Hukuk tornası

Akıl ve kalp, Yaratıcısından onun varlığına armağandır. Hukuk yalnızca akla değil, vicdan ve kalbe de emanettir. Hukuk, hukukî olabildiği kadar vardır ve o kadar çözmek ve çözümlemek istidâdındadır.

DURUP dururken yahut durup düşünürken anı semâsından bir hatıra damlar “hâfıza” denen zırhlıya. Bunlardan içe işleyeni, mesleğimin merdivenlerindeki ilk basamağım, kendini gökte zannederken yerde buluş öyküsü gibi gelen ve şu an elime kalemi aldıran, yazın yaptığım kısa süreli çalışma hayatıydı.

Hayır, dünya ne tamamen iyi, ne de tamamıyla kötü olarak addedilebilir. Tüm hislerin, duyguların, güzellik kadar çirkinliğin ve hoş kadar rezilliğin iç içe geçtiği bir arz üzerinde yürüyoruz biz. Takvimlerden düşen yaprak sayısınca doğru, eksilen saat kadarınca yanlış, hızını kesmeden sona yahut sonsuzluğa uzanan saniyeler çokluğunda hayat var gözlerimizin önünde.   

Ana rahmi sığınağından kurtulup gözlerimizi dünyaya açtığımızda çepeçevre kuşatılıyoruz tüm gerçek ve hakikatlerle. Yaşımız ne kadar büyürse büyüsün, şaşırma ünlemleri gölgemiz misâli takip ediyor bizleri. Bu ünlemleri bastıra bastıra rûhuma kazıdığım günlerdi benim için…

İçimdeki rûhumu demleme iştiyakıyla Fatih ilçesindeki tüm hukuk bürolarını listeliyorum önüme. Hepsini arıyorum. Amacım, insan okumak, dosya koklamak ve en önemlisi de ayağa kalkmak. Olumlu yanıt alamıyorum, numaralar listeden bir bir siliniyor. Vazgeçiyorum…

Otobüsteyim. Hiç olmayacak bir anda, sağ yanımda, “Avukat … Bağcı” tabelâsını görüyorum. Tüm cesaretimi toplayarak, kalan son umudumla arıyorum ve karşımdaki ses, zaten birkaç gün içerisinde ilân vermek üzere olduğunu ve benimle görüşmeyi kabul ettiğini bildiriyor.

Birkaç gün sonra elimde avukat çantası, o zamana kadar hiç kullanmadığım yeşil minibüsle heybetli binaya gidiyorum… Demek “hukuk” burada... İnsanların kalplerindeki yangınlar burada söndürülüyor yahut kor ateşler insanları bu kapılar ardında yakıyor.

İlk bir hafta aval aval gezdiğim, her seferinde kaybolduğum koridorlara alışmaya başlıyorum. Deneyimsizliğimden, icra dairelerine mahpusum. Pembe dosyalar arasında kayboluyorum her gün. Dosyaların mevcûdiyeti odayı sarıyor, kaplıyor. Kimisi mahzene sürülüyor, pembelikler günden güne çoğalıyor, ayak izleri daireyi turluyor; delgeçler, çoğalan ellerde gidip geliyor.

Azlık, çoklukla boğuşuyor âdeta. Konuşulan kelime, yüzdeki gülümseme, kalpteki merhamet azalıyor burada.

Kendi benliğinden ırak, duygularının üzerine toprak atarak yürüyen yaşayan ölüler doldurmuş bu mezarlıkvari yapıyı. Boş kalan memurun yakasına yapışılır, borçlunun babası mezarında rahat bırakılmaz, tüm varlığı hacze tutsaktır. Anlaşmanın, anlaşılmanın, tokalaşıp ayrılmanın değil, ayrışmanın merkezidir bu oda şimdi.

Memur bir an önce işini hâlletmeye bakar, eli alışmıştır, ekranda önünde beliren ne varsa basar haczi. Vekil, “hak arama” yaftasına yorgan misâli bürünmüş, kafasını yattığı uykudan bir an olsun kaldıramaz hâldedir. Sistem budur! Taraflar tek bir kez olsun yan yana gelmiş değillerdir. Kimsenin nasihat edeni yoktur. Ne de olsa vekiller işi çözecektir ve hukuk, küçük balığın büyük balığa yem olmaya devam ettiği alan hâlinde kalacaktır.

Üst katta mahkeme salonları vardır. Önünde sabırsız ve en çok da tedirginlikle bekleyenler… Dâvâlı ve dâvâcı… Haklı yahut haksız… Ağlayanlar vardır. Gerçek gözyaşları gözlerinden şırıldayan insanlar… Yok, bu bina buna alışık değildir. Mahkeme salonu, tiyatro sahnesinden “gerçekliğiyle” sıyrılır. Mâkâm zırhlısı, kürsüden zemine üflenir hâkim tarafından. Kızgın ateşli cehennem yahut içlerinden ırmaklar akan cennet, onun tek kelimesine bakıyormuşçasına beklenir mahşerimsi odada.

“İnsan” denen varlık için “çift taraflı” denir. Çamur yani hukuk kisvesi altında, durdukça taşlaşan yapıdan uzak kalınmalıdır sanırım. İnsan, insan olabildiği kadar vardır ve o kadar yaşamak ve yaşatmak istidâdındadır.

“İnsan denen varlık, çift taraflı” denir. Akıl ve kalp, Yaratıcısından onun varlığına armağandır. Hukuk yalnızca akla değil, vicdan ve kalbe de emanettir. Hukuk, hukukî olabildiği kadar vardır ve o kadar çözmek ve çözümlemek istidâdındadır.

Şimdi herkes kendi camına uzanıyor. Şöyle bir bakıyor, çığlıklar içeri doluyor. Pencerenin önü gül, pencerenin önü diken… Elimde bastonum, bağır bağır bağırıyorum. Ey adalet, neredesin?!