hiç öfkelenmemiş, büyük bir mesuliyet duygusu içinde hareket etmiş, şimdi de kendisine hazineden maaş bağlamış, karşısında iki büklüm olmuş af dilemektedir. Bu tablo karşısında hayretler içindeki ihtiyar kadın, mütebessim çehresi ve sevinç dolu ışıl ışıl gözleriyle Allah Resûlü'nün halifesine bakar, başı dimdik bir şekilde tek bir cümleyle cevap verir: “Böyle göster fakat adâletini…”