O, uçsuz bucaksız vadinin
zümrüt yeşili eteklerinde usanmadan, bıkmadan dostu bekleyen vefa abidesi… O,
kınalı kuzuların meleyişine karışan coşkun bir kaval sesi… O, huzurun
içselleşen namütenahi melodisi… O, gevenlerin mahfuz kıldığı kekik rayihası… O,
dağları mesken tutan arıların, kuşların ve kelebeklerin konduğu bahar
çiçeklerinin en canlısı… O, kelam yurdunun yıkılmaz kalesi, sarsılmaz iradesi…
O,
bakir çöllere yağmur mayalayan mümbit bir bulut silsilesi… O karlara, buzlara,
fırtınalara aldırış etmeden göğüs geren kardelen, sıcağa mukavemet gösteren nazenin
mor menekşe… O, başıboş kelamları gönül vadisine ulaştıran Cibril gölgesi… O,
kalemin bitip tükenmeyen nuranî isi… O, dağ sularını kana kana içiren yayla
çeşmesi… O, senelerdir değişmeyen kural, annelerin canparesi… O, çobanın mendil
arasındaki ekmek teknesi… O, gecenin sönmeyen feneri, yıldız kümesi…
O,
emanet bedenin en ulvi iki katmanı, akıl ve kalbin doruklarında taşıdığı, ilim
irfan adına ve imana dair ne var ve ne yok, elini daldırdığı basiret ve feraset
havzasından çıkarıp muhtaçlara avuç avuç dağıtan… Cömertlik ve mertlik onun en
büyük sermayesi… O, paylaşmayı şiar edinen, bu uğurda zaman ve mekân
kıskaçlarına takılmadan yol alabilen, fetih ordularının en ön safında yol alan
muzaffer edalı süvari…
O,
acı ve sancı kuşağında meydana gelen “medcezir”leri ümit ve sabır kıyısına
taşıyabilen kılavuz kaptanın korkusuz ve güçlü tayfası… O, sebep ve sonuç
ilişkilerini akıl katmanında yoğurup meşveretle süzgecinden geçiren, “ben”den
ve “bencillikten” oldukça ırak münzevi bir hayat yaşayan, en mühimi de sayıları
her geçen gün azalan bahar penceresi…
O,
hiç ummadığın bir anda karşına çıkan yol arkadaşı, yenilmez pehlivan armadası…
O, arayıp da bulamadığın biri… Var mı bunun ötesi berisi? O, dertlilere derman diye
sunulan Lokman reçetesi…
O,
gözde şeb-i nem, çile filtresi… O yorulmuşlara, susamışlara kurulan İbrahim
sofrası… O, yarenlerine ibretlik Hızır’la Musa hikâyesi… O, güneşin kıskandığı,
gündüzün sırlı penceresi… O “Hüşyar Gönül”, gönüllerin gül bahçesi…
Bulmanın yolu,
kaybetmekten geçer
Atını
kelam atlasına sürenler, illa ki gönül vadisinden geçer ve bahsi geçen
güzelliklere duçar olurlar. Yolu gönül vadisinden geçenler de er ya da geç
“Hüşyar Gönül” ile karşılaşır, sofrasına konuk olur, o soğuk ve buz kristali
suyundan mutlaka içerler.
Şimdi
bir küheylan bul ve sırtına yerleş! Ukbe bin Nafî gibi
atını deniz aşırı ülkelere sür, gemileri yak, onu ara ve bul… Unutma, bulmak için
önce kaybetmek lazım! Gerekirse kendini, nefsini kaybet bu uğurda, sakın ola
korkma aklını kaybetmekten! Her şeyini yitirsen de imanın verdiği güç ve aşkın
sembolü olan ümidini yitirme… Hayaline, uğruna deli divane olduğun bir Leyla al
ve “o çöl senin, bu çöl benim” diyerek gezdir… Bulmak için mahmuzla atını;
yeleleri rüzgâra güç versin, kuvvet versin… Bulduğun hazine, “Hüşyar Gönül”den
başkası değildir…
Bulduktan
sonra da himmetine sarıl, gözlerine demirle bakışlarını, dizinin dibinden
ayrılma ve kulaklarını şiir dolu kurnasında yıka! Kendine pay biç dünden! Çünkü
sen, yarının müstecirisin raflarında ümit, sabır, vefa, hoşgörü, şefkat,
merhamet ve muhabbet olan. Her şeyi hesapla! Varsın kılıcın olmasın, ne çıkar?
Kılı kırk yaran vicdanın, sarrafları andıran terazin var.
Hep küçük, hep sıfır bil kendini; büyükleri örnek al ama hiç büyüklenme,
fahirlenme! Edep ve hayâdan asla taviz verme! Yöneldiğin kıblegâhtan bir an
olsun yüz çevirme! İtminan ve tevekkül zırhın, diline pelesenk ettiğin bir
değil, bin duan olsun. Duana iştirak edecek, “Âmin” iliştirecek hayırhahların
olsun.
“Hayat, kısa
fakat uzun yol hikâyelerinden oluşur”
“Yol
uzun” deme! Yolu kısa edecek yoldaşlar, dinginlik verecek yarenler ara, aramaktan
yorulma! Elmasa, yakuta, zümrüde benzet onu; ona ulaşmanın kestirme yollarını, hatta
ondan evvel kendini ara! Ara ki bulduğunda sana ayine olan simasını hatırla, karşılaşmadan
öteki yüzünle yüzleş, sonra ebediyete kadar onun sınırsız gönlüne yerleş!
Aradığın
gönül, seni muhafaza eden koskocaman bir fanusa dönsün. Dönsün ki seni
yalandan, riyadan, hadsizlikten, gıybetten, şirkten, küfürden, büyücülükten,
zinadan, kumardan, rüşvetten, irtikâptan, içkiden, emanete ihanetten, yetim
hakkı yemekten, israftan, faizden, müstehzi davranmaktan, iblisten, velhasıl
ismini andıkça başucuna toplanacak üç harfliler gibi irili ufaklı bütün
günahlardan korusun.
Bulduğun
gönül sana feraseti, basireti ve tecrübesiyle yol yordam göstersin, kılavuz
kaptanın olsun. Onunla çıktığın mesafeler kısalsın, onunla çıktığın seferlerde
korkuya yer olmasın ve onunla aşılan her yol seni sahil-i selamete çıkarsın.
Yerleştiğin
gönül, dertlendiğinde yanı başında olsun; elleri şifa bahşeden hekime, yangına
su taşıyan gözyaşları ise ecza deposuna dönsün. Dönsün ki çile girdabından
ancak onun uzattığı el yordamıyla kurtulasın.
Dertleştiğin
gönül, Furkan deryasından dalga dalga, köpük köpük kurtuluş getirsin kupkuru
kıyılarına. Sen serinlik solukla ve ayak izlerini bırak ıslanmış kumlara ve
seccadelere…
Paylaştığın
gönül, yolun karşı kıyısında kalanlara kucak açan, nurdan helezonlar çizen, yıkılmaz,
bükülmez köprüler kuran istikbalin mimarı olsun. Sen aramaya devam et! Ara ki Âlemlerin
Rabbi, şımarmayan ve şükreden bir kulu sana arkadaş olarak sunsun.
Aradın
ve buldun! Yetti mi? Hayır! Bundan sonrası “aramak” kadar meşakkat ve çile dolu
olmasa da “tenperverlik”ten uzak bir eda ile karınca ve arı ile at başı yürütülen
yarış içinde aktif sabrın göstergesi olarak dil, sürekli -şükür zikri-
çekmelidir. Çekmelidir, zira “şükür” sadece kitap aralarına sıkıştırılan iki
heceli bir sözden ibaret değildir. Şükür, dil haznesine yerleştirilen
tasadduktur, berekettir, ibadettir, iltica kapısıdır ve de “Söz Sultanı” ile
vakitli vakitsiz, kesintisiz gerçekleştirilen diyalogdur.
Başını göklere çevir, “yıldızlar adedince” de, ayaklarını kıyı şeridindeki
kumlara daldır ve “kumlar adedince” de! İster Âdemce, ister Havvaca de! Yeter
ki şükrü fısılda! İster sesli, ister sessiz… Duyanı var, göreni var, bileni var...
Sahipsiz değil ki bu vadi; yolcusu var, yükü var, hedefi var… Başıboş değiliz
hiçbirimiz; siyahî geceye iz düşüren var.
Varlığımızı
Var Eden’in bize, yani insanoğluna verdiği en önemli nimetlerden biri de
dostlarımızdır. Tabir-i diğerle “Hüşyar Gönül”…
“Yanımda ışıltısız gözleri olan çokça arkadaşım olacağına, uzağımda gözleri ışıldayan tek bir dostum olsun, razıyım!” sözüne kulak kesil ve sırtına yukarıda dizilenmiş tembihleri al, -dostu- aramak üzere yola koyul! “Yarışmadan varış” türküleri mırıldan! Mırıldanışını âlem duysun, “Hüşyar Gönül” nasıl olsa duyuyor…