Hollanda ve yeni hayat

Valizimle buraya kadar sürüklediğim ve bunca zamandır büyüttüğüm ve her gün ağarışında, her nefes alıp verişte, baharda, kuşta, çiçekte… Yani hayat, umut demek… Yeter ki bizler, bakacağımız yeri doğru seçelim, kendimizi gelişigüzel doğrulara ve kalıplara teslim etmeyelim. Hem hayatımızı, hem de kendimizi kıymetli kılabilmenin peşinde olalım.

SOĞUK bir kış günü bin bir umutla çıktık yola. Alışıldığı üzere bavulum, birkaç parça eşya ile doluydu. Aslında umut duluydu ağzına kadar. Her şeyin yeni olduğu bir dünyada, insanın yanına aldığı alışkanlıkları ve umutlarıydı önemli olan, gerisi teferruat. Yolculuk, bilinen uzun yollar, farklı vasıtalar, şu kadar saat... Bilindik bir hikâyenin hiç saşırmadığınız bildik sonu gibi… Ya da defalarca seyredilen bir film… Gözünüzü bir an olsun ayırmadan seyretmeniz, bilmediğinizden değil, hayatın aynı filmlerle defalarca kez başa dönmesindendir.

Derken, yeni bir başlangıç... Başka ülkelerde yaşayan gurbetçiler neden hâlâ fırfırlı çamaşır makinesi örtüsü veya el süpürgesi satın almaya devam ederler, bilir misiniz? En büyük başkaldırı, bu birkaç parça eşya ile gerçekleşir çünkü. Kendine ve geçmişine ait olanı, zaman ve mekâna inat yanında tutar, önemli sayar. Rüyasını gördüğü birkaç saniye içinde kendiliğinden dekor olanlardır onlar, eski fotoğraflardaki tanıdık çerçeveler ve duvar halıları misali.

Buraya kadar olanı normal ve hatta kutsal neredeyse… Sonrası soğuk, çok soğuk… Bir müddet pencereler de soğuktur. Tabiî ilk görüş sarhoşlukları, acemi sevinmeler ve şaşkın turist hallerini saymıyorum. Gerçek olanla yüzleşmeler ve uyanma vakti, dışarısı kadar soğuk, sisli ve sürekli yağmurlu olur.

Yüzlercesi gibi bizlere de artık vatan olan Hollanda, sahip çıkıp geliştirdiği, emek harcadığı lale ile anılan ülke. Tüketmeye odaklanmış, kurallara fazlasıyla bağlı, nefes alınabilen ama hayal kurulmayan, özgürlükten dem vuran siyasetçilerin eşitliği yok sayan davranışlarıyla popüler oldukları, sakin, düzenli, gri, sonrasız, ötesiz (!) bir memleket... Bu kelime ne kadar muhimdir bilirim. Memleket... Yaşadığı yer -bir zaman sonra istediği kadar karşı dursun veya aksini söylesin- insanın kendine benzer. Ya sen o ülkeye ya da o ülke sana benzer. Hangisi daha iyi ve tercih edilebilir?  Bu kadar zaman yaşadıktan sonra iki seçeneği de problemli ve sağlıksız bulduğumu itiraf etmeliyim.

İnsanlar işlerine gidip gelmekte, sözüm ona teknolojinin gelişmesi ve vasıtaların çokluğuyla övünülse de saatlerce yollarda kaldıkları, gerçek bir muamma olup çıkar. İster kendi arabanızla, ister otobüs, ister metro... Şeklin değiştiği ama özün değişmediği sonsuz koşturmaca... Ay sonunda hesaba gelen miktar ile kutsanan bir hayat... Hayatın içinden, hayatın sökülüp alındığı insanlar... Aslında dünyanın birçok yerinde aynı keşmekeş devam etmekte. Modern zamanlar, gelişmiş ülkeler (!)...

İçi boşaltılmış büyük bir karpuz taşıyorlar sanki omuzlarında. “Sosyal hayat nedir?” derseniz, tam olarak bilmiyorum. Sosyallik adı altında yapılan eğlenceler, aktiviteler, mekanlar hiç de iç açıcı görünmüyor gözüme. Aile kavramınınsa zorla yaşatıldığı, çeşitli teşviklerle ayakta tutulmaya çalışılan zerreleri mevcut. Yabancılar ve özellikle Müslümanların bu konularda henüz yıkılmayan kaleleri var. Genlerimize, hayatımızın her zerresine nüfuz etmiş kabulleri, değerleri, “öteleri” var. Büyük bir sepetin içinde çeşit çeşit meyveler ne kadar göz alıcı ve iştah kabartıcı olur; hiçbirine “diğerinden daha sağlıklı” veya “daha vitaminli” diyemezsiniz; renkleri, kokuları, tatları farklıdır ama ne var ki sonuçta hepsi meyvedir. 

Devletlerin büyük ve bilinenin dışında kabulleri, hesapları vardır, öyle olmalıdır. Genel olarak zararları ve gayrı ahlakî yönü herkes tarafından kabul edilen bazı yasakların bir bölümü burada serbesttir mesela, uyuşturucu gibi… Demokratik bir ülke olup, kral-kraliçe ile yönetilir Hollanda. Aklımızın alamayacağı kadar karışık ve yine insanı şaşırtacak kadar düzenli bir ülke. Bu kadar değisken ve kaygan bir zeminde, insanlar da aynı şekilde davranmakta. Televizyon ve basın tarafından gençlerin üzerine boca edilen zengin, lüks, rahat ve modernlik algısını hiç söylemiyorum bile. Bu öyle bir savaş ki, ne tarafı, ne de süresi belli.

Resmetmeye çalıştığım bu faktörlerin neresinde mi “umut”? Valizimle buraya kadar sürüklediğim ve bunca zamandır büyüttüğüm ve her gün ağarışında, her nefes alıp verişte, baharda, kuşta, çiçekte… Yani hayat, umut demek… Yeter ki bizler, bakacağımız yeri doğru seçelim, kendimizi gelişigüzel doğrulara ve kalıplara teslim etmeyelim. İşte bunun için okuyalım, hep okuyalım. Sahici dertlerimiz olsun, gerçek dertler... Hem hayatımızı, hem de kendimizi kıymetli kılabilmenin peşinde olalım. 

Umutla, her gün, yeniden, bıkmadan, kaçmadan, özenerek, sevgiyle ve yine umutla...