Hollanda’da yaz sonu

İzinlere gidilir, dönülür; umutlar bir dahaki sefer için özenle ertelenir, hayal kırıklıkları çok dile gelmez ama gözler onu saklamakta hep aciz kalır… Havadaki nem ve bulutlar yerlere iner böylece. Farkında olmadan herkes bulutlanır, sessizleşir.

FIRTINASI, yağmuru, düzensiz ve istikrarsız güneşi derken yaz bitti. “Haksızlık mı ediyorum acaba?” diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Ben Akdeniz insanıyım ve güneşin güneş, yıldızlarınsa yıldız gibi göründüğü, dingin, net, havanın kuş tüyü kadar hafif olduğu diyarlarda büyüdüm. Televizyondaki belgesellerde gördüğüm sisli, mesafesiz, düz, buğulu, donuk bir yerküreye düştüm sanki. “Düştüm” diyorum, çünkü “bilmek ile yaşamak” da “yürümek ile düşmek” kadar apayrı şeylermiş.

Güneşin ve yaz mevsiminin istikrarsız olduğunu söylemem bu sebeptendir. Hollandalılar, son derece değişken hava şartlarına alışkın, çoğunlukla da çantasında şemsiye taşıyan insanlardır. Yolda ve yahut herhangi bir yerde karşılaşan insanların konuştukları ilk ve çoğunlukla tek mesele şudur: “Hava bugün nasıl olacak?” Bende gökyüzü, sanki biri ekranın renk ayarlarını bozmuş hissi uyandırır. Göğün mavisi tam mavi değildir. Hep kırık bir mavi olur; gri bir toz bulutu, her şeyin rengine işlemiş gibidir. Düzeni ve sıradanlığı hükmü altına alan bir renk imparatorluğu sanki...   

“Gözümün gördüğü bu renksiz ve bulanık ışıkla kendimi ve ruhumu aydınlık tutmaya çalışmam bu yüzdendir.” Mesela hep rüzgârlıdır hava. Bu, havadaki yumuşak yaz kokusunun uçup gitmesi demektir. Hava yaz kokmayınca ve çiçeklerin tozu, kuşların sesi havada asılı kalmayınca, hiç tanımadığınız birinin resmine bakar gibi hissedersiniz kendinizi.

Bu kadar sene geçtikten sonra alıştığım ve artık buralı olduğum söylenebilir. Ancak gözlemlemeye devam ediyor ve bazı sorularda çaresiz kalıyorum; “İnsan yaşadığı yere benzer” derler ya…

Havadaki bu ağırlık ve adeta bir perdeden yansıyıp kırılarak gelen güneş ışığı acaba ruhumuzda nasıl bir karşılık buluyor, neleri perdeliyor ve bu ağırlıkla neleri okyanusların derinlerine bırakıveriyoruz? 

Kısa kış günlerinin karanlık ve yağmurunda boğulmak üzereyken ilaç gibi gelir bahar. Uzun bisiklet turları, kanal boylarında yürüyüşler daha da yoğunlaşır. Sanki insanlar bile baharın rengiyle boyanır. Yeşil daha bir yeşil, pembeler daha da pembe görünür gözlere. Umuda hasret yürekler, geçerliliğine bakmaksızın bilerek “Lades!” derler. Yol kenarlarında asrın en güzel askerleri gibi ciddiyetle sıraya geçer ve anne ördeğin ardından sarı renkte küçük bir ordu dizilir.

Mevsimlerin ve hangi rengin ruhları ezdiği de hükmünü kaybetmiştir artık. Ördek yavrularının dik duruşları hayatta olmayı, umut etmeyi, yaz mevsimini, vatanı, hasreti ve daha nicelerini gurbetçilerin boğazına düğümler, ince sızılarını geride bir çığlık gibi bırakıp peşi sıra yürüyerek gözlerden kaybolur.     

Yazın ne zaman gelip geçtiği pek anlaşılmaz buralarda. Çimenlerin ve yeşilin hiç solmadığı bir ülkedir Hollanda. Tam da bu sebeple baharı doyasıya yaşar insanlar. Renkleriyle gözleri okşayan birçok çiçek uyandırır ve gösterir baharın zengin yüzünü. Kayıtsız kalmak ve fark etmemek neredeyse imkânsızdır.

Ama yaz soluk geçer. Yaz, başlı başına “beklenendir”, bütün sene hayal edilendir çünkü. Yeni yılın girmesiyle birlikte alışıldığı ve artık kural olduğu üzere planlanır, bütçe hesapları yapılır, araba hayalleri kurulur yaz için.

Hollandalıların yaz tatilleri, “dinlenmek, gezmek, deniz, güneş, popüler olan birçok şeyi” ifade eder. Biz gurbetçiler içinse yaz, “vatan” demektir, anne, baba, köy, dağ taş ve mezarlar demektir. Bekleyen ve beklenenlerin hepsidir yaz. Aslında birkaç haftaya sığmayacak kadar yüklüdür ve çok, uzun, geniş, obur…

Bütün dünya dört mevsimi bilir ve hesaplarını bu doğrultuda yapar. Biz gurbetçilerse yılı ikiye böler ve buna göre plan yaparız. Sessizce kabul edilip imzalanmış kutsal bir metin muamelesi görür bu. Yazılı olmayan bir metin… Havanın sıcak ya da soğuk oluşu, o anda ayarlanabilecek bir ayrıntı, anlık bir tavır değişikliğinden öteye gitmez. 

Bütün sene, “izin öncesi ve sonrası” olarak ikiye ayrılır. Mevsimin, ayın, günün ne olduğunun esasen hiçbir hükmü yoktur.

İzinlere gidilir, dönülür; umutlar bir dahaki sefer için özenle ertelenir, hayal kırıklıkları çok dile gelmez ama gözler onu saklamakta hep aciz kalır… Havadaki nem ve bulutlar yerlere iner böylece. Farkında olmadan herkes bulutlanır, sessizleşir. Fotoğraflar bir sene boyunca yetecek en güzel avuntudurlar. Göz yanılır, hafızalar zayıflar, kızgınlıklar unutulmazsa eğer medet bu fotoğraflardadır. Yazın ne çabuk geçtiği bir kez daha anlaşılmaz böylece.

Film yine başa dönmüş, yaz sonrası “izin sonrası” olmuş, takvimler olduğu yerden “izin öncesine” doğru yavaş bir şekilde akmaya başlamıştır…