Hukuk ve Osman Gazi

Kara Osman’ın beyliğini, Türkiye Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Mesut, 1284’te gönderdiği bir menşurla resmen tanımıştı. Daha sonra Osman Bey’in kazandığı zaferler ve yaptığı seri fetihlerden gurur duyan II. Gıyaseddin Mesut, 1299’da Kara Balaban Çavuş vasıtası ile Osman Bey’e yeni bu menşurla birlikte beylik simgesi olarak Beyaz Sancak, Tuğ, Davul, Kös, Zil ve Zurna ile bu aletleri çalabilecek müzisyenler de göndermişti.

ERTUĞRUL Gazi’nin ölümünden sonra, yerine oğlu Osman Bey geçmişti. Obada “Osmancık” lakabı ile anılıyordu. Oval yüzlü, kara kaşlı, kara gözlü, kara bıyıklı ve kemerli burnu ile kimileri ona “Kara Osman” da diyorlardı. Kara Osman orta boylu, geniş omuzlu, güçlü kuvvetli bir gençti. Kolları çok uzun olup, ayakta durduğu zaman parmakları diz kapaklarına kadar iniyordu. Bu özelliği onu, yakın dövüşte rakiplerine karşı üstün konuma getiriyordu. Usta bir binici ve iyi bir silahşördü. Acı bir kuvveti vardı. Bitinya Ucu’nda onun sırtını yere getirecek ve kılıcının karşısında durabilecek yiğit yoktu.

Samsa Çavuş, Kara Mürsel, Sungur Alp, Akçakoca ve Rahman Gazi gibi, hepsi de birbirinden yiğit ve bahadır arkadaşları vardı. Son derece mert, eli açık ve dostlarına karşı lütûfkar olan Kara Osman, kazandıklarını halkı ile paylaşır, hanesinde her gün muhtaçlara yemek verirdi. Türk töresine göre açları doyurup çığlakları giydirmek, halkını koruyup kollamak beyliğin şanından olup, bu özelliklerin hepsi de onda fazlası ile vardı.

Kayı Boyu, resmen ve hukuken Türkiye Selçuklu Devleti’ne bağlı bir uç beyliği idi. Ertuğrul Gazi’den sonra yerine geçen Kara Osman’ın beyliğini, Türkiye Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Mesut, 1284’te gönderdiği bir menşurla resmen tanımıştı. Daha sonra Osman Bey’in kazandığı zaferler ve yaptığı seri fetihlerden gurur duyan II. Gıyaseddin Mesut, 1299’da Kara Balaban Çavuş vasıtası ile Osman Bey’e yeni bu menşurla birlikte beylik simgesi olarak Beyaz Sancak, Tuğ, Davul, Kös, Zil ve Zurna ile bu aletleri çalabilecek müzisyenler de göndermişti.


Tüm bunlardan başka Sultan, Kayı Boyu’nu her çeşit vergiden muaf tuttuğu gibi, Kayı savaşçıları için bol miktarda silah ve cephane göndermeyi de ihmal etmemişti. Beylik simgeleri, ikindi vakti muhtaçlara yemek verilirken gelmişti. Osman Bey, bando takımına çalmasını söyledi. Bando, Tablhane’de çalmaya başlayınca kendisi de ellerini göğsünde kavuşturarak ayağa kalkıp bir süre dinledi. Bundan sonra her gün ikindiden sonra, Tablhane’de bando çalınması ve beylerin de bunu ayakta dinlemesi bir gelenek haline geldi. Bu gelenek Fatih döneminde terk edildi.

Moğol hükümdarı Gazan Han, 1297’de Türkiye Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Mesut’u görevinden alarak, yerine III. Alaaddin Keykubat’ı getirdi. 1299’da yeni sultanın da görevine son vererek Anadolu’yu Moğollar için bir eyalet haline getirdi ve yönetimini ise Timurtaş Noyan’a verdi. Bu olayla birlikte Türkiye Selçuklu egemenliğinin resmen sona ermesi üzerine Osman Bey, kendi adına para bastırıp hutbe okuttu. Bu hareketi ile bağımsız bir devlet kurduğunu ilan etmiş oluyordu.

Osman Bey, Kayı Boyu’nu devlet bazında örgütlemek istiyordu. Bu nedenle aldığı kalelere birer kadı ve subaşı atarken, Karacahisar’ı oğlu Orhan’a, Eskişehir’i kardeşi Gündüz Alp’e, İnönü’yü Aykut Alp’e, Yarhisar’ı Hasan Alp’e, İnegöl’ü Turgut Alp’e, Bilecik’i ise kayınpederi Şeyh Edebali’ye tımar olarak verirken, kendisi de Yenişehir’de ikamet etmeye başladı.

Osman Bey Yenişehir’in imar ve iskânı ile uğraşırken, Germiyan ilinden garip bir yabancı geldi. Kentte birkaç gün kalan yabancı, Semet Pazarı’nı gezerken bir eksikliği farketti. Akşam olup da herkes evine gittiğinde, pazar yerinin tezgâhlarının bakım ve güvenliği ile ilgili bir hizmetin yapılmadığını gördü. Germiyanlı, pazarcılara, sattıkları yük başına verecekleri belli bir vergi karşılığında bu hizmete önerdiler.

Germiyanlı, Osman Bey’i bir grup arkadaşı ile sohbet ederken buldu. Osman Bey uzun bir kaftan giymişti. Başındaki kırmızı fesin üzerine sardığı beyaz sarığının uçları sağ taraftan omuzlarına kadar iniyordu. Germiyanlı ile aralarında şu ilginç konuşma geçti:

Germiyanlı: “Beyim, Yenişehir Pazarı’nın vergisini bana satınız.” Osman Bey: “Vergi de nedir?” Germiyanlı: “Pazara her kim yük getirirse, ondan akçe alayım.” Osman Bey: “Bre kişi! Bu pazara gelenlerden alacağın mı var ki onlardan akçe alırsın?” Germiyanlı: “Beyim adettir, her vilayette vardır. Padişah için her yükten akçe alınır.” Osman Bey: “Bu Allah emri ve Peygamber kavli midir, yoksa bunu her ilin padişahı kendine göre mi koydu?” Germiyanlı: “Beyim, eskiden beri uygulanan Töre-i Sultanidir…”

Bu konuşmalar üzerine çok kızan Osman Bey, Germiyanlı’ya şunları dedi: “Yürü ırak! Burada durma ki sana zararım dokunur. Malını kendi alın teriyle kazanmış bir kişinin bana ne borcu var ki akçe vere?!”

Osman Bey’in konuşması bitince yanındaki arkadaşlarından biri, “Hânım! Size gerekmeyebilir, ama bu pazarı bekleyenlere, emekleri zayi olmasın diye bir miktar vermek uygun olur” dedi. Bu sözler üzerine Osman Gazi, ilk yasasını şu sözlerle açıkladı: “O kişi ki, bir yük sata, iki akçe versin. Eğer satamazsa hiçbir nesne vermesin!”

Bu sözlerden sonra Osman Bey, dağıtmış olduğu tımarlar içinde şunları söyledi: “Ve dahi her kime bir tımar versem, biri onun elinden ol tımarı sebepsiz almaya ve ol kişi olunca oğluna vereler. Eğer oğlan küçükse, büyüyünceye kadar hizmetkârı onun yerine sefere varalar. Eğer bu yasayı her kim bozsa ya da benim neslime bir başka kanun öğretse, Allah onun dinini ve dünyasını bozsun!”