“Hoşça bak zatına”

Gerçeği iyi algılar, etki altına girmez, kendini olduğu gibi kabul edip, gerektiğinde gülüp dalga geçebilir, hayatın tadını çıkarma eğimlinde olup dürüsttürler, hayatta çok sıkı dostlar edinirler, çok sağlam arkadaşlık kurarlar. Aşırı savunucu değildirler, araştırmadan hiçbir şeyi kabullenmezler. Yaşamı bir çocuğun gözüyle görebilme yeteneğine sahiptirler. Hoş olmayan deneyimlerinden ders çıkarmayı bilirler.

KENDİ varlığımıza verdiğimiz değer nispetinde değer görürüz. Etrafımızda ters giden her şeyin düzeleceğine inanabilmemizin yolu, kendimize inanmaktan geçer. Önce tüm varlığımızla sevmeyi öğrenmeli; varlığımıza değer atfeden, bizleri yaratılmışların en şereflisi kılan Rabbimizi sevmekle başlayıp, sonra tüm canlılar ve kendi benliğimizle devam etmeliyiz.

Çok şükretmeliyiz sevginin en evvel yaratılışına, varoluşun aşk ve sevgiyle yoğrulmasına. Çok şükretmeliyiz Sevgililer Sevgilisinin ümmeti oluşumuza. Ne yapardık sevgi olmasaydı, ne yapardık aşk olmasaydı? Ne yapardık gönülden akan gözyaşı olmasaydı? Ne yapardık vicdan ve pişmanlık duygusu verilmeseydi? Dünyada merhamet duygusu olmasaydı, binlerce yıldır bu dünya ayakta kalabilir miydi? Mazlumların akıttığı yaşı silen eller olmasaydı, bizler bu hâlimizle bu nimetlere gark olmuş olur muyduk?

Sevginin uğradığı her durak güzelleşir, uğradığı her liman dinginleşir, sevgiyle siper olur azgın dalgalara gemiler. Aşkla korur yolcuları, sevgiyle yol alır, en uzak menzillere güvenle götürür, güvenle demir atar limana. Aşkla bakan gözler kimseye zarar vermez. Girdiği karanlıklar aydınlanır, zulmet değil, nur hâsıl olur. Merhamet denizinde yıkanmaya başlar gönüller.

Tüm geçit vermez yollar sevgi anahtarıyla açılıverir. Kördüğüm hâlini almış yollar bir bir çözülür, her köşe başında dökülen acı ve gözyaşının yerini gün gelir de huzur ve mutluluk alır. Yeter ki hayatı yeniden yorumlayalım, geçmişten gelen birikimleri yeni sevgi katmanlarıyla örelim. Çağımızın girift yollarının açılması için önce kendi gönlümüzden başlayalım. Kolaya kaçmışız, düğümler atmışız, kalbimize giden yolları bir bir kapamışız. Ne çok sarmal var şu zihnimizde. Ne çok gereksiz yığınlar içinde kalmışız. Dikkatimizi benliğimizden uzaklaştırıp hep başkalarına vermişiz. Oysa aynaya bir bakabilsek, karşımızda gördüğümüz sûrette kendi benliğimizi bulabilsek, bambaşka ufuklar açılır karşımızda.

Eskiden aldığımız birikimle yeni tecrübeler edineceğimize inanalım. Geçmişten aldığımız mirası baş tâcı edelim. Değerli şairimiz Şeyh Gâlib’in dediği gibi, “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen/ Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen” (Ey insan evlâdı! Kendine saygıyla, hürmetle yaklaş; çünkü sen kâinatta yaratılmışların özü/gözbebeğisin)*. Ne zaman kendimizi bu gözle görmeye başlarız, işte o zaman şeref kazanırız. Tüm varlıklar bizim zâtımıza hoşça bakmaya başlar.

Kendimizi, gönlümüzün ihtiyaçlarını tanımalıyız. Artık değişen zaman tünelinde fiziksel ihtiyaçlardan çok psikolojik ihtiyaçlar öncelenir oldu. Artık kendi benliğini besleyenler mutlu yaşam nimetine erişiyorlar. Yaşamın sadece hayatta kalma mücadelesiyle örüldüğü zamanları çoktan geçtik. İnsanlık toplumsal yaşama geçtikten, sosyalliğe adım attıktan sonra ihtiyaç önceliklerinde en üst sıraya mutluluk formüllerini yerleştiriyor.

Aile büyüğüne saygı, çerçevesi çizilmiş hayatlar, azla yetinip azla doymak gibi meziyetleri varmış eskilerin. Yer sofralarının etrafında günlük yaşam onları mutlu etmeye yetermiş. Bilgi ihtiyaçlarını da sohbet halkalarında giderirlermiş. Kimse kimsenin ayıbını yüzüne vurmaz, kendi geçim derdiyle uğraşırmış. Ama günümüzde yaşam farklı; etrafımızda mutluluğumuzu sınırlayan çok etmen var.  Artık barınma, korunma, hayatta kalma gibi ihtiyaçlardan sonra sırayı duygusal ihtiyaçlar alıyor. Sevmek, sevilmek, değer görmek, sosyal topluluklarda kabul görmek ve kendine yer edinmek… Bu ihtiyaçlarda doyuma ulaşmış bireyler mutlu olabiliyor ve çevrelerini de mutlu edebiliyorlar.

Kendisiyle barışık, yeteneklerini keşfeden insanlar üretken olmaya başlıyorlar. Sosyal hayatta, aile hayatında kendini kabul ettirememiş, takdir edilmemiş bireyse rüzgârın önünde savrulan yapraklar gibi yönünü kaybediyor. Hangi rüzgâr güçlüyse onun etkisine giriyor. Tam tersi olan ise kendisi savrulmadığı gibi, dağılan yaprakları toparlamak için de görev üstleniyor. Artık rüzgâr ne kadar kuvvetli olursa olsun, onların dirençleri daha sağlam oluyor; deyim yerindeyse, yeniden hayat veriyor toplumun ittiği, ötelediği bireylere… Ancak sevgiye doymuş insanlar itilip kakılanları anlayabilir. Sevgiye doymuş, kendini keşfetmiş, sosyolojinin tâbiriyle “kendini gerçekleştirmiş” bireylerin toplumsal sorunları görme yeteneği gelişir. Bu üst seviyede ruhsal doyuma ulaşmış, başarının tadına varmış insanlar ortalama insanlardan daha farklı özellikler taşırlar. Psikolojik sorunlardan uzaktırlar; dengedeki ruh hâlleri onları pozitif düşünmeye iter, çözüme odaklı düşünür, iletişimde mükemmel ve ruhsal çözümlemede başarılıdırlar.

Zihinsel ve ruhsal ihtiyaçları karşılamak bir lüks değil, ihtiyaçtır. Bu her insan için farklıdır; kimi bir yardım gönüllüsü, iyilik meleği olarak, kimisi bir anne olarak kendini gerçekleştirir. Kimi öğretici rolü üstlenir, kendini kitlelerin eğitimine adar. Kimi en üst perdede yaşar duygularını, sanata yönelir, özgün eserler üretir… Eline kalem almanın hazzını yaşayan biri yazarlık yönünde adım atar. Artık gönlünün coşkusuna dayanamaz, yazdıkça okur, okudukça yazar. Çevreye aldırmadan doğru bildiği ne varsa kâğıda kazır. Bazen tüm bunlar hiç plânlamadan kişinin karşısına çıkar, âdeta bir şimşek çakmış ve her şey bir anda değişmiştir. İşte bu deneyimleri yaşayanlar mutluluğu zirvede tadanlardır. Zirveyi görenlere bu iyi gelir, daha iyisini yapma güdüsüyle hiç durmazlar artık.

Plânlamayan birey hemen plânlamaya başlarsa geç kalmış sayılmaz. Önce kendini tanımalı, hayatta neyi istediğine, nasıl mutlu olacağına karar vermeli, o yönde elinden gelenin en iyisini yapmalıdır. Kendini olduğu gibi kabul edip daha iyi nasıl olabileceğini hayâl edebilirler. Hattâ şu anda başlamalısınız! Önce kendinizi dinlemeli, sonra da kendinizle konuşmalısınız. Bazen kendinizi karşınıza oturtturup bir güzel dertleşmelisiniz. Her insan hayâl kurar ve kendiyle konuşur; dikkat ederseniz, gün içinde kendinize içinizden ne çok hitapta bulunuyorsunuz. Haydi bunu yapamadınız diyelim, günlük tutun. Günlüğünüze rüyalarınızı, hayâllerinizi yazın. Günlüğünüz aracılığıyla kendinizi yeniden keşfedin. Göreceksiniz, kapasitenizi tam olarak kullanmaya başlayacaksınız. Kendini gerçekleştirmenin yolu bundan geçiyor.

Psikologlar kendilerine yardım için başvuranları neden çocukluğuna davet eder, hiç düşündük mü? Çünkü çocukluğunda koşulsuz sevgiyi tadanlar, değer görüp mutlu olanlar, hayâl kurmasına ve hatâ yapmasına izin verilenler tam sağlıklı bireyler oluyorlar. Toplumsal sorunlarda en üst seviyede görev alabiliyorlar.

Yaratıcımız bize irade bahşetmiş. Bu irade nispetinde hayatımıza değer katıyoruz. Kendi hayatımızın ressamlarıyız. Elimize alacağımız fırçayla artık istediğimiz renklerle tuvale hayatımızı resmedelim ve sonra eserimize şöyle bir bakalım. Derinlemesine incelersek bir psikolog gibi ruhsal çözümlemeler yapabileceğiz. Kullandığımız renklere ve yarattığımız atmosfere bakarak kişiliğimizi çözümleyebileceğiz.

Bilinçaltımız bizim için yoğun mesai harcar, yeter ki biz onun sesine kulak verelim. Biz nasıl düşünürsek hayatımız da öyle şekillenir. Hayata olumlu yönlerden mi bakarız, seçici miyiz, alıngan mı, şüpheci mi, karamsar ya da mükemmeliyetçi miyiz, yoksa kılı kırk yarar, hiçbir şeyi beğenmez kişiler miyiz? Yoksa kendimizi aşırı derecede beğenir, kendi hatâlarımızı görmez, dünyadaki iyi fikirleri ilk biz mi keşfederiz? Yoksa okumadan da adam olunabileceğini düşünenlerden miyiz?

Bu kişilik tahlilleri uzayıp gider, aslolan, kendimizi objektif bir gözle görebilmektir. Sonra yoğun ve disiplinli çalışma aşaması gelir. Kendini gerçekleştirme bir süreçtir, ömür boyu sürer. Tadını alanlar en iyi ruh hâlini elde edebilmek için hep çalışırlar. Gerçeği iyi algılar, etki altına girmez, kendini olduğu gibi kabul edip, gerektiğinde gülüp dalga geçebilir, hayatın tadını çıkarma eğimlinde olup dürüsttürler, hayatta çok sıkı dostlar edinirler, çok sağlam arkadaşlık kurarlar. Aşırı savunucu değildirler, araştırmadan hiçbir şeyi kabullenmezler. Yaşamı bir çocuğun gözüyle görebilme yeteneğine sahiptirler. Hoş olmayan deneyimlerinden ders çıkarmayı bilirler.

Hiç kuşkusuz kendini keşfedip kendini gerçekleştirenler, kendi zâtına ve tüm canlılar âleminin zâtına hoşça bakmayı başaranlardır.

 

*https://islamansiklopedisi.org.tr/seyh-galib