Huzur, buluştur; huzur buluştur

İster bilinçli olarak, ister farkında olmadan aransın, aranan her güzellikte olduğu gibi huzurda da asıl gaye “bulmak”tır. Bulmak için ise kaybetmek gerekir. Kaybetmek mi? Biri susuz, diğeri su dolu iki kuyudan susuz olana düşmek gibidir o…

İDDİASINDA bulunulan, güzelliği yaşanılan, yaşandığı zannedilen her ne var ise, o bir benimsenme sürecinin ürünüdür. Zira insan neyi benimser ise, hissiyatı da, düşüncesi de, eylemleri de ona göre şekillenir. Huzuru arayanların ve isteyenlerin, huzursuzluğu isteyenleri anlamakta zorlandığı yerlerden biri de tam olarak burasıdır.

Huzursuzluk istemi dünya hırsına dâhildir.

Yalnızca dünyaya güdümlü bir hayat felsefesine sahip zihniyetler -her ne kadar temelleri sağlam atılmış olsa da- tek gözünü ve dahası evinin yolunu kaybetmiş, ana yurduyla iletişimi sağlayan telleri kopartılmış olarak mahrumiyet beldesinde ve anahtarları yalnız kendisinde olan hırs zindanına kendini kapatmış olarak yaşamına devam eder.

Dünyaya ait olanın cezbediciliği, beraberinde tamahkârlığı meydana getirir. Söz konusu tamahkârlık ise sorunlu bir algı alanının varlığını gün yüzüne çıkarır. Öyle ki, sağlıksız bir algı alanının girdabına dâhil olan bu anlayış, huzursuzluğun kendince meşruiyetinde -huzur ve huzursuzluğu idrakten uzak bir şekilde- ve aslında bilinci kapalı bir huzursuzluğu huzur olarak telakki eden bir yaşam alanına dâhil olur.

Bu haliyle bilinci kapanan bir anlayışı huzura çağırmak ise, davet edilen tarafından, aslında davet edilenin içinde bulunduğu huzursuzluğun girdabına davet gibi algılanabilir. Bu şekilde algılanan bir davet ise, ateşi söndürmek yerine onu harlamak vazifesi görmekten öteye -maalesef- gidememiş olur. Ancak yanlış algılayıcıların yaklaşım tarzı nedeniyle sonuç olumsuz neticelenmiş gibi görünse de bu durum huzura davette niyetin sahihliğine elbette gölge düşürmez.

Kullanımı itibarıyla eksik ve sübjektif algılamaları içinde bulundursa da daha çok yaşadığımız mekân veya belde içinde duyduğumuz hissiyatı ifade ederken ve anlık olarak kısıtlı anlamıyla kullandığımız bir kelimedir “huzur”. Huzurun özüne indiğimizde ise anlık bir hoş-halden ziyade iç ve dış dünyaya dair sayısız faktörü içeren ve daha geniş bir açıyla bakıldığında mesken tuttuğu iç dünyamızı şekillendiren haller bütününü ifade ettiği görülür. Bununla birlikte dünyanın türlü hengamesi içinde iken istikrar ile hüküm sürecek bir huzurun ihdasının kolay olmadığı gerçeği de doğal olarak tezahür etmiş olur.

Huzur istemi, dünya sınırlarını aşmaya azmetmektir.

Her boyutuyla etrafımızı kuşatan yaşadığımız dünyanın sınırlarını aşmak, bu noktada dünyaya ait olanı önemsememek veya değersiz görmek değil, dünyevî olana salt dünyevî bir nazar ile bakmaktan uzak durmaktır. Bu eksende geliştirilen bir nazar ile ancak huzur arayışına çıkılabilir.

Huzur, buluştur; huzur buluştur.

İster bilinçli olarak, ister farkında olmadan aransın, aranan her güzellikte olduğu gibi huzurda da asıl gaye “bulmak”tır. Bulmak için ise kaybetmek gerekir. Kaybetmek mi? Biri susuz, diğeri su dolu iki kuyudan susuz olana düşmek gibidir o. Bulmak için öncelikle susuz olandan çıkarak kovayı ve ipi tamir etmek ve sonra su dolu kuyuyu aramak gerekir.

Kaybetmek için bilmek gerekir. “Bilmek” her boyutuyla gerçekleşmesi güç bir iddia olsa da, her haliyle yaşadığımız güzellikler, o güzelliğe dair bir bilme düzeyini de beraberinde getirir.

Bilmek için görmek gerekir. Görmek gözde gerçekleşen bir olay gibi görünse de aslında görmenin ilk adımıdır. Dolayısıyla görme, duyuların ötesinde bir algılama, anlamlandırma ve aydınlanma sürecinin bütününü ifade eder.

Görmek için engellerden arınmak gerekir. Görmenin çeşidi ne olursa olsun, sağlıklı bir görmenin gerçekleşebilmesi için öncelikle görülmek isteneni perdeleyici unsurları ortadan kaldırmak veya azaltmak gerekir.

Arınmak için gönülde/gönülden buluşmak gerekir. Buluşmak için kalbin hassas kapılarını bittabiî önlemler ve özlemler ile ardına kadar açmak gerekir.

Ey Huzur! Bizi bul ve bizi huzur ile Huzur’da buluştur…