YIL, 2011... Türkiye, savunma sanayii için önemli bir
adım daha atıyor. Koç Grubu şirketlerinden Otokar, Altay Tankı üretim ihalesini
alıyor. Herkes mutlu, herkes umutlu… Fakat o günlerde atladığımız, unuttuğumuz
bir gerçek var: Aynı Koç’un yerli otomobil üretimi için gösterdiği direnç…
Bu direncin iki sebebi olduğunu düşünüyorum: Birincisi,
tamamen ticarî endişeler…
Koç, 1950’li yıllarda Menderes’in de özel desteği sayesinde
kurduğu Ford ilişkisi ile otomotiv sektörüne girmiş ve montaj sanayiinde önemli
bir pazara sahip olmuştu. Her ne kadar Anadol gibi yerli bir marka üretmiş olsa
da Ford’un dayatmaları sonucunda yerli zannedilen üretimin önemli bölümü Ford
tarafından karşılanmıştı.
İlerleyen dönemde Fiat ile de montaj anlaşması yapan
grup, Tofaş’ı kurarak üretim bandını da çeşitlendirmiş ve montaj otomobil
ihracatından büyük bir gelir kalemi oluşturmuştu. OYAK’ın Renault ile yaptığı
ortaklık tatlı bir rekabete dönüşse de, bu, Türkiye’ye günün şartlarında
ekonomik bir getiri olarak destek sağlamıştı kuşkusuz. Özal’la birlikte yabancı
sermayenin Türkiye’ye gelişi hızlandığında, ünlü markaların ülkemizde üretim
yapmayı seçmesini, bu üretim tecrübelerinden aldıkları cesarete bağlayabiliriz.
Ancak Koç Grubu, ihracat kolaylığı dolayısıyla hazır
markaları üretmenin kendileri açısından daha verimli olduğu kanaatini
değiştirmedi hiç. Ticarî olarak yeni ve yerli bir marka riskli, hatta intihar
olarak değerlendirildi.
Direncin ikinci sebebi ise, Koç’un son 50 yıllık
yönetiminin yeteri kadar yerli ve millî bir fikre sahip olamayışıydı bence.
Gezi Ayaklanması ile çok net olarak yerini belirleyen
Koç Grubu, AK Parti hükûmetlerinden aldığı onlarca teşvik ve desteğe rağmen,
kapitalist ve Siyonist sistemin devamı konusunda tehlike olarak gördüğü bu
iktidarın, yerli üretimlerle dışa bağımlılığının azalması riskine ayak diredi.
Erdoğan hükûmeti tarafından aldıkları yerli tank ihalesini yedi sene boyunca
neredeyse çivi çakmadan bekletmeleri de bu direncin göstergelerinden biri.
Şimdilerde, Koç’un -deyim yerindeyse- sümen altı
ettiği Altay Tankı projesini ayağa kaldırmak için yapılan hamleler tartışılıyor
Türkiye’de. Ama hiç kimse, taahhüdünü yerine getirmeyen Koç-Otokar’ı
sorgulamayı getirmiyor aklına. Koç Grubu’nun, yerli otomobil TOGG için taşın
altına elini koyan firmaların içinde neden olmadığı sorusu yerine, Altay Tankı
ihalesini alan BMC’ye Katar’ın neden ortak olduğu sorusuna yoğunlaşıyor herkes.
Yetmiyor, muhalefet lideri, “Söke söke geri alırız” diyor kanun bilmezcesine!
Bugün Katar konusunda atıp tutanlar, Katar’ın dünyanın
gelişmiş ülkelerindeki yatırımlarını görmezden geliyorlar. İngiliz Borsası’na
olan ortaklığı, Alman otomotiv devi Volkswagen’deki hisseleri, ABD’deki
gayrimenkul yatırımları, dünyaca ünlü futbol kulüplerini satın almış olmaları,
ilgili ülkelerde bir milliyetçilik sorunu olarak algılanmıyor.
Hiçbir ülke vatandaşı ya da kulüp taraftarı, “Katar
bizi ele geçirdi” diye feryat etmiyor. Zira o ülkelerde muhalefet edenler bile
biliyorlar ki, her yatırım, ülkeye ekonomik katkı sağlayan bir araçtır. Kimse
gelen legal yatırımın menşeine bakmaz ve her birini ayrı ayrı çok değerli
bulur.
Peki, Türkiye’de muhalefet neden aynı şekilde
davranamıyor?
Defalarca yazdık; Türk siyaseti muhalefet sorunu
yaşıyor. Mevcut iktidardan kurtulmak için yapamayacakları algı üretimi,
söyleyemeyecekleri yalan ve içine giremeyecekleri bir ihanet projesi yok
maalesef. Katar yalanları da tam bu yüzden zaten!
Toplumda, “Ülke Katar’a satılıyor” algısı oluşturarak
dünyanın kişi başına düşen gelirde en zengin ülkesi olan Katar’dan Türk halkını
soğutmak için bütün çaba.
Hâlbuki Katar, Cumhurbaşkanlığı verilerine göre gelen
dış yatırım sıralamasında Türkiye’de on yedinci sırada sadece. Kanal İstanbul’a
“Katar İstanbul” diyenler de, “Türkiye Kataristan oluyor” diyenler de bunun doğru
olmadığını biliyorlar tabiî. O yüzden sadece yatırım miktarı ile değil, yatırım
kalemleri ile de vurmaya çalışıyorlar Hükûmet’i. Hatta toplamda 8-10 kişinin
bile faydalanamayacağı öğrencilik imtiyazını, tam üniversite sınavları öncesinde
gündem yaparak “Z kuşağını” psikolojik olarak yıpratmaktan da utanmıyorlar.
Tank Palet’teki azınlık hissesine sahip BMC’nin azınlık hissedarı oluşunu
dünyanın sonu gibi göstermekten çekinmiyorlar.
Muhalefet, en büyük yatırımcı Hollanda, İngiltere ve
ABD olunca “Satıldık” demezken, en sıkıştığımız anlarda yanımızda olan ve sıcak
parayla bizi destekleyen Katar’dan hazzetmiyor bir türlü. Çünkü onlar da
biliyorlar ki, Erdoğan iktidarı ancak ve ancak çok kötü bir ekonomik çöküşle
yıkılabilir.
“Ekonomi çökünce Türkiye kaybeder” diye düşünmeyenler,
ekonomi sayesinde toplumun eziyet çekerek Erdoğan’dan vazgeçmesini beklemeyi
bir siyâsî ahlâksızlık olarak kendilerine yol edinmiş durumdalar.
Ayıptır, yazıktır!
Sizi “hain” olarak yazmayı tarihe bırakmayız Evvel Allâh!