Hüzün başkaldırmaz, ayağa kaldırır!

Şâir, “Dön bana ve dinle!” derken şiirin son deminde “Duy beni ve dinle!” diyerek ortak nokta olarak “Dinle!” deyişini kullanır. Şiirin nihâyetinde şâir, insanın içinde bulunduğu iç mücadelesi yanında, dış dünyada bir hayatın varlığından bahsederken yaşama sevincini kaybetmemek gerektiğini de vurgular.

GÖRECE yanı özünü görmeyi perdeleyen ve günlük alışkanlığa dönüşen kavramların, çok kullanılır olmaktan kazanılan meşrûiyet ile hayatımızda var olduğunu bildiğimiz -ki çoğunlukla bildiğimizi varsaydığımız- anlamları vardır. Bu anlamların karşıladığı geçici hâller dışında, kavramın karşıladığı aslî hâller veya kavramın subjektif görünümünü de aşan sûrette var olan biricik hissiyatlar, subjeye ve onun hayatına özge/özgü katkıları da beraberinde getirir.

Kavramı yaşayarak/yaşatarak ifade etmek, onu yazılı veya sözlü olarak telaffuz ederken mânâ ile hâlin birbirine doğru kazandığı çekim gücüyle beraber alev alır. Bu durum, hâlin bakılan bütün cephelerden mânâya, aynı şekilde kelimenin kastedilen mânâsıyla da hâle/özneye olan uygunluğuyla öne çıkar. Kavramın içinde yaşamak/kavramı içinde yaşamak, kavramın varoluşuna sebep bir eylem gibi bir süreçle başlar ve çevresinde birçok kavrama tesir eden -ve çoğu kez görünmeyen- bir coşkunluğun sonucu yahut nedeni olarak kendini gösterir. Çokça telaffuz edilen, yaşanan, yaşandığı düşünülen/hissedilen bir kavram olarak “hüzün”, bu duruma bir örnek olarak karşımıza çıkar.

Hüzün düşmüş yanımızı ayağa kaldırmalı!

Hüznün enerjisi, aynı zamanda bir aksiyonun da ateşleyicisidir. Erdem Beyazıt, “Kar Altında Hüzün Denemesi” adlı şiirinin ilk dizesine de hüzünle başlar: “Dünyanın en uzun hüznü yağıyor/ Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne.”

Yaşadığı yüzyıl/ülke, yaşadığı şehir/mekân, yaşadığı olay/zaman ne olursa olsun, hüzün, çoğu kez adını koyamadığımız, miktarını bilemediğimiz bir gerçeklikte, boyutları kavranması zor bir düzlemde ve insanın görünmeyen dünyasında tezâhür ederken yine onun dış dünyadaki dengesini ve dengelemini olumlu/olumsuz değiştiren bir etkiyi de öne çıkarır. Hüzün, böylece öne çıkardıkları ve sonuçları ile algı dünyamızın değişkenlerini de beraberinde ifade eder. Hüznün dayandığı içsel çatışmanın ortaya çıkardığı kırılmışlık ve bu kırılmanın içte ve dışta geçtiği duraklar ve insanda bıraktığı emarelerin nicelik bakımından karşılığını, şiirde geçen “en uzun hüzün” ifadesi ile açıklayabiliriz.

“Yorgun ve yenilmiş insanlığımız”

İnsanın hassasiyetleri ile onun, reel hayatın içinde -kendisi ve başka insanlar arasında- insana dair yapamadıklarının/insana dair yaşayamadıklarının bir özet portresi olan şiirdeki bu ifade, insan tarafından oluşan ruhsal enkazdan yine insanın etkilendiğini beyân eder. İnsana dair oluşan enkâzı temizleyecek olanın yine hüzün oluşunu hissettiren şâirin, bu hüznünü “gökten inen bir rahmet” olarak “hüznün yağması” şeklinde tasvir etmesi dikkat çekicidir.

Şiirin bu ilk bölümü şöyle devam eder: “Kar yağıyor ve sen gidiyorsun,/ Ağlar gibi yürüyerek gidiyorsun,/ Belki bulmağa gidiyorsun kaybettiğimizi/ O insan ve tabiat çağını.”

Kar ve beyaz bir sevincin ifadesi, olduğu gibi içinde bulunduğu tablo açısından şiirde örten, dünyanın kirli tarafını kaplayan ve üzerine yağdığı toprağı tedavi edişi yönüyle de -dünyanın aksayan yanlarını/kanayan yaralarını saran- hüznün sembolik bir değeri olarak öne çıkar. Şâirin art arda iki dizede karın yağmasından ve hüznün somut bir göstergesi olan ağlamaktan bahsetmesi de bu sembolizmi güçlendirir. Hemen sonraki iki dize ise bize, insana dair oluşan enkâzın bilançosunu net bir şekilde gösterir. Bir ihtimâl sözcüğü olan “belki” ile cümleye başlasa da şâir, aslında bize asıl dileğini ve kaybedilenin “insan ve tabiat çağı” olduğunu anlatır ve de dizelerin başından itibaren kullandığı “gitmek-yürümek” kelimelerinin sezdirdiği “arayışı”, “Belki bulmağa gidiyorsun” diyerek ve kaybın gerçekliğini vurgulayarak devam ettirir.

Kişinin kendi ahengini bulmadan ve kendi ahvâlini bilmeden yaşadığı hüznün enerjisinden istifade etmesi, hüznün aslî vazîfesini tamamlaması ve kişiyi karanlıktan kurtaracak ışığın yanması için devresini tamamlaması kolay değildir. Bunu bilen şâir, devam ettiği dizesinde şöyle der: “Dön bana ve dinle!/ Kuşlar uçuşuyor içimde…/ Loş bir keman solosu gibi/ Kuşların uçuştuğunu içimde,/ Dön bana ve dinle!”

Yolunu, kendini/insanı ve içinde olması gerektiği aslî yurdunu kaybeden insanın kaybettiği değerlere ulaşmak endişesine binaen şâir, bireyin gerek kendi çıkmazları ve gerekse insanlığa dair kayıpları için başta kendine, sonra yine bütün olarak insana dönüş yolculuğuna çıkması lâzım geldiğini ifade eder. Şâir bu ahvâli, yönünü ve yurdunu kaybetmiş kuşların çığlığını/hüznünü bir keman solosuna benzeterek tasvir eder. 

Hüznün varoluşunda birbirini harekete geçiren zincirleme bir mekanizmadan bahsedebiliriz. Hüznü ortaya çıkaran ve insanın yaşadığı çatışma ve hayâl kırıklığından oluşan çatlaklarda biriken acının, -birbiriyle ilintili- birden fazla unsurun merkezindeki tek bir değere yahut değerler bütününe ulaştığından söz etmek –bu noktada- doğru olacaktır.

Şiire döndüğümüzde, “Karanlık denizlerin dibinde/ Birtakım incilerin olduğunu,/ Birtakım incilere ve hatıralara/ Neden bağlı olduğumuzu unutma!” dizelerinde, bu duruma örnek şekilde birbirine bağlı unsurların ulaştığı unsur olarak “birtakım inciler”den bahsedildiğini görürüz.

Söz konusu bu incileri “aslî hüzünlerimiz” olarak değerlendirebileceğimiz gibi, hüznümüze kaynak teşkîl eden “aslî değerler” olarak da telakkî edebiliriz. Bu bölümdeki ilk dizede yer alan “karanlık denizler”in, şiirin başından beri bahsettiğimiz -yorgun ve yenilmiş- insanlığa dair enkâzın, yolunu kaybetmişliğin bir diğer ifade şekli olduğunu da ifade edebiliriz.

Bu bölümde, şâirin hakîkatin biricikliğine olan sadâkat ile “kendimizi bulduracak ve bizi ayağa kaldıracak” hüzne ulaşmanın zorluğunu, karanlık denizde inci bulmanın zorluğuna benzettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak o, bu noktada arayışımızı devam ettirmenin, bize birtakım incilere ve hatıralara bağlılığımızın kaynağını hatırlatması icâb ettiğini vurgulayarak karamsarlığa kapıları kapatmıştır.

Devam eden dizelere bakalım: “Duy beni ve dinle!/ Denizler boğuşuyor içimde…/ ‘Unutma’ diyorum, ama sen anla,/ Anlat bizim de yaşamak istediğimizi onlara!”

Daha önceki dizelerde şâir, “Dön bana ve dinle!” derken şiirin son deminde “Duy beni ve dinle!” diyerek ortak nokta olarak “Dinle!” deyişini kullanır. Şiirin nihâyetinde şâir, insanın içinde bulunduğu iç mücadelesi yanında, dış dünyada bir hayatın varlığından bahsederken yaşama sevincini kaybetmemek gerektiğini de vurgular. O hâlde sevincimiz hüznümüz ise, ayağa kalkmayı hüzne borç bilelim yahut bizi ayağa kaldıracak bir hüznün izini sürelim!