Hukuk devleti tehdidi

AYM üyeleri kendilerini iktidarın dışında gördükleri kadar muhalefetin de dışında görmeye mecburdurlar. Aksi hâlde, şimdi olduğu gibi tarafsız olduklarına kimseyi inandıramamalarının yanında, anayasal bir kuruluş olmaktan çıkarak doğrudan muhalefetin yan kuruluşu olacaklardır. AYM, Türkiye’de yargı bağımsızlığı ve demokrasi için doğrudan tehditlerin odağı durumundadır.

TÜRKİYE’de varlığı en çok tartışılan, hatta yadırganan kurumlardan biri AYM yani Anayasa Mahkemesi’dir. Genellikle muhalefetin içinde olduğu kesim, AYM’nin varlığını hukuk devletinin, demokrasinin, hatta iktidarın demokrasi sınırlarını aşabileceğine engel olabilecek bir varlık olarak görürken, iktidara yakın olan ve iktidarın içinde olduğu kesim ise AYM’yi doğrudan demokrasinin ve halk iradesinin bir engeli olarak görmektedir. Böylece AYM, sorun çözen ve tarafları birleştiren bir hakem olma vasfına sahip olmayan, doğrudan sorunun kaynağı sayılan bir kurum hâline gelmiştir.

Hatırlanacağı gibi AYM, 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’nden sonra organize edilen bir darbe kurulumudur. Çünkü darbecilerin seçim kazanma ihtimâlleri olmadığı gibi öyle bir çabaları da olmamıştır. Seçim kazananları gelip geçici, daima gözetlenmesi, denetlenmesi gerekenler olarak görmüşlerdir. AYM, ortaya çıktığı günden itibaren bir vesayet kurumu olarak faaliyet göstermiştir. Darbecilerin öngörülerine göre defalarca yerli yersiz sebeplerle siyâsî partileri kapatmış, seçimleri iptal etmiş, kuruluş kanununda ve ilgili anayasa maddelerinde yasama faaliyetlerini usul açısından denetlemeye yetkili sayılmışken, kendisini de Türkiye’deki siyâsî düzenin sahibi, düzenleyicisi görerek anayasa maddelerini/yasaları usulden değil, esastan ele alarak kendisini, Meclis’in üstünde gören pek çok karar almıştır.

27 Mayıs darbecilerinin hazırladığı anayasa, darbe şartlarında, muhalefetin suç sayılıp baskı altında tutulduğu bir zamanda, 9 Temmuz 1961’de yapılan referandumda, halk çoğunluğuyla “kabul edildiği” ilân edilmiştir. İşte bu anayasaya bağlı olarak, 22 Nisan 1962’de çıkarılan “Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun”, 25 Nisan 1962’de Resmî Gazete’de yayınlanmış, böylece AYM kurulmuştur.

1982 Anayasası ile AYM’nin darbeci/vesayetçi vasfı korunarak yetkileri kısmen daraltılmış, ancak 12 Eylül 2010 tarihinde Anayasa Referandumu sonrası vatandaşlar için AYM’ye “bireysel başvuru hakkının” kabul edilmesiyle AYM’nin yetkileri yeniden genişletildiği gibi, diğer yüksek yargı organları (Yargıtay, Danıştay) ile yetki uyuşmazlığının zemini oluşturulmuş, bundan sonra AYM kendisini hem yüksek yargı organlarının, hem de TBMM’nin üstünde, halk iradesini sınırlandıran ve denetleyen bir vesayet kurumu olarak faaliyet gösterir olmuştur.

“Gezi Dâvâsı” olarak bilinen olayın sanıkları Osman Kavala ve Can Atalay hakkında yerel mahkemenin verdiği “mahkûmiyet” kararı varken, Can Atalay, TİP tarafından 14 Mayıs 2023’te Hatay’dan milletvekili adayı gösterilmiştir. Yerel mahkemenin bu kararı, Yüksek Seçim Kurulu tarafından adaylık aşamasında dikkate alınmamış ve Can Atalay, 14 Mayıs 2023’te milletvekili seçilmiştir.

28 Eylül 2023 günü Yargıtay 3. Ceza Dairesi Osman Kavala, Can Atalay, Çiğdem Mater,  Tayfun Kahraman ve Mine Özerden hakkındaki kararı onayladı. Kararda “Gezi Parkı eylemleri esnasında yaptıkları provokatif paylaşımlar ve eylem çağrıları ile eylemcileri tahrik ederek şiddet olaylarının tırmanmasına neden olan Taksim Dayanışması’nı yönlendirdikleri, Gezi Parkı eylemlerinin gerçekleştirilmesindeki organizasyonda baş aktör olan ve bu eylemleri finanse eden diğer sanık Mehmet Osman Kavala ile irtibatlı olarak birlikte hareket ettikleri anlaşılan” adı geçen kişiler hakkında yerel mahkemenin verdiği karar onaylanmıştır.

Buna karşılık Can Atalay’ın avukatları, müvekkillerinin 14 Mayıs seçimlerinde, Hatay milletvekili seçilmiş olduğunu, Yargıtay kararı ile tahliyesinin engellendiğini böylece seçme ve seçilme hakkının ihlal edildiğinin dikkate alınarak, tahliyesi kararının alınmasını istemiştir.

AYM, Gezi Parkı davasında 18 yıl hapse mahkum edildikten sonra, 14 Mayıs'ta yapılan 28. Dönem Milletvekili Genel Seçiminde milletvekili seçilen Atalay'ın bireysel başvurusunu görüşmüş,  25 Ekim 2023’te oy çokluğu ile verdiği kararda Yargıtay onayını yok sayarak “Can Atalay’ın bireysel haklarının ihlal edildiğini bu yüzden salı verilmesine” hükmetmiştir. AYM’nin bu kararı ile Yargıtay ile AYM arasında bir çeşit savaş başlamıştır. Bu savaş siyasete uzanmış, muhalefet partileri yerel mahkeme ve Yargıtay’ın verdiği kararları yok sayarak, yargı bağımsızlığı adına Can Atalay’ın “hemen salı verilmesini” isterken, iktidar çevreleri ise AYM’nin yetkisini aştığını, kendisini yerel mahkeme ve Yargıtay’ın yerine koyan kararlar aldığını ileri sürmüştür.

8 Kasım 2023’te ise Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Türkiye’de pek rastlanmayan bir şey yapmıştır: Can Atalay hakkında tahliye kararı alan AYM üyeleri için, suç duyurusunda bulunmuştur. Böylece AYM ile Yargıtay arasındaki rekabet ya da savaş yeni bir aşamaya ulaşmıştır. Yargı karar verirken elbette siyasi öngörülere değil, kamu oyu beklentilerine göre değil, hukukun temel ilkelerine ve ilgili yasalara dikkat etmek zorundadır. Ancak her nasıl oluyorsa AYM var olduğu günden beri, Türkiye’de kamu düzenini yıkmaya çalışan, terör olaylarına karışan ya da terör olaylarını savunan kimselerin, mağduriyetini başarı ile tespit ederken, çoğunluğun hak kayıpları hakkında suskun kalmayı tercih etmiştir.

Nitekim iktidarın konu hakkındaki görüşünü Adalet Bakanı Yılmaz Tunç şöyle açıklamıştır: “Anayasa Mahkemesi’nin yaptığı iç tüzüğe birisi iptal davası açamıyor. TBMM iç tüzüğü ile ilgili iptal davası açılabiliyor. Sadece iç tüzüğünü mahkeme kendisi değiştirebilir. Hukuk devletinde bu olabilir mi?” (Milliyet, 13 Kasım 2023)

Adalet Bakanının bu değerlendirmesini Taha Akyol “Evet Sayın bakan, hukuk devletinde aynen böyle olur! AYM’nin iç tüzüğünü yapması, yargı bağımsızlığının gereğidir.” (Karar, 14 Kasım 2023) Görüldüğü gibi Akyol halk iradesini temsil eden meclisin kendi iç tüzüğünün bile AYM tarafından denetlenmesini hukuk devletinin, yargı bağımsızlığının bir sonucu olarak görmektedir. Böyle bir hukuk devleti ve bağımsız yargı anlayışı doğrudan yargı vesayetinin karşılığı sayılmaz mı?

Nitekim Prof. Ömer Anayurt’ta benzeri bir görüşü savunmuştur: “Demokrasisiz bir yaşam neyse, anayasallık denetimi olmaksızın bir demokrasi de odur... Hak ve özgürlüklerin güvencesinin olmadığı ve salt çoğunluğun insafına bırakıldığı sistem demokrasi olarak görülmemektedir…” (Anayasa Hukuku, 2019 basım, s. 662)

Oysa İngiltere örneği bu iddiaların aksini göstermektedir. Bilindiği gibi İngiltere’de anayasa olmadığı gibi AYM’de yoktur. Akyol ve Anayurt’un iddiasına bakılırsa İngiltere’de demokrasi olmadığı gibi, bağımsız yargı da yoktur. İngiltere’de hak ve özgürlüklerin güvencesi olmadığı gibi hak ve özgürlükler salt çoğunluğun insafına bırakılmıştır.

İşin gerçeği böyle değildir. İngiltere’de monarşi vardır ancak demokrasinin olmadığını da konuya vakıf hiç kimse iddia etmemiştir. Dolayısı ile demokrasi, hukuk devleti ve bağımsız yargı için bir anayasa ve AYM aramak beyhudedir. Bu kurumların varlığı mutlak gerekli değildir. İngiltere’nin hukuk devleti ve bağımsız yargı konularında, Türkiye’den geri olduğunu ve İngiltere yurttaşlarının, hak ve özgürlüklerinin salt çoğunluğun insafına bırakıldığını söylemeye imkan yoktur.

Buna karşılık Türkiye’de 1876’dan beri anayasa ve 1962’den beri ise AYM vardır. 1876 Anayasasında “işkence yasaktır”. Ancak geçen 147 yıllık süre içinde Türkiye’de işkencenin eksik olduğunu kim iddia edebilir? 1921 ve 1924 Anayasalarına göre, TBMM’nin görevi “şeriat kurallarını uygulamaktır. TBMM şeriat ahkamına aykırı kanun çıkaramaz.” Yine 1924 Anayasasına göre “Türkiye, İslam Devleti’dir.” Oysa 1924’ten itibaren İslam, Türkiye’de “irtica” adıyla suç sayılmış, her türlü İslami faaliyet, bu arada hacca gitmek bile yasaklanmış.

Benzeri uygulamalar Türkiye’de AYM varken 1962’den sonra da devam etmiştir. Pek çok parti İslami faaliyetleri nedeniyle “irticayı körüklediği” iddiası ile kapatılmıştır. 1990’da kaldırılan TCK 163. Maddesinden dolayı pek çok kimse İslam’ın lehine yazdıkları yazı ve kitapları için mahkum edilmişlerdir. Akyol ve Anayurt gibi pek çok kimsenin hak ve özgürlüklerin, bağımsız yargının teminatı saydıkları AYM varken bu işler olagelmiştir. AYM, çoğunluğun hak ve özgürlüklerinin garantisi değil engelleyicisi olmuştur.

Çoğunluk, hak ve özgürlükler için tahdit sayılırsa, o takdirde dillerden düşmeyen demokrasi mümkün olabilir mi? Aslında böyle bir iddia, doğrudan çoğunluğu tehdit saymaktır. Bu tehdit anlayışına göre de seçme ve seçilme hakkı fantezi durumuna gelmektedir. Çünkü çoğunluk hak ve özgürlük için tehdit olduğundan dolayı, çoğunluğun seçimi de anlamsız hale gelmektedir. Böylece egemenlik giderek ve sadece azınlığın hakkı olmaktadır. Türkiye’de azınlığın, çoğunluğa nasıl bir muamele yaptığını, tek parti döneminde inkılap adıyla çoğunluğun hak ve özgürlüklerinin nasıl yok sayıldığını, itiraz edenlerin nasıl idama varıncaya kadar her türlü ceza ile yok edilmeye çalışıldığını artık bilmeyen yoktur.

Açıktır ki bağımsız yargı, hukuk devleti, anayasal denetim adıyla bir “jüristokratik yargı vesayeti” savunulmaktadır. Akyol gibilerinin de bu savunmanın içinde olması kendi adlarına hüzün vericidir. Çünkü gerçeklerden kopmuşlardır. Çoğunluğun kararı yerine, azınlığın kararını “demokrasi ve hukuk devleti” adıyla savunmaktadırlar. Belki antik Yunan demokrasilerinde, azınlık kararlarının üstün tutulması gibi örnekler bulunabilir anca M.S.2023 dünyasında, özgürlüğü temel alan ülke idarelerinde böyle örnekler yoktur. Azınlığın kararını demokrasi ve hukuk devleti için yeterli görenlerin, çoğunluğun kararlarını tehdit saymaları kaçınılmazdır. Dillerinden düşürmedikleri demokrasiyi yok saymaktadırlar.

AYM bir muhalefet organı değildir. AYM üyeleri kendilerini muhalefetin sözcüsü, savunusu olarak göremezler. AYM üyeleri kendilerini iktidarın dışında gördükleri kadar muhalefetin de dışında görmeye mecburdurlar. Aksi hâlde, şimdi olduğu gibi tarafsız olduklarına kimseyi inandıramamalarının yanında, anayasal bir kuruluş olmaktan çıkarak doğrudan muhalefetin yan kuruluşu olacaklardır. AYM, Türkiye’de yargı bağımsızlığı ve demokrasi için doğrudan tehditlerin odağı durumundadır.