Hollanda’dan: Bir film karesi ve sonrası

Her şeyin zamanında değerli olduğunu bilmek zorundayız. Zamanın ezici gücü karşısında hiçbir akıl ve gelişmişliğin duramadığını tekrar anlamak zorundayız. Sizleri de benimle birlikte sürüklemeye çalıştığım bu film karesinden bugünümüze, kendimize, özümüze ve gerçeğe beraberce bir ip atalım istiyorum.

BİR film sahnesi ve ardından zincirlerle birbirine kilitlenmiş binlerce düşünce izdihamı...

Oturduğu iskemleden yere düşen yaşlı kadın ve onu ağlamaklı gözlerle çaresizce bekleyen eşi… Bunun bir adı var muhakkak. Vefa, sadakat, sevgi, aşk, ömür ve daha nice yazamadıklarım… Hangisini seçersem seçeyim, çerçeveyi tam olarak doldurmayacak.

Günlerdir gözümün önünden gitmeyen bu sahne, peşine düşürdü beni. Sebepsiz değil elbette. İnsanların hâlâ yaşımı rahatlıkla sorabildikleri yıllarımdayım. Uzun sürmesi mümkün olmayan, kısıtlı rahatlıklar bunlar. Olgun ve hatta ermiş yaşlarını bin bir zorluk ve sefa ile tamamlayan çok kişi var etrafımda. Sevdiklerim, ailem, umutlarım, canlarım...

Zihnimde -hayal desem hayal değil, gerçek desem hiç değil- gürül gürül uçuşuyorum. Çok güzel bir göl evinde yaşayan yaşlı çift ve onları ziyarete gelen torunları konu ediliyor bu filme. Cam bir zeminde, altın tozuna bulanmış ayak izleriyle ilerleyen ruhum, açtığım her kapıda beni bu göl evine götürüyor. Amerikan yapımı bütün filmlerin hayallerimi ele geçirip bir kenara koyduğu en büyük objedir "sallanan sandalye". Sadece çocukluğumu değil, rüyalarımda bile yer tutabilecek kadar zaptetmiş hayallerimi.

İşte böyle bir sandalyede oturan yaşlı kadın, göl evinin ve doğanın bütün güzelliklerine, gözlerini ve ilgisini bir an olsun üzerinden çekmeyen eşine, hatta çok sevdiği torunlarının onları ziyarete gelmesine rağmen mahzundur. Yaşlılığın onu görünmez iplerle yavaşlatıp ağırlaştırmasına için için üzülmektedir. Sürekli ömrünü geçirdiği kişi ve olaylarla ilgili olarak şiddetli iç hesaplaşmalar yaşar. Fakat bu, onu keskin ve kırıcı yapmaz. Gülümsemenin kenarından devam eden kırışıkları ispattır mutluluğuna. Mutludur; etrafı temizleyen ve netleştiren bakışları göl üzerine ışık olup düşer adeta. Hayalleri diridir, umutları ise pembe…

Çok az konuşmanın yer aldığı film, kaçınılmaz sona doğru akar gider(!). Gençlerin onları kırıp döken söz ve davranışları ise göğe doğru sivrilip yükselen çam ağaçları gibidir. Sevgi ve aşk dolu yıllar yaşamış, hayatını kendince -doğru bildiği gibi- şekillendirmiş, birçok insanın olduğu gibi hedeflerini belli güzergâhlara yöneltmiş, sahip olduğu şeyler bir zaman sonra hayallerinin bile ötesine geçmiştir.

Peki ya o zaman sorun nedir? Neden bu gülümseyiş ile gizlenemeyen o derin hüzün? Eksik olan nedir? İnsanlık âleminin Adem’den (a.s.) bu yana bıkmadan ve usanmadan sorduğu, aradığı, bulduğu, bulduğunu zannettikten sonra ağrıyan dizler ve yavaşlayan hareketler ile aslında hiç sahip olmadığını anladığı kocaman "gerçek"?

Doğa kuralları ile Yüce Yaratan'ın bizlere vahyettiği bir şeyler var. Eksik söyledim, çok şey var… "Doğum ve ölüm, gençlik ve yaşlılık, gece ve gündüz..."

Kişinin bütün hayatı boyunca ilmek ilmek ördüğü, uğrunda ağır bedeller ödemeye hazır olduğu doğruları, karşılık görmeyi umarak sevmeleri, emekleri, ağrıları, çaresiz kalışlarda sonsuz beklemeleri var. Ve elbette mutlulukları, değerleri, sahip oldukları, inançları, umutları da var.

Eşine çaresizce bakan bu adam, en çaresiz zamanlarımda hakikate pencere açtı ve bir anlamda hakikatin ta kendisi oldu.

Her şeyin zamanında değerli olduğunu bilmek zorundayız. Zamanın ezici gücü karşısında hiçbir akıl ve gelişmişliğin duramadığını tekrar anlamak zorundayız. Sizleri de benimle birlikte sürüklemeye çalıştığım bu film karesinden bugünümüze, kendimize, özümüze ve gerçeğe beraberce bir ip atalım istiyorum.

Muradım odur ki, düşünme eyleminin kendisi hakkında düşünelim, düşünebilelim. Herkes kendi mana âleminde, kendi yolculuğunda bir göl evi bulmalıdır. Seyretmek, zevk etmek ve meşk etmek için…

Nihayetinde hepimiz mutlu hanelerimizde sevdiklerimizle olsak bile, gördüğümüz manzaralar aslında göründüğü kadar değil, yaşananlarsa yaşandığı gibi değil.

Hayal ettiğimiz dualarımız da aminlerimiz kadar büyük ve gerçek olmalıdır…