Hoş geldin

Ve işte, bir kuşluk vakti, buradasın! Küçük kuzularımın bir elinden de sen tutacaksın artık. “Kuyumcular Çarşısı” kapımdan içeri girerken “Çeşmeli Minaremden” okunan ezanı sen de dinleyeceksin onlarla…

HOŞ geldin. Ürkmesin narin yüreğin yabancı yüzlere bakıp bakıp. Başın yere eğilmesin sakın utanıp sıkılarak. Ardında bıraktığı yollara bir kez olsun geri dönüp de bakmasın gözlerin. Seni bağrıma bastım ben, hoş geldin.

Bazen sessiz sedasız caddelerde ışıkların söndüğü vakitleri beklerdim. Tüm şehir uykuya dalarken hüzünlü dualar dokunurdu yüreğime. Boynum bükülür, bir “Âmin” ile gökyüzüne uzanırdı yorgun ellerim. Ve avuçlarıma düşen damlalarda yeşerirdi nice umut bahçeleri.  

Bazen yeni bir gün göz kırpmaya başlarken henüz, koşan ayaklar görürdüm bana doğru. Nefes nefese geldikleri yolun sonunda kapılarım hasretle sarılırdı bu güzel misafirlere. Buyur ederken onları içeri, yürek atışları yankılanırdı dört bir yanımda.

Ağlama sesleriyle uyanırdım bazen. Buruk bir vedanın ezgileri parça parça ederdi taş duvarlarımı. Gözyaşlarım dilsiz hıçkırıklara karışırken çıkmaz sokaklarda bulurdum kendimi ikindi vakitleri.

Saatler geçerdi bazen kimsecikleri göremezdim, korkardım unutulmaktan. Merhametli bir tek elin yetim sırtımda dolaşmasını bekler dururdum. Sonra, bir bayram sabahı girerdi düşlerime ve mutlu bir gülümsemeyle yeniden “Merhaba” derdim asırlık dostlarıma. Yalnız kalmak isterdim bazen de. Aklıma sen düşerdin. Daha çok mu yolun vardı? Yorulmuş muydun? Hasta mı olmuştun yoksa bu kara kışta? Bakanın var mıydı? Kuytu köşelerde ağlıyor muydun? Mahzun muydu boncuk gözlerin yine? Sorar dururdum kendi kendime. Bilirdim, diyemezdin derdini.

Soğuklara dayanamaz, hemen üşürdün. Titrerdi kanatların her çırpışında. Belki tez vakitte gelirsin diye ısıtır ellerimi, öylece beklerdim. Yağmur duaları ederdim sonra. Soluk soluğa kalır da yüreğin bir yudum su isteyemezdin, bilirdim.

“…

Gelmedin/ Bilmem bu kaçıncı savruluşu baharın/ Ve gözlerimin kaçıncı kayboluşu ıssızlarda/ Göğsümü tam da gerecekken fırtınalara/ Kaçıncı sırtımı dönüşüm bilmem/ Gelmedin.”

Her sabah, selâm dururken yeni güne, yanı başımda ışıl ışıl gözlerini hayâl ettim. Her akşam, batışında güneşin, huzurla uyuyup dinlenmeni ve ertesi gün yoluna devam etmek için yeniden can bulmanı diledim. Her gün, her beş vakit sesime gelirsin diye daha bir gür okudum çağrımı göklere. Ve her gece bir şair yıldıza emanet ettim seni karanlıklarda korkma diye. Her sabah ve her akşam, her gün ve her gece bekledim seni. Bıkmadan, usanmadan, secdede ıslanan her yüze sen diye baktım. Her selâmda, her duada, her çağrıda başımın üzerinde neşeyle gezineceğin günlerin hayâli ısıttı hep yüreğimi.

Ve işte, bir kuşluk vakti, buradasın! Küçük kuzularımın bir elinden de sen tutacaksın artık. “Kuyumcular Çarşısı” kapımdan içeri girerken “Çeşmeli Minaremden” okunan ezanı sen de dinleyeceksin onlarla. Bir aşağı bir yukarı koşturacaksınız sonra hep birlikte durmadan. “Cennet deresi”nde masum dualarınızı kabul edecek Hüda. Hacı Bayram Velî’yi bekleyeceksiniz orta kubbemin altında bir gün. Ve mihraba yaklaştıkça, Beytullah’ın misk kokusu sızlatacak minik burunlarınızın direğini.

Hoş geldin Güvercin! Ben Edirne’de bir “Eski” Cami. Nam-ı diğer, “Süleymaniye”… Yaşım, 608… Bundan sonra ulaştığın bu iklimde hiç üşümeyeceksin. Haydi, abdestini al! Bir kap su istediğinde coşkun ırmaklarla karşılayacak seni bu şehir. Ve namaza dur hemen dilinde binlerce şükürle.

Ne güzel bir vuslattır bu! Hoş geldin Güvercin, hoş geldin!