Ph. D. Chien-Yu Shih: “Hong Kong’un ekonomik bir zarar görmesinden en çok Çin korkar!”

Son birkaç yıl içerisinde Çin, “Bir Kuşak Bir Yol” politikasını başlattı. Rusya ise Avrasya ilişkimizi düşünüyordu. Yani bu iki hamle daha çok ticaret ve ekonomi odaklı… Güvenlik konusuna hiç girilmedi dahi… Zaten Şangay İşbirliği Örgütü de NATO gibi bir organizasyona sahip değil. Bu arada Çin ile Rusya arasındaki ilişki de sadece ticaret ve ekonomi ekseninde. Türkiye de bu yönde tavır alabilir…

TÜRKİYE’nin yüzünü güncel haritaya göre hep batı yönüne doğru dönmesi, doğusunda olup bitenden habersiz kalmasına sebep oluyor genellikle. Asya’yı “ata yurt” tarifinden çıkarıp bir “akraba yurdu” formuna yerleştiren dış politikamızın 11’inci Büyükelçiler Zirvesi’ndeki “Yeniden Asya” başlıklı açılımla daha doğru bir eksene yerleşme girişimi ise oldukça olumlu bir gelişme olarak yorumlanmıştı.

Yeryüzünün en büyük kıtası ve üzerinde sadece bilinen tarihe göre yüzlerce devlet ve de imparatorluk kurulmuş olmasına rağmen Asya, bu birikim ve büyüklüğüne oranla nedense ülkemizde ve Avrupa’da “idare edilen” bir konumla değerlendiriliyor. Hattâ bu durumu şöyle izah edebilirim: Dünyayı yöneten güçler arasında hiçbir zaman Asya ülkelerinden herhangi biri hesaba katılmıyor.

Oysa tarih bakımından Çin, Hint, Japon, Türk ve Moğol varlığının toprak idaresi, bilim ve ticaret çerçevesinde tüm dünyaya hâkim olan varlığı, günümüz tarih müfredatında da hâlen kendisine yer bulan bir gerçekliktir.

Asya, bilinen tarihin tüm ticaret yollarını kapsayan varlığıyla ardına düşülmesi gereken büyük hazîneler barındırırken, bugün bilimin, üretimin, teknolojinin, nüfusun ve bunların yanında maalesef anlaşmazlıkların da yatağı.

Günümüz kaosunun Afganistan’dan Keşmir’e, Myanmar’dan Hong Kong’a birçok noktasıyla Asya’da cereyan ettiğini düşündüğümüzde, bu büyük kıtanın bir gizli azınlıklar idaresi altına nasıl alındığını anlamak güçleşiyor.

Avrupa, Orta Doğu ve Amerika noktasında sığ siyaset tartışmalarında ülkemiz entelijansiyasının da artık tıkandığı bir gerçeklikken, ülkemizde konuşulacak yeni siyaset çerçevesine “Asya’yı ele almak” konusunun büyük katkısının olacağını düşünüyorum.

Doğrusu bu anlamda Taipei Ekonomi ve Kültür Misyon Ankara Temsilciliği’nin dergimize iltifatının da bu konuda ülkemize ve Hâriciye politikamıza yeni boyutlu düşünceler katması anlamında önemli birkaç gelişme olduğu kanaatindeyim.

Son olarak Tayvan Ekonomi ve Kültür Misyon Temsilciliği’nden Sayın Hasan Chih-tang Chang ve Sayın Sibel Wei-Tzu Chen’in katkılarıyla Ph. D. Chien-Yu Shih ile Tayvan’ı, Çin Halk Cumhuriyeti’ni, Hong Kong’u ve de Doğu Türkistan’ı konuşmak çok önemliydi.

Sadece okumanın ve sadece Asya’daki Türk devletlerinden haberdar olmanın hiçbir faydası yok. Zira Asya, “İlim Çin’de dahi olsa gidip alınız” hadîsindeki hazînenin kendisi…

Ve bu büyük coğrafyayı derinliğiyle bilen, bir seyyah gibi daima içinde bulunarak bu coğrafyadan bizzat haberdar olan değerli bir gazeteci ve bilim insanı Chien-Yu Shih’den dinlemek çok kıymetli!

Ph. D. Chien-Yu Shih, Tayvan Orta Asya Araştırmaları Derneği Genel Sekreterliği görevini yürütmenin yanında Hong Kong Chuhai College’de gazetecilik ve uluslararası ilişkiler dalında öğretim üyeliğini sürdürüyor.

***


Hong Kong’daki olayların arkasında kim var?

Öncelikle şu soruyla başlayalım: Ne oldu da İngiltere, Hong Kong topraklarını Çin Halk Cumhuriyeti’ne özerk yönetim kaidesiyle devretti?

“Devretmek” kelimesi, Hong Konglular arasında da kullanılan, tarafsız, yorumsuz ve ortak bir kelime... Ancak Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) tarafında ise şöyle deniliyor: “Geri dönmek”…

Hong Kong aslında üç bölgeden oluşuyor. Birincisi Hong Kong adası, diğeri Shin-ci bölgesi ve diğeri de Kowloon yarımadası… Birinci bölgede İngiltere’nin 99 yıllık bir anlaşma süresi vardı. Ve bu bölge, Hong Kong’un en büyük bölgesini oluşturuyor. Yaklaşık yüzde 60’ını... Ve aslında bu devir, 1984 yılında İngiltere ve Çin’in iki taraflı anlaşmasının bir sonucu olarak ortaya çıkıyor.  

Gerçekleşen protestoların arkasındaki hikâyeyi anlatarak devam edeyim…

Geçtiğimiz yılbaşında Tayvan’da, Hong Konglu üç kişiden biri bir cinayete kurban gitti. Tabiî diğerleri Hong Kong’a döndüler. Ve suç mahalli Tayvan’da olduğu için Hong Kong’daki zanlıları çağırmak istemişti Tayvanlı yetkililer. Ancak Hong Kong ile Tayvan arasında böyle bir anlaşma yok.

Tabiî bahsetiğimiz hikâye, aslında bir bahane. Hong Kong ve Çin iki ayrı sistemde olduğu için, Hong Kong’da bir sürü Çinli yaşıyor ama meselâ ticarî bir suça karışan kimse, hakkındaki soruşturma sebebiyle Çin’e gidemiyor. “Tek devlet-iki sistem” olduğu için geri gönderemiyormuş Çin. Bu hikâye kullanılarak Çin, kendisine yeni bir yol açmak istiyor.

Polis ve vatandaş arasındaki bu olumsuz ilişki sanki hiç iyileşmeyecek. Çünkü böyle bir duruma gelmiş. Bu yüzden artık, söz konusu “Çin’e iade yasa tasarısı” üzerine konuşmuyorlar. Ancak Hong Kong’daki bu protestolara katılan kişiler, birer terörist gibi kayıtlara geçtiler.

Araya girerek bir soru sormak istiyorum: Hong Kong dünyaca önemli bir finans merkezi; gündemde Çin-ABD/İngiltere ölçeğinde bir restleşme zinciri varken, Hong Kong’daki olayların büyümesini sağlayan faktörün arkasında eski bir kurgu olarak İngiltere var olabilir mi?

Var, ama bunu sonra anlatacağım!

Bahsettiğim gibi, söz konusu cinayet olayı üzerinden Çin, Tayvan’daki cinayetin zanlıları üzerinden kendi sahasına Hong Kong’da yaşayan ve kendisine göre “suçlu” olduğunu iddia ettiği kimseleri iade almak için böyle bir bahaneyi kullanarak hukukî bir yol inşâ etmek istiyor.

Olaylara sebep olan yasa tasarısı parlamentodan geçmedi. Geçseydi de, bahsettiğim olaydaki zanlılar Tayvan’a gönderilmeyeceklerdi. Zira bunu istemiyor Çin. Çünkü “tek Çin prensibi” bahanesinin arkasına geçiyor Pekin yönetimi. Ve bunu Hong Kong üzerinden izleyebiliyor. Buradan dahi bakıldığında, söz konusu yasa, doğrulanacak bir yasa olmayacaktı.

Ve eğer bu yasa geçip de onaylansaydı, örneğin herhangi bir işadamı, geçmişte Çin’de ticarî bir suça, yasa dışı bir eyleme karışmış olsa, Çin için o işadamı, şüphelenilmesi yeter biri olabilirdi. Ve evet, Hong Kong’dan geçerek Çin’e gönderilebilirdi.

Bu gerçeklere bakıldığında, söz konusu yasayla birlikte Hong Kong’da bambaşka bir plânın işlediğini düşünebiliriz. Hani finansal anlamda özgür, tarihî anlamda çok güçlü bir ada ya, bu gelişmelerin ardından Hong Kong, bu gücünü yitirmiş olacaktı. Çünkü herkes oraya gidemiyor.


“Çin sistemi bozarsa, ABD hamle yapar!”

Son zamanlarda özellikle Tayvan üzerinde bazı spekülasyonlar yapılmaya başlandı. Özellikle İngiliz medyasında dahi Tayvan’ın Çin baskısı altında olduğu ve hattâ Çin’in ağır silahlarıyla, donanmasıyla Tayvan’a namlularını doğrulttuğu yazılıyor. Özellikle İngiliz ve Amerikan medyasında yer aldığı için soruyorum, ABD Tayvan’ı Çin’in herhangi bir hamlesinden korumak noktasında nasıl bir karşı hamle yapabilir? Son oarak ABD Başkanı Donald Trump’ın Çin aleyhinde son zamanlarda bazı açıklamaları oldu ve Çin’in dolar spekülasyonu yaptığını, dolayısıyla sunî krizler çıkarttığını ifade etti. Böyle bir süreçte Tayvan yara alır mı? İki ülkenin çatışması üzerine Çin, Tayvan’a müdahale konusunda çok fazla tehdit savurmaya başladı…

İlk olarak Çinli askerî gücün bunu Tayvan’a yapmaya yeterli olup olmadığı, bütün dünyanın bilmesi gereken koca bir soru işaretidir. Çünkü en son Çin, 1976-1977 yılları arasında Vietnam’la karşılaştığı küçük bir savaşta yer almış ve bu savaşta karşı tarafa hâkimiyet gösterememiş. Sonraki 30 sene içerisinde yani bugüne gelene kadar da hiçbir savaşa müdâhil olmamış. Bu yüzden gerçekten Tayvan’a, belirttiğiniz kurguya uygun bir askerî müdahele gelebileceği konusuna şüpheyle yaklaşmalı.

ABD ile Tayvan’ın bu konudaki ilişkisine gelince… ABD, Tayvan’ın yaşadığı meseleye öyle küçük bir sorun olarak bakmıyor. Çünkü ABD, Güney Denizi’ndeki, hattâ Hindistan’tan Pasifik’e, o koskoca alana aynı bakış açısıyla yaklaşıyor. Özellikle de Trump’un ABD Başkanı olmasından sonra… Çünkü geçmişi itibariyle ticarî işlere baktığından, gerçekten de Çin, Tayvan’a müdahaleye gelirse, ABD şöyle algılayacaktır: “Demek ki Çin, bölgedeki her şeye zarar veriyor. ABD olarak bunu kabul edemem!”

Tayvan’la ilgili yaptığım bu yorumu Hong Kong için de değerlendirebilirim. Çünkü birçok Amerikan şirketi bugün Hong Kong’da! Ve eğer gerçekten Çin, Hong Kong’a bir şeyler yaparsa, bu demektir ki, Amerikalı şirketler Hong Kong’da duramıyor. İşte bu yüzden ABD bir hamle yapar! Çin bu iki sistemi bozarsa, ABD bir şeyler yapar…

Hong Kong’daki olaylar üzerine Çin, Hong Kong’a girerse, durum büyük bir kaosa dönüşür. Çünkü şu an Hong Kong ve ABD’de dolar sabit ve döviz kurları birbirine eşit. Zira Hong Kong’da ya Hong Kong ya da ABD doları kullanılıyor. Dolayısıyla Çin, Hong Kong’a girerse, bu daha sonrasında Hong Kong parasının kullanılamayacağı ve sadece Amerikan dolarının kullanılacağı anlamına gelir. Ve böylece Hong Kong, artık bu finansal merkezi yüretemez hâle gelir. Bundan da en çok Çin korkar.

Hong Kong’un nüfusu toplam 7 milyon ve bu sayının sadece 2 milyonu çıkmış sokaklara. Demek ki her aileden en az bir kişi sokaktaydı. Bu çok etkili bir olaydır!

“Her evden en az bir kişi sokağa çıktı!”

Hong Kong’da yürüyen olaylar, doğrusu beni şöyle düşündürmüştü: Türkiye’de Gezi olayları gerçekleştiğinde yine İngiliz menşeli bazı yayın organları yayınlar ve röportajlar yaptılar; hattâ bizim devlet yetkililerimizi yayına bağladıktan sonra bazı mantıklı cevaplar karşısında yayını kestiler. Ve olaylar tüm çabalara rağmen daha da alevlendi. Terör örgütleri müdâhil oldu. Hong Kong’da da olayların durması gerekirken şiddet olaylarının yaşanması beni oldukça düşündürdü doğrusu…

Aslında Hong Kong’daki olayları üç aşamada değerlendirerek aktarabiliriz. Olayların 15 Haziran’da bitmiş olması gerekirdi. Ancak devam etti, ediyor. Çünkü Hong Konglular yönetimden beş yeni hamle görmek istediler. Birincisi, bu yasanın sadece durdurulması değil, tamamen geri çekilmesi… Çünkü şu an durgun bir hâl var ve konuşuluyor. Ve diğer dört aşama da bu birinciyle birlikte zincir gibi değerlendirilmeli.

Başlangıçta milyonlarca kişi sokağa çıktı. O süreçte 10 Hong Konglu tutuklandı. Şu an bakıldığında ise, “Herkes terörist gibi suçlanabilir” şeklinde bir seviyeye gelindi. Ve en az 5 sene hapiste kalacaklar. Bu yüzden ikinci, üçüncü ve dördüncü aşamada, tutukluların serbest bırakılması konusu var. Üçüncü ve dördüncü aşamada ise bir komisyon kurulması gerekliliği ve bu komisyonun işletilmesi konusu yer alıyor. Beşinci aşamada isteniyor ki, “Aslında Hong Kong’da demokrasi yok ve yeni bir seçim yapılmalı”. Hem başkanlık, hem de meclis için yeni seçim…

Eğer Çin Büyükelçisi’nin Haziran 2019’da BBC’ye verdiği röportajdan sonra Hong Kong yönetimi “Artık bu yasa çalışması tamamen iptal edildi” ya da “Bir komisyon kuralım” deseydi, bu protestolar tamamen biterdi. Ama ikisini de yapmadılar.

Protestolar hâlen devam ediyor. Özellikle Çin karşıtı protestolar sürüyor. Ancak ilginç bir detay var: Shin-ci bölgesindeki çok küçük bir yerde, küçük bir protesto gerçekleştiği sırada, bütün polisler o gün sokaktan çekildiler. Hiçbiri ortada değildi. O gün beyaz tişört giyinmiş mafya elemanları sokağa çıktılar ve o küçük kalabalıktakileri feci şekilde dövdüler! Bu olay 21 Temmuz’da gerçekleşti. Bunlara ait fotoğraf ve belgeler mevcût. Sokakta polisin olmadığını ve sadece beyaz tişörtlülerin varlığını sonradan fark ettiler.

Bu örgüt, Hong Kong’da Çin Halk Cumhuriyeti’ne çalışan bir örgüt mü?

Alınan bilgiye göre bu kişiler Hong Kong’da yaşıyorlar fakat kaynakları belki de Çin’de... Yani Çin’le ticârî kaçakçılık veya kara para gibi ilişkileri olan bir mafya olabilir.

Kaldı ki, olayın gerçekleştiği yer, Çin’e çok yakın olan bir bölge. Ve İngiltere ile yapılan devir anlaşmasında Çin, bu bölge hakkında kendisinin dinlenilmesini istemiş. Bizi bilgilendiren kaynaklar da bu sebeplerle şüpheleniyorlar.

Gördüğünüz gibi polis ve vatandaş arasındaki çatışmalar giderek büyüyor ve meselâ bir gecede polisin harcadığı gaz bombalarının artıklarından tepecikler oluşuyor.

(Söyleşiyi gerçekleştirdiğimiz Sayın Shih, bu esnada yaşanan sokak olaylarından ve bahsettiği beyaz tişörtlülere ilişkin birçok fotoğraf gösterdi. Doğrusu dehşete kapıldım./ M.S.Bıçak)

Polis ve vatandaş arasındaki bu olumsuz ilişki sanki hiç iyileşmeyecek. Çünkü böyle bir duruma gelmiş. Bu yüzden artık, söz konusu “Çin’e iade yasa tasarısı” üzerine konuşmuyorlar. Ancak Hong Kong’daki bu protestolara katılan kişiler, birer terörist gibi kayıtlara geçtiler.

Yani bu sefer herkes şüphe altında?

Hong Kong’un nüfusu toplam 7 milyon ve bu sayının sadece 2 milyonu çıkmış sokaklara. Demek ki her aileden en az bir kişi sokaktaydı. Bu çok etkili bir olaydır!

Çin Halk Cumhuriyeti bir açıklama yaparak, yine bu protestocuların birer “terörist olup olmadığı konusunda” bir konuşma gerçekleştirmiş. Dolayısıyla herkes, “Acaba Çin asker gönderecek mi Hong Kong’a?” diye düşünüyor. Ama bildiklerime göre göndermez. Çünkü Hong Kong’un yine finansın merkezi olmasını istiyor.

İngiltere konusunda anlatacaklarınızı merak ettim…

İngiltere, Hong Kong konusunda çok ilgi gösteriyor. ABD de öyle… Ancak konuya dair yorumlarını doğrudan göremiyoruz medyada. Belki de bazı şirketler maskeli konuşmuş olabilirler. Belki de Pekin yönetimiyle bir anlaşma yaptılar. Yani “En azından asker girmesin, yoksa oradaki işler ya da şirketler kaybolacak veya artık iş yapamaz hâle gelecek” diye… Belki de bu yüzden Çin hiçbir şey yapamıyor ve bir söz de veremiyor. Çünkü o da ne yapacağını bilemiyor.


“Tamamen sivil!”

Bu olaylarda etken unsur ne oldu?

Hong Kong’daki medya üç çeşit: Gazete, televizyon-radyo, bir de sosyal medya... Televizyon ve radyo zaten hükûmete bağlı ve bu yüzden hükûmet ne derse o yayınlanır. Gazete ise belirsiz… Bazen devlete karşı, bazen biraz belirsiz... Sosyal medyada ise Çin’e yakın, çok taraflı ya da devlete karşı ve devlete yakın şeklinde birkaç kesim var.

Hong Kong’daki olaylarda sokağa çıkma konusunda sosyal medya üzerine de ekleyebileceğim etkenler var ama bunu organize eden bir kurum yok; vatandaş tamamen kendi isteğiyle yola çıktı. Sosyal medyada birbirlerini bir noktaya çağıran ve orada buluşan insanlar… Hepsi tamamen sivil! Bu, Tayvan’da da 2016 yılındaki öğrenci olayları sırasında yaşanmıştı. Hiçbir partiye ait olmaksızın, tamamen öğrencilerin isteklerine göre başlamıştı olaylar.
“Şangay İşbirliği Örgütü NATO gibi değil!”

Türkiye’de son yıllarda çok fazla kargaşa sebebi yaşandı. Gezi olayları, malî-hukukî maskeli operasyon tipi darbeler, terör olayları, 15 Temmuz… Bundan sonraki süreçte oluşan algı şu şekle büründü: “Türkiye kiminle işbirliği yaptıysa, o ülkede olan herhangi bir olay, Türkiye’ye yakınlığı sebebiyle yaşanıyor.” Meselâ Venezuela, Rusya’daki olaylar... Hattâ Hong Kong’daki olaylar da Çin ile yakınlaşmamız nezdinde değerlendirildi. Ancak bu algıya rağmen Çin’in şöyle bir dezavantaji var: Doğu Türkistan… İki yıl önce Şangay İşbirliği Örgütü’ne Türkiye misafir olarak davet edildi ve orada “Şangay’ı neden düşünmeyelim?” dedik. Bunlara bakınca, Türkiye, Hong Kong’daki olaylara bakarak Çin ve diğer dünya ülkelerine karşı nasıl bir tavır ve diplomasi geliştirmeli?

Son birkaç yıl içerisinde Çin, “Bir Kuşak Bir Yol” politikasını başlattı. Rusya ise Avrasya ilişkimizi düşünüyordu. Yani bu iki hamle daha çok ticaret ve ekonomi odaklı… Güvenlik konusuna hiç girilmedi dahi… Zaten Şangay İşbirliği Örgütü de NATO gibi bir organizasyona sahip değil. Bu arada Çin ile Rusya arasındaki ilişki de sadece ticaret ve ekonomi ekseninde. Türkiye de bu yönde tavır alabilir…

Bir içsel sömürü gerçekleşiyor Doğu Türkistan’da. Çünkü dışarıdan bir sömürü değil de doğrudan içeride yapılan bir sömürü var burada. Yani sadece finansal ekonomi konusunda değil, istihdam da böyle… Çin’de açıkça işleyen bir Uygur politikasi yok! Ortada, özellikle son yıllarda yok etmeye dayalı bir program var. Meselâ din ve dil hakkında yaşananı tamamen değiştirmeyi amaçlayan bir program…

“Erdoğan, Uygur Türkleri için çok iyi kararlar yürütmesi gerektiğini biliyor”

Türkiye’nin Doğu’ya yönelik politikasında neredeyse bir kısırlık var. Hattâ Dışişleri Bakanlığınca büyükelçilerle yapılan genel istişâre toplantısında da Asya Açılımı yeni bir paket olarak ele alındı. Türk cumhuriyetleri ve özellikle zayıf kalınan bir nokta olarak Doğu Türkistan ile ilgili bir politika sıkıntısı var. Sizce Doğu Türkistan’ın anlaşılmama ve anlatılamama sebebi sadece Çin’in kapalı politika güdümü mü? Yani ulaşılamamaktan kaynaklanan bir problem mi Doğu Türkistan’da süren baskı ve zulüm?

Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Doğu Türkistan’ın önemli liderlerinden İsa Yusuf Alptekin çok iyi arkadaşlardı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde başlayan bir arkadaşlık… Bu yüzden Uygur tarafında en yetkili bilinen kişi Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Erdoğan, Uygur Türkleri için çok iyi kararlar yürütmesi gerektiğini biliyor bu yüzden. Gördüğümüz gibi Türkiye Cumhuriyeti, Uygur Türklerine çok iyi bakıyor. Son on yıldır özellikle -meselâ- uzun süreli ikâmet veriliyor ve Uygur Türkleri de buna teşekkür ediyorlar.

Çin’de şu an yeni eğitim kampları oluşturuluyor. Ancak biz biliyoruz ki, Türkiye Cumhuriyeti gibi diğer Türk devletleri de bir şey yapamıyor. Çünkü Uygur Türkleri, Doğu Türkistan bölgesi Çin’e bağlı! Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konuda Uygur Türklerine yardım etmesi için konuyu Birleşmiş Milletler’e taşıması gerekir. Yapılabilecek tek somut adım bu! Çözümü ancak BM bulabilir.
O eğitim kamplarındaki görüntü gerçekten Çin’in yansıttığı gibi mi? Gerçekten çok mu rahat? Oradakiler gerçekten çok mu memnunlar? Bence bu doğru değil. Neden bu kamplar Çin tarafından bu şekilde korunuyor? Çin istiyor ki, “Çin’e saygı duyacaklar, ‘Ben Çinliyim’ diye hissedecekler”. Bu politika doğrultusunda kampta eğitim alan kişi, artık Çinli sayılıyor. Tabiî Avrupa ve Türkiye’ye ticaret ya da siyaset konusunda Çin hakkında olumlu şeyler konuşacak bu kimseler. Tamamen Türklükle alâkalarının kesilmesi için…

Eğitim kamplarında asimilasyon politikası güdülüyor. Çin’de Doğu Türkistan’ın ismi “Şincan”… Ve “verimli/güzel toprak” demek… Çin bu topraklar üzerinde nasıl bir sömürü yapıyor?
Bir içsel sömürü gerçekleşiyor Doğu Türkistan’da. Çünkü dışarıdan bir sömürü değil de doğrudan içeride yapılan bir sömürü var burada. Yani sadece finansal ekonomi konusunda değil, istihdam da böyle… Çin’de açıkça işleyen bir Uygur politikasi yok! Ortada, özellikle son yıllarda yok etmeye dayalı bir program var. Meselâ din ve dil hakkında yaşananı tamamen değiştirmeyi amaçlayan bir program bu...

Bu kampları bunun için ortaya koydular. Eskiden bir fark yokken, şimdi bir Türk farkı olduğu görünüyor. Neden bu kamplarda bildiğimize göre 2 milyon Uygur Türkü yaşıyor? Çünkü Çin, milyonlarca Uygur Türkünü tamamen değiştirmek istiyor. Düşünce, davranış ve dini tamamen değiştirmek istiyor Çin Hükûmeti.

Eğitimden geçen Uygurlar, artık Çin’e bağlı, kendisini Çinli hisseden kişiler oluyorlar. Böylece ticaret yapacak, Çin için çalışacaklar.

Bildiğimiz kadarıyla Şincan’daki işsizlik çok yüksek. Çünkü ekonomik faaliyet biraz zor. Eğer bu adamlar eğitimden geçer de bulundukları yerlerdeki durumu iyileştirirlerse, işsizlik de azalacak. Bunu Çin böyle düşünüyor. Hem Uygurlara karşı politikası kazanacak, hem de ekonomisi iyileşecek çünkü. Eğer asimile düşüncesi olmasa, bu iyi bir yöntem; ileride bu kamplar fabrikalara dönüştürülecek. Şimdiden birkaç tanesi oluşturuldu da…

Daha önceki yıllarda Çin Hükûmeti’nin Doğu Türkistan’da nasıl bir yöntem kullandığını Şehit İlham Tohti’nin bir hikâyesinden okumuştum…

İlhan Tohti’yi bir kere görmüştüm. Tabiî ki hapse girmeden önce… Kendisi Çin Halk Cumhuriyeti ve oradaki insanlar arasında bir aracılık kurmak istiyordu. Yalnız Çin Halk Cumhuriyeti yetkilileri diyorlardı ki, “Bu adam niye bu işi yapıyor? Çok fazla işe karıştı”. Böylece kendisi hakkında uydurma bir suç oluşturuldu ve sınırsız hapse mahkûm edildi.

Kendisi bir web sayfası kurduktan sonra yurtdışındaki Uygur Türkleri ile Şincan’daki Uygur Türklerini bağlayabildi. O sitede herkes yorumlarını paylaştı. Konuyla ilgilenen Çinliler bile… Bunun üzerine Çin Halk Cumhuriyeti dedi ki, “Sen bunu devlete karşı kullanıyorsun!”.

Aslında Çin Halk Cumhuriyeti’nin başlangıçtaki düşüncesi iyi niyetliydi. Ancak politik uygulama yanlış yapılınca oradaki halk tepki gösterdi. Şimdi daha da kötü hissediyorlar. Bu neden kaynaklanıyor? Devlet pek çok kaynağı yanlış şekilde kullanılınca, halk buna etpki gösteriyor. Daha sonra bu tepkiyi ıslah etmek için eğitim kampları kuruluyor…

1980 ile 2009 yılları arasında Şincan bölgesinde birçok olay yaşandı. Sosyal ve ekonomik anlamda çok değişim gerçekleşti. Ancak 1990’dan sonra Çin Halk Cumhuriyeti bölgeye baskıya gelince protestolar arttı. Tabiî o süreçte her şeye sınır getirildi. Özellikle 5 Temmuz 2009’da kanlı olaylar yaşandı.

Urumçi Katliamı…

Evet… 2009’daki bu olaydan sonra orada yaşayan Uygur Türkleri sadece Çin Halk Cumhuriyeti’ne yani merkeze karşı çatışmalara başladılar. Şincan’daki Çinliler yani merkezden gönderilen ya da orada yaşayan Çinliler de orada devlete karşı tepki gösteren Uygurlara tepki gösterdiler ve gruplar arasında çatışmalar başladı.

2016 yılında merkezden yeni bir başkan gönderildi bölgeye. O daha yumuşak biriydi. Fakat orada Hükûmet’e çalışan Çinliler yumuşak davranmayı bile bilmiyorlardı. Çünkü eskiden hep baskıyla davranıldığı için âniden yumuşak davranılmasını bilemiyorlardı. O süreçte yurtdışından, özellikle Suudi Arabistan’dan, Orta Doğu’dan gelen yeni bir İslâmî akım Şincan’a girdi. Bu süreçle birlikte 2013, 2014 ve 2015’teki olaylar da bu yüzden patlak verdi.

Dış politikada Asya

Son olarak, Türk Dışişleri’nin Asya Açılımı ve özellikle Tayvan’a özel yapılmasını tavsiye edeceğiniz görüşlerinizi almak istiyorum…

Az önce de bahsettiğiniz gibi, hani şu an Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın da Asya politikası düşüncesi var ve tabiî ki bu politikada Tayvan da önemli bir ülke olarak yerini almalı. Buna rağmen Türkiye’nin Çin ile ilişkisi de çok önemli. Çünkü Çin Halk Cumhuriyeti diyor ki, “Tayvan, Pekin, Hong Kong ve Tibet’in hepsi bize ait!”. Çin’den baskı gelirse çok iş yapılamıyor. O yüzden hepsini bir anda düşünmesi gerekiyor. Bu anlamda sosyal ve sivil alanın, akademinin, okulların bir araya gelmesi gerekiyor. Medyanın birbirini takip etmesi gerekiyor. Türkiye’yi Avrupa ve ABD basınından takip etmek zorunda kalıyoruz, bu konuda Türkiye’nin medya hamlesi yapması gerekiyor.

Çok teşekkür ederim değerli bilgi ve görüşleriniz için…

Ben teşekkür ederim…