Kanadı kırıklara kanat, terk edilmişlere sığınak oldu Abdullah’ın yetimi
O, hayatın hayatiyetini kaybettiği, insanî hissiyatın çürüdüğü bir zaman ve zeminde adeta bir güneş gibi doğdu Mekke çöllerine. Yüreklerin çölleştiği yerde bir vaha gibi ümit serpti yaralı bilinçlere. Çorak gönül tarlaları güledurdu. Güllerin rayihası yayıldı kokuşmuş Mekke sokaklarına. Güzel, çirkini kovdu. Tenhalarımız onun billûr sesiyle şenlendi. Ağız dolusu tebessümüyle yüzlere bahar neşvesi geldi. Gelişiyle dünya yeniden kuruldu sanki. Âdem’le başlayan, Nuh’la ikinci dirilişini yaşayan dünya, üçüncü kez dirildi evelallah.
Kanadı kırıklara kanat, terk edilmişlere sığınak oldu Abdullah’ın yetimi. Maneviyattan yoksun, yanık yüreklere su serpti nübüvvet çeşmesinden. Yüreğindeki engin sevgi ve merhamet, bütün mazlumları çepeçevre kuşattı. Garibanın yaşını yaş etti gözlerine. Zira o, hamuru sevgiden yoğrulandı. Kendisini delicesine sevenlerle kendisinden ölümüne nefret edenlerin arasında yaşamaya mecburdu. Yanında olan bazı bahtsızlar onu anlayamasa da çok uzaklardan onu anlayan ümmeti geldi ayağına. Bu belki de İlâhî rahmetin tecellisiydi.
Hayatın öznesidir âlemlere rahmet olarak gönderilen kutlu Nebi
Hayatın öznesidir âlemlere rahmet olarak gönderilen kutlu Nebi. Muhammedsiz bir hayat, muhabbetsiz bir hayattır. Alabildiğine kuru, alabildiğine yozdur böyle bir hayat. Onsuz hayat nereden baksan bayattır. Onun getirdiği mutlak hakikatlerle tanışmayan evler malikâne değil, metruk bir viranedir. Onun sevgisinin girmediği yürekler imara muhtaçtır, acınılasıdır.
Peygamber sevdalısı Koca Yunus’un deyimiyle o, “Adı güzel kendi güzel Muhammed’dir”, “On sekiz bin âlemin Mustafa’sı”dır. Mübarek sureti Mekke ufuklarına yansıyandır. Çorak gönül bahçelerine gül tohumları ekendir. Kokusunu tomurcuk güllere verendir. Vahyin gür sesiyle sonsuzluğu kuşatandır. Kutlu mesajıyla tüm zamanları ihya edendir. O, örnek hayatıyla ve mübarek kabr-i şerifleriyle Medine’yi kutlu kılandır.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (sav), Yunus Emre’nin tabiriyle “yaratılanı yaratandan ötürü hoş gören” engin gönüllü bir insandı. Onun gözünde bütün insanlar birbirine eşittir. Veda Hutbesi’nde buyurduğu gibi “Kırmızı tenlinin siyah üzerine siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur, üstünlük ancak takvadadır”.
Hz. Muhammed (sav) ümmetinin sarsılmaz, kutlu bir önderiydi. O, ümmetini felâha erdirmek için gecesini gündüzüne katmış, bu uğurda çırpınırken gün gelmiş aç susuz sabahlamıştır. “Tebliğime karşılık sizden herhangi bir şey beklemiyorum. Benim ücretim âlemlerin Rabbine aittir…” diyerek üstün ahlâkını bir kere daha örnek davranışıyla göstermiştir.

Resulullah Efendimiz, kemâlat burcu ve maneviyat deryasıdır. O, hiç eskimeyendir. Onu anlatanlar, onu yazanlar yine de hakkıyla ve lâyıkıyla ifade edememiştir. Peygamber Efendimiz hakkında yazı ve şiir yazmak büyük bir şereftir. Aynı zamanda büyük bir sorumluluktur da… Onu hakkıyla anlatmak her kalem erbabının kârı değildir.
Resulullah her konuda ümmetine önder ve örnek olmuştur
Bilindiği üzere Efendimiz doğmadan önce babası Abdullah, doğacak çocuğunu dünya gözüyle göremeden bu fâni dünyadan göçmüştü. Altı yaşına geldiğinde de biricik annesi Âmine Hâtun vefat etmişti. Böylelikle bu acının üstüne bir acı daha eklenmişti. O artık hem yetim hem de öksüzdü. O, dünyaya yetim olarak geldiği için, çocuk yaşta annesini yitirip de öksüz kaldığı için yetim ve öksüzleri çok iyi anlardı. Yetimlerin hep yanında ve yakınında olurdu. Eşlerinden Ümmü Seleme’nin dört, Ümmü Habibe’nin bir yetim çocuğuna gözü gibi bakmıştır. Medinelilerden İslâm dinini ilk kabul eden kişi olan Es’ad b. Zürâre’nin üç yetim kızıyla da evlâtları gibi ilgilenmiştir. Bunlarla sınırlı kalmayıp imkânları nispetinde bütün yetimlere ve öksüzlere kol kanat germiş, onları koruması altına almıştır. O, bu konuda da bir rehber ve önder olmuştur. Hayatını İslâm’a adayan, “ene” değil “ente” diyen, ümmeti için yaşayan, ümmetinin dertlerini kendine dert edinen bir peygambere ümmet olduğumuz için ne kadar şükretsek azdır.
Peygamber Efendimiz, adaletin rafa kaldırıldığı cahil bir topluma uyarıcı olarak gönderilmiştir. Bu toplumda zenginler fakirleri eziyor, haklarını gasp ediyordu. Böyle bir cemiyette yapılması gereken ilk iş, adaleti tanzim ve tesis etmekti. Zira adaletin olmadığı bir toplumda huzur ve güven de ol(a)mazdı. İşe buradan başlamalıydı. Nitekim öyle de yaptı…
Hz. Muhammed (sav), bir adalet timsaliydi Müslim, gayri müslim ayrımı yapmadan herkesin hakkını gözetir, hakkı sahibine verirdi. Çünkü onun mürebbisi Kur’ân’dı. Tabir caizse Allah’ın eğitiminden geçmişti. “Ey inananlar! Sizin, anne-babanızın ve akrabalarınızın aleyhine de olsa, Allah rızası için hakikate şahitlik yaparak adaleti gözetin. O kişi zengin de olsa, fakir de olsa Allah’ın hakkı (olan doğru adil karar vermek) herkesten öncedir. Sakın boş heveslerinize, arzularınıza uymayın ki adaletten uzak düşmeyesiniz. Eğer hakikati çarpıtırsanız, bilin ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa, 135) ayetini getiren bir peygamberin adalete teslim olmaması düşünülebilir mi? “Onların arasında hükmettiğin (idarî karar verdiğin) zaman adaletle karar ver. Allah adaletli davrananları sever.” (Maide, 42) hükmünü tebliğ eden son Peygamberin adaletinden zerre miktarı şüphe edilebilir mi?
Hz. Muhammed (sav), kadın hakları konusunda en büyük rehberimizdir
Günümüzde yüce İslâm’ın kadınlara bakışı en insanî bakıştır. Hz. Muhammed (sav), kadın hak ve hürriyetleri konusunda da en büyük rehberimiz ve önderimizdir. Kadınların cinsel obje ve vitrin malzemesi olarak kullanıldığı günümüzde, güya onlara sınırsız bir hürriyet sunma peşinde koşan sözde feministlerin ondan öğreneceği çok şey vardır. Zira o, insanlığın ilk evrensel insan hakları beyannamesi olan Veda Hutbesi’nde şöyle buyurur:
“Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah’ın emri ile helâl kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırsa Allah size onları yataklarında yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve âdete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.”
Resulullah örnek bir komutandı. Öyle ki kendisine düşman olan nice büyük komutanı saflarına katmıştır. O zamanın imkânlarıyla nice savaşı kazanmış, İslâm’ın hareket sahasını alabildiğine genişletmiştir. Bunu yaparken kılıcın gücünü değil, sevgi ve samimiyetin gücünü kullanmıştır. Öncelikle insanlara güven vermiştir. Onun için “el-emin” sıfatıyla anılmıştır. Dostu da, düşmanı da onun bu vasfını hakkaniyetle teslim etmiştir. Onun, bir kez bile olsa, yalan söyleyebileceği, gerçekleri saptıracağı, kendisini hakkıyla tanıyan ve henüz inat batağına saplanmayan hiç kimsenin aklının ucundan bile geçmemiştir. O, kullandığı ikna yöntemleriyle kanın su gibi akmasını önlemiştir. Bunu Mekke’nin fethinde açıkça görebiliriz.
“El-Emîn” olan Hz. Muhammed (sav) doğruluktan hiç ayrılmadı
Hz. Muhammed (sav) doğruluktan hiç ayrılmadı. O, peygamberliğini ilân etmeden evvel, Kureyş’in ileri gelenlerini Ebu Kubeys Dağı’na çağırarak onlara şu soruyu sormuştur: “Şu dağın ardında bir ordu var desem, inanır mısınız?” Kureyş’in ileri gelenleri, “Evet inanırız, sen hep doğru söyleyen bir kişisin” dediler. Bunun üzerine o mübarek insanın ağzından şu sözler döküldü: “O hâlde mademki benim doğru sözlü olduğuma inanıyorsunuz, sizi ve beni yaradan Allah’ın beni size peygamber olarak gönderildiğimi tebliğ ediyorum.” Bu kutlu, (kimilerine göre) müjdeci sözler, bazılarının haramla inşâ ettikleri makamlarını, yalan üzere kurulan itibarlarını yerle bir edecek cinstendi. Artık faizcilik yapamayacaklardı. İnsanlara “kölelik” adı altında zulmedemeyeceklerdi. Sınırsız cariyeleri olamayacaktı. Zulüm üzere inşâ ettikleri iktidarlarını kaybedeceklerdi. Onun için bu sözlere şiddetle karşı çıktılar.
Hz. Muhammed (sav) insanlık tarihinin en büyük psikoloğuydu. Büyük bir öfke ve şiddetle kendisini öldürmeye gelenleri teskin ederek gerisin geri döndürüyordu. Tabir caizse onu öldürmeye gelenler onda hayat buluyordu. O, öfke ve şiddetten kuduran insanlığa bir huzur ve sükûn limanı olmuştu. İşte size o günlerden canlı bir sahne… “Mekke’nin fetih günüydü. Bir adam Resulullah’ın yanına yaklaştı. Korkudan, heyecandan titriyordu. Resulullah da adamın bu hâlini gördü ve dönüp seslendi: ‘Titremene lüzum yok, ben kral değilim’ Ve ardından dedi ki; Kureyşli kuru et yiyen bir kadının oğluyum ben.” Böyle insanî bir yaklaşım gösteren bir peygamberin getirdiği dinden ve kitaptan kim şüphe duyabilir ki?

Âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sav) doğum günü, bizim için müstesna bir gündür. Her Mevlid Kandili’nde biraz daha tazeleniyoruz, biraz daha büyüyor ona dair sevgimiz, muhabbetimiz ve hasretimiz… Güneş bir mızrak boyu yaklaşıp da insanların beyinleri fokur fokur kaynamaya başladığı o anda (mahşer meydanında) O’nun mübarek “Livaül Hamd” sancağı altında toplanan bahtiyar insanlardan olmak ne büyük bir mükâfattır.
O, Hicret’ten sonra kurulan İslâm Devleti’nin ilk devlet başkanıydı
Hz. Muhammed’i (sav) İslâm’ın sadece bir tebliğcisi olarak görmek, onu yeterince anlamamaktır. Zira o, Hicret’ten sonra kurulan İslâm Devleti’nin ilk devlet başkanıydı. Liderlik, idarecilik ve ikna kabiliyeti yüksekti. Öyle olmasaydı cahiliye bataklığına saplanmış bir milletten dünyaya ve tüm zamanlara örnek olabilecek bir ashab-ı kiram çıkaramazdı.
Ortalığın putlarla dolu olduğu, kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü bir zamanı hayal edin. Şirk, yürekleri zifiri karanlığa gömmüş. Her taraf salya sümük. Böyle bir zamanın çetin şartları göz önüne alınınca bunun ne kadar büyük bir başarı olduğu açıkça görülür. Demem o ki farz-ı muhal Kur’ân göklere çekilseydi Hz. Muhammed’in (sav) örnek hayatından yola çıkılarak İslâm tekrar inşâ edilebilirdi. Zira o, Kur’ân ahkâmının en somut hâliydi.
Hz. Muhammed (sav), Allah’tan getirdiği İlâhî hakikatleri öncelikle yaşayan, sonra da ümmetine yaşatan örnek bir peygamberdi. O, intikama muktedir iken affetmeyi seçerek farkını göstermişti. Ulu Önder Hz. Muhammed’i (sav) Hz. Ayşe validemize soranlara o şöyle cevap vermiştir: “Siz Kur’ân okumuyor musunuz? Onun ahlâkı/ yaşayışı Kur’ân’dı.”
Müslümanlar için yegâne hayat önderi Resulullah’tır
Günde beş vakit minarelerimizden okunan kutlu ezanlarda “eşhedü enne Muhammeder Resûlullah” ifadesi geçiyor. Bunun anlamı: “Şehadet ederim ki Muhammed (sav) O’nun (Allah’ın) elçisidir” demektir. Böyle bir ifadeyi diliyle söyleyip kalbiyle tasdik eden Müslüman, nasıl olur da arzularını ilâhlaştıranların peşinden gider? Onu önder kabul etmek lâfta kalmamalıdır. Bireysel ve toplumsal hayatımızı onun getirmiş olduğu Kur’ânî ilkelere göre tanzim etmeliyiz. Hâl ve hareketlerimizle ona lâyık bir ümmet olmalıyız.
Müslümanlar için yegâne hayat önderi Resulullah’tır. O, müminler için kâfi bir örnektir. Onun izinden gitmeyenler hiçbir zaman manevî düzlüğe çıkamaz. Onların huzurdan da nasipleri yoktur. Böyleleri hakikatten uzak, inkâr bataklıklarında bir ömür debelenip dururlar. Gönül tasını nübüvvet çeşmesinden doldurmayanlar, manevî susuzluklarını gideremezler. Ecnebi çeşmelerden içenler, ne yazık ki zehir içtiklerinin farkında değildir.
Yüce Rabbimiz Kur’ân’ın birçok ayetinde bizi ısrarla Kur’ân’a tabi olmaya ve Hz. Muhammed’e (sav) itaat etmeye çağırıyor. Keza Resul’e itaat, yüce Allah’a itaattir. Yüce Rabbimiz Nisa Suresi’nin 80. ayetinde “Men yutiır resûle fe kad atâallâh/ Kim Resûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur” diye buyurarak bu ilâhî hakikati teslim ediyor.
Üstad Necip Fazıl gibi “Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim;/ Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim!” diyebiliyor muyuz? Onun getirdiği mutlak hakikatlere, eğilip bükülmeden, dimdik durarak teslim olabiliyor muyuz? Bütün kapıları kapayıp yalnız ona giden kapıyı açık tutabiliyor muyuz? Onun sevgisini kazanan ne kaybeder ki? Bir düşün...
Hz. Muhammed (sav) hatemü’l enbiya (peygamberlerin sonuncusu)ydı
Hz. Muhammed (sav) hatemü’l enbiyaydı. O, Kur’ân ahkâmını en güzel yaşayan model insandı. İman onda, sabır onda, şükür onda, irfan onda, tevazu onda, iffet onda, merhamet onda, mesuliyet bilinci onda, hamaset onda, hamiyet onda, erdem onda, asalet onda, dik duruş onda, sevgi onda, vefa onda, mertlik onda, cömertlik onda, ziya onda, sadakat onda, liyakat onda, kelâm onda, selâm onda, ilim onda, şuur onda, hikmet onda, aşk onda, muhabbet onda, muştu onda, kulluk onda, irşat onda… Cümle güzellikler onda cem olmuş.
Günümüzde Kur’ânî hayattan uzak düşen, ruhu nefsin cenderesinde ezilen, şeytanın sofrasın(d)a meze olan ve ahireti unutan gençliğimiz ne yazık ki sapır sapır dökülüyor. Şehvanî hisleri tatmin etmek, hayatın gayesi olarak algılanıyor. Batı’nın batağında battıkça yükseldiklerini zanneden mukavvadan adamlar, gençlerimize rol model oluyor. Önümüzde Peygamberimiz gibi böyle mükemmel bir numune dururken başka örnekler arayama ne hacet var? Üstümüzde güneş varken idare lambalarından medet ummak kâr-ı akıl değildir.
Şairin dediği gibi “Yok bile yokken o vardı”. Kâinat onun yüzü suyu hürmetine yaratıldı. Müminlerin Resulullah’a olan hasretinin ateşini hiçbir termometre ölçemez. Onun yokluğu yüreklerde baldırandır. Çil yavrusu gibi dağılan, haysiyeti yerlerde sürünen, öz yurdunda parya muamelesi gören, öksüz ve yetim bir çocuğu andıran İslâm ümmeti onun nizamına bugün dünden çok daha muhtaçtır. O artık aramızda yok; ama onun getirdiği Kur’ân hep var olacak. Yeter ki o Kur’ân’ı evimizin duvarlarına değil, gönlümüzün gönderine asalım. Ne mutlu onu görüp de iman edenlere! Ne mutlu onu görmediği halde kalpten iman edenlere! Rabbim bizleri onun “livâü’l hamd” sancağı altında toplanan bahtiyar kullarından eyle!...
Âlemlere rahmet olarak gönderilen (Rahmetellil Âlemin) Hz. Muhammed (sav)
Bizler Resulullah Efendimizin doğum gününü “Mevlid-i Nebi” olarak huzur ve huşu içinde kutlarız. Bu kutlu zaman diliminde ona selât-ü selâmlar getiririz. “Mevlid” kelimesi “doğum” anlamına gelir. Son Peygamber Hz. Muhammed’in (sav) dünyayı şereflendirdiği Rebiülevvel ayının on birinci gününü on ikinci güne bağlayan geceye “Mevlid Kandili” diyoruz. Bu mübarek gece, bütün Müslümanlar için bayram hükmündedir. Çünkü Allah’ın sevgilisi (Habibullah) olan Resul-i Ekrem, bu şerefli zaman içerisinde dünyamızı teşrif etmiştir. O büyük Nebi, hicretten 53 sene evvel şenlendirmişti arzı… Tarihler milâdî 571’i gösteriyordu o zaman. Nisan ayının yirmisini işaret ediyordu takvimler.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen (Rahmetellil Âlemin) Hz. Muhammed (sav), dünyayı şereflendirmeden evvel cehalet, zulüm ve ahlâksızlık almış başını gidiyordu. Tevhit inancı çoktan unutulmuştu. Cahiliye Arapları putlardan medet umuyordu. Dünya, karanlıklara gömülmüş, yaşanmaz hâle gelmişti. Bu böyle gitmezdi. Bir müjdecinin yolu gözleniyordu.
Gelmiş geçmiş bütün Peygamberlerin kemâlat bakımından en büyüğü olan Hz. Muhammed (sav), Rebiülevvel ayında dünyaya gelmekle o ayı sıradanlıktan kurtarıp güzelleştirmiştir. Onun gelişiyle bu ay bambaşka bir mânâ yüklenmiştir. O kutlu doğumdan beri pazartesi günleri daha bir sevimli gelir biz Müslümanlara. İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen Resülullah’ın değdiği her şey diğerlerine nazaran ne kadar da bahtlıdır. Onu dünya gözüyle görmek en büyük saadet olsa gerek… Ashaptan olmak ne büyük bir bahtiyarlıktır.
Kadir Gecesi’nden sonra en mühim ve en faziletli gece olarak adlandırılan Mevlid Kandili gecesi, Müslüman âlemince lâyıkıyla ihya edilir. Zira bu gecede kurtuluş çerağı dünya semasına inmiştir. O ışık, cehalet karanlıklarını bertaraf edip gönülleri aydınlatmıştır. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Resul-i Ekrem Efendimiz bu güzel gecede hakkıyla anılır ve doğumundan dolayı duyulan sevinç, kalben ve lisanen dile getirilir. Zira bu hususta İmam Celâlüddîn Abdürrahmân bin Abdi’l-Melik Kettânî şöyle diyor: “Mevlid günü ve gecesi, mübecceldir, mukaddestir, mükerremdir. Şerefi, kıymeti çoktur. Resûlullah’ın (Sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) varlığı, vefatından sonra, ona tâbi olanlar için, kurtuluş vesilesidir. Onun mevlidi için sevinmek, cehennem azabının azalmasına sebep olur. Bu geceye hürmet etmek, sevinmek, bütün senenin bereketli olmasına sebep olur. Mevlid gününün fazileti, cuma günü gibidir. Cuma günü, cehennem azabının durdurulduğu, hadis-i şerifte bildirilmiştir. Bunun gibi, mevlid gününde de azap yapılmaz. Mevlid geceleri sevindiğini göstermeli, çok sadaka, hediye vermeli, davet olunan (uygun) ziyafetlere gitmelidir.”
“Mevlid” deyince Süleyman Çelebi akıllara gelir
Bilindiği gibi Süleyman Çelebi isimli büyük şairimiz “Vesîletü’n-Necât” (Kurtuluş Sebebi) isimli kitabında, doğumundan ölümüne kadar Peygamberimizi şiir diliyle anlatmıştır. Bu güzel kaside, Türk halkı arasında çok rağbet görmüş, mübarek gecelerde okunmuştur. Bugün bile, ölen kişiler için düzenlenen mevlitlerde bu şiir ibadet aşkıyla okunmaktadır. Bu güzel şiir, Resülullah’ı tazim etmektedir. Bu şiirin “Vilâdet” bahrinde Süleyman Çelebi, Peygamberimizin doğumunu şöyle anlatıyor: “Amine hatun Muhammed annesi/ Ol sadeften doğdu ol dür danesi// Çünki Abdullah’dan oldu hâmile/ Vakt erişdi hefte vü eyyam ile// Hem Muhammed gelmesi oldu yakîn/ Çok alametler belirdi gelmedin// Ol Rebiul evvel ayı nicesi/ On ikinci gice isneyn gecesi// Ol gice kim doğdu ol hayrûl beşer/ Anesi anda neler gördü neler// Dedi gördüm ol Habibin ânesi/ Bir acep nur kim güneş pervanesi”
Resulullah biz müminlerin yegâne rehberidir. Karanlık gecelerimizi aydınlatan, hayatımızı anlamlandıran kâinatın serveri Resulullah Efendimiz her yönüyle mükemmel bir insandı. Bununla ilgili olarak bir hadis-i şerifinde “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim”buyurmuştur. Gerçekten de o, güzel ahlâkı hakkıyla sundu şerefli ümmetine. Bu konuda en güzel model bizzat kendisi oldu. Bu hususta Yüce Kur’ân’da Peygamberimize hitaben şöyle buyrulmuştur: “Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.” (Kalem, 4)
Resulullah Efendimiz, Allah’ın habibiydi. Rabbimiz onu şöyle anlatmaktadır: “Andolsun ki; size, sizin içinizden azîz bir Resûl geldi. Sizin üzüldüğünüz şey, O’na ağır gelir (O’nu üzer). Size çok düşkün, müminlere şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe, 128)
Biz müminler, Efendimizi ibadet aşkıyla severiz. Zira Resülullah’ı sevmek, kişinin iman kemalâtına işarettir. Çünkü Allah, bu kâinatı onun yüzü suyu hürmetine yaratmıştır. “Sen olmasaydın Habibim, kâinatı yaratmazdım” kutsi hadisi bunu ifade ediyor. Rabbimizin bu kadar yücelttiği bu mübarek simayı her şeyimizden çok sevmeliyiz. Bu sevgi kuru bir ifadeden öteye gitmemelidir. Ona çokça selâtü selâm getirmeliyiz. Onun şefaatine sığınmalıyız.
Günümüz gençliği, Yüce Peygamberini ne kadar tanıyor?
Bu soruya müspet cevap vermeyi ne çok isterdim. Fakat mevcut durum içler acısıdır. Kitapçı vitrinlerinde yüzlerce siyer kitabı olmasına rağmen bunları alıp okuyan ve fikreden insanların sayısı ne kadar da azdır. Yarınlarımızın teminatı olan çocuklarımız, günlerini hayal mahsulü Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi gibi maceraları okumakla geçiriyor. Mafya dizilerindeki çetecileri kendilerine model olarak alan ve haksız kazancı meşrulaştıran bugünkü nesil, Resulullah Efendimizin mesajlarına ne kadar da muhtaçtır. Bu mesajlar onların yitik hazineleridir. Fakat zihinlerimiz öyle bir uyuşturulmuş ve bulandırılmış ki bunları kaybettiğimizden de haberdar değiliz. Kaybettiğinden haberdar olmayanın, yitik hazineleri bulmaya koyulmasını ve onlardan istifade etmesini bekleyemezsiniz. Aileler ne yazık ki Peygamberimizin nurlu halkasından kopmuş. Evlerimiz ve kalplerimiz nübüvvet ışığından istifade edemiyor. Tez elden gençlerimize Peygamberimizi model insan olarak sunmalıyız.
Peygamberimizin bundan on dört asır evvel dünyamızı şereflendirdiği Mevlid Kandili’ne “Velâdet Kandili” de diyoruz. Bu gecede ellerimizi Mevlâ’ya açar, Resulullah’ın kutlu yolunda bir mümin olarak yaşamayı talep ederiz. Gönüller Resulullah aşkıyla çarpar bu kutlu gecede. Ona olan hasretimiz sımsıcak gözyaşlarımıza karışır. Bu kutlu gecede Allah’ın rahmetini ve bereketini talep ederiz. Bütün müminler Resulullah’ın sevgi ve muhabbetinde birleşerek bir ve bütün olurlar. Bu gecede gül kokusu bütün mümin gönüllere siner.
Resulullah Efendimiz, kemâlat burcu ve maneviyat deryasıdır. O, hiç eskimeyendir. Onu anlatanlar, onu yazanlar yine de hakkıyla ve lâyıkıyla ifade edememiştir. Peygamber Efendimiz hakkında yazı ve şiir yazmak büyük bir şereftir. Aynı zamanda büyük bir sorumluluktur da… Onu hakkıyla anlatmak her kalem erbabının kârı değildir.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sav) doğum günü, bizim için müstesna bir gündür. Her Mevlid Kandili’nde biraz daha tazeleniyoruz, biraz daha büyüyor ona dair sevgimiz, muhabbetimiz ve hasretimiz… Güneş bir mızrak boyu yaklaşıp da insanların beyinleri fokur fokur kaynamaya başladığı o anda (mahşer meydanında) O’nun mübarek “Livaül Hamd” sancağı altında toplanan bahtiyar insanlardan olmak ne büyük bir mükâfattır. Bu vesileyle Müslümanların mübarek Mevlid Kandili’ni tebrik eder, insanlığın kurtuluşuna vesile olmasını Yüce Allah’tan dilerim.



