Hizmet ettiğin kişi kadarsın

“Ben filan kişinin kuaförüyüm”, “Ben falancanın avukatıyım”, “Şu kişilerle aynı sitedeyiz”… O kişiyle aynı sitede oturmasaydık değerli insanlar değil miydik yani? Değerli olanın ne olduğunu iyi bilmemiz gerekir. Her ünlü, her makam sahibini, her zengini, her şuyu buyu değerli sayarsak diğerlerinin değerli olma şansını yok etmiş oluruz.

ÇÖPÇÜYÜM, öyleyse insanların çöpü de ben miyim? Belki alınganlık yapıyorum ama değil. Az sonra anlatacaklarımı duyunca eminim siz de bana hak vereceksiniz…

“Ben filan kişinin kuaförüyüm”, “Ben falancanın avukatıyım”, “Şu kişilerle aynı sitedeyiz”… O kişiyle aynı sitede oturmasaydık değerli insanlar değil miydik yani? Değerli olanın ne olduğunu iyi bilmemiz gerekir. Her ünlü, her makam sahibini, her zengini, her şuyu, buyu değerli sayarsak diğerlerinin değerli olma şansını yok etmiş oluruz.

Üstü kapalı konuşmayalım, her şeyi açık açık konuşalım. Derdimiz, güzel ve doğrunun ortaya çıkmasına karınca kararınca katkı sağlamak değil mi zaten? Yanlış benimse ben bileyim, başkasınınsa başkası. Yanlış yoksa iyi olanı bir kere daha anmış oluruz, olur biter.

Siz de karşılaşmışsınızdır, çeşitli meslek erbablarıyla tanışır, sohbet edersiniz ama kimi kendinden beklenmeyecek kadar bilgili, farkındalığı yüksek kimselerdendir, kimi de kendinden beklenenin altında bilgiye sahiptir, farkındalığı sürünüyordur. Aksaray’da bir çobanla tanışmıştım ki kelimenin tam anlamıyla “arif” bir insandı. Kendinden çok şey öğrendim. Yanlış hatırlamıyorsam okuma yazması da yoktu. Anlattıklarını hâlâ çeşitli konferans ve seminerlerimde anlatırım.

Bilecik’te yaşayan, 69 yaşında, okuma yazmayı askerden sonra öğrenmiş bir amcamızla tanışmıştım. Kendisiyle bir ekonomi sohbeti ettik; borsadan, endekslerden, çarpraz kur ve paritelerden bahsetti. İşletmeciyim lakin borsayla ilgilenmemiştim. Eğer yarışma yapsaydık beni birkaç sıfır yenerdi…

Doğan Cüceloğlu taksiden indiği sırada, 15 TL tutan ücret için cebinde bozuk para olmayınca 20 TL veriyor. Taksici aranıyor, bozuk yok, 10 TL geri uzatıyor. Doğan Hoca kabul etmeyerek “Üstü kalsın” derken taksici “Helal et!” diye ısrar ediyor... Bu hikâyenin devamı epey uzun ama kısaca şunu söyleyeyim: Bu taksici, helalinden kazanmak istiyor.

Bir de bir banka genel müdürünü düşünün. Adam, “Küçük miktarların peşinden gitmezler, zaten bizim gibi bir kurumsal yapıyla mücadele de edemezler” deyip üç kuruş şuradan, beş kuruş buradan tırtıklıyarak bankasınının kârını katlamaya çalışıyor. Gelelim acı ve basit soruya: Bahsini ettiğimiz banka genel müdürü mü, yoksa taksici mi daha değerli size göre? Bana göre taksici…

Kızım olsaydı ahlaklı taksiciye verir, oğluma da bahsini ettiğimiz gibi banka genel müdiresi değil, helal kaygısı olan bulaşıkçı bir kızı alırım. Neden mi? Ben zalimlerden çok çektim. Bir kayınpeder olarak çekmek istemediğim gibi, oğlumun hayatını da mahvetmek isteyebilir miyim bir baba olarak?

Bu sefer böyle bir konuyu yazmak istememe sebep olan sohbet de şöyle gelişti: Üsküdar’da bir “Çok Engelliler Okulu” var. “Çok engelli”, hem görmeyen, hem yürüyemeyen, hem de zihinsel engele sahip veya hem yürüyemeyen, hem görmeyen, hem de işitip konuşamayan kimseler için kullanılan bir tabir. Bu çocuklara hizmet vermiş öğretmen ve yöneticilerle dar çerçevede bir sohbet yapıyoruz. Öyle bir çocuğa öğretmenlik yapmanın ne demek olduğunu müsadenizle anlatamayacağım. Zira o duyguları yaşayacak ve anlatacak kadar hissiyatım, idrakım ve havsalam gelişmedi.

Nereden aklıma geldi bilmiyorum, şöyle bir soru sordum: “Çevrenizdeki insanlar sizi nasıl algılıyor sizce? Bir kolej öğretmeni ile sizin algılanmanızı kıyaslarsanız, ne düşünürsünüz?” Cevaplar çok acı: “Aman tatilini uzat, boş ver! Sanki sınava mı yetiştireceksiniz?”

Yönetici arkadaşım bir tecrübeyi naklediyor: “Şiddete uğramış kadın veya tinerci çocuklarla çalışanlara da değer verilmiyor. O yüzden o personeller de kendilerine değer verilmediğini düşünüyorlar.”

Bu sohbetten ve bu sözlerden sonra doğrusu kendimi çok iyi hissettiğimi söyleyemem. Kendimi iyi hissettiren tek şey, bir hakikatin daha farkına varmış olmam ve onu da sizinle paylaşma fırsatımın bulunması.

Şöyle düşündüm: “Çöpçüler, bulaşıkçılar, inşaatçılar, köylüler, çobanlar… Birtakım meslek erbabı acaba şöyle bir ay çalışmayıverseler ne olurdu halimiz?” Yüzümde huzurlu bir tebessüm belirdi: “İşte bu insanlar onu yapmazlar ki böyle bir şey yapmak akıllarından bile geçmez!”

Hâsılı, büyük adam zannedilmek başka, büyük adam olmak başka…