Hissettiklerimiz midir konuştuklarımız?

Konuşuyoruz, gündelik hayatta kadın-erkek bilmem kaç kelime üretiyoruz. Fakat konuşmak ve anlaşmak gibi mucize ilmini, ben ancak sözü ve özü bir olan insanların yazdıklarında görebiliyorum. Yoksa bizim konuşmalarımız ya da yazdıklarımız, onların yanında sadece çabalamaktan ibaret; bu aşikâr!

İNSANOĞLU düşünen, düşündüren ve düşündükçe varlığını anlayabilen bir varlık olmanın ötesinde, hissettiklerini bazen kelimelere döken ve bunu en iyi şekilde ifade edebilen bir varlıktır. İnsan olmanın getirmiş olduğu sorumluluklardan biri de kendi âlemimizde konuşarak anlaşabilmenin mükemmeliyetidir.

“Önce söz vardı; çünkü söz, edimdir” diyor üstün yazar Rasim Özdenören ve devam ediyor: “‘Söz’ deyince, elbette sözde kalan sözü kastetmiyorum.” Dil ve insan ilişkisi üzerine yazılan güzide yazılarından biriydi bu. Evet, söz ki, kendi başına ağırlığı olan, çıktığı beşerin karakterini yansıtan mucize… Ve söz, insanı tâ geçmişten günümüze, kaynağından taşırarak aktaran kudret…

Konuşuyoruz, gündelik hayatta kadın-erkek bilmem kaç kelime üretiyoruz. Fakat konuşmak ve anlaşmak gibi mucize ilmini, ben ancak sözü ve özü bir olan insanların yazdıklarında görebiliyorum. Yoksa bizim konuşmalarımız ya da yazdıklarımız, onların yanında sadece çabalamaktan ibaret; bu aşikâr!

Bir Fuzulî’den geçerken söz… Okurken dahi hissettirdikleri bu kadar özelken, kim bilir onu yazan ilim ehlinin hissiyatı nasıl da derindeydi. “Boş yere canı yanmaz insanın. Ya bir eksiklik vardır geleceğe dair ya da fazlalık geçmişten gelen”… Anlamı derin, okuması hoş gelen ve insana geçmişini ve geleceğini tek bir cümlede sorguya çektirebilecek güce sahip olan söz…

Söz, kimi zaman bir beste ile tamamlandığında ve kimi zamanda müzik eşliğinde söylendiğinde sevinci, neşeyi ve üzüntüyü, özlemi yürekten aktarabilen bir tarih. Kimi zaman aşk, sevinç, özlem, hasret ve kimi zaman da tarihtir tek bir söz.

Konuşan ve konuştukça güzelleşen insanlara mukabil, konuştukça çirkinleşen ve çirkinleştikçe sosyal hayatta çekilmez olan insanların varoluşu ve bunlarla aynı geçmişi ve geleceği yaşayacak olmak, sükûneti huy edinmiş insanlar için toplumsal bir sınav gibidir.

Toplum içinde bir statü elde etmiş fakat hayatı sadece sistem eleştirisi yaparak, sürekli bir yerleri suçlayarak ve yarım edinilmiş bilgilerle olan veya olmayanı da olmuş gibi gösteren insanların muhabbeti herkes için sıkıcı olsa gerek. Toplum olarak ne çok ihtiyacımız var sanata, edebiyata ve naif sözlere!

Yine toplum olarak sürekli zor günlerden geçtik. Kime sorsanız, hayatının belirli bir döneminde zor dönem olarak adlandırdığı bir aşaması vardır. Ama bunların yanında geçmişe özlem duymak çok başka bir durumdur. Tarihimizin her döneminde, kendi topraklarımızda bu kültürle bütünleşmiş sanatçı tanımına çok yakışan insanlar var. Ve bu insanların en dikkat çekici yanları, herhangi bir dünya görüşüne sahip olsalar da her kesim tarafından benimsenen ve saygı duyulan insanlar olmaları.

Sözü israf etmemek, gerektiğinde ve yerinde konuşabilmek ve çıkan söze ağırlık katabilmek bir yana dursun, günümüzde herkesin her şeye verecek bir cevabının olduğu ve Kudüs şairi Nuri Pakdil’in de âdeta dönemimizi özetlediği gibi, “üslûbu zor zamanlardayız”.

Nezaket ifadelerini gittikçe kaybettirdiğimiz gelecek nesle ve dahi kendimize en önce yapmamız gereken özeleştiri, üslûbumuzla ilgili olmalı. Üslûp; karşılıklı ilişkilerimizde, ne olduğumuzla ilgili olmayan, nasıl biri olduğumuzu en iyi ifade edecek olan başlıca karakteristik yansımamız... Bu yüzden konuşmalarımıza bir üslûp kazandırmalıyız ki hem Yaratan nazarında, hem de karşımızdaki insanlarda anlamlı etkiler bırakalım.

Çok önemlidir, geçmişte okuma yazma oranı düşük olmasına rağmen, insana, daha okula başlamadan aile içinde hem nezaket ifadeleri, saygı, sevgi ve merhamet kazandırılırken, şimdilerde bu ifadelerin bireylere verilmesi için “âdâb-ı muaşeret” (görgü kuralları) dersi verilmesi gerektiği hakkında tartışmalar gündemde. Bu demek oluyor ki, yakın dönem aydınları toplumumuza pozitif ilimleri aşılarken, kendi kültürümüzü geliştirmek bir yana, gün geçtikçe yozlaşan ve asimile olmaya hazır bir sosyal yapı meydana getirildi.

Sorun, nesilleri ihya etmekten geçiyor sanırım. Sadece okumak (diplomalarımız), üretmek ve tüketmekten ibaret olmayan bir yaşam tarzı oluşturmak gerekiyor. Ve en önemlisi, karşılıklı tüm ilişkilerde üslûp güzelliği ortaya koymaktan geçiyor.

Sonuç olarak, tüm bunları anlayabilecek ya da toplum içinde eksik olarak algılayacak bir perspektif gerekir. Evet, insan olarak elbette herkes eşittir bu anlamda, bir hiyerarşi söz konusu olamaz, fakat -sözde aydınlar değil- toplumun tam eksik gördüğü yerden yarasını kapatan, eksiğini rehabilite edendir topluma gerçek yön verenler.

Tüm bunların, insan olmanın getirdiği yükümlülüklerin ötesinde Müslüman insan olmanın getirdiği görevler de var. Fakat günümüz insanı bunu öyle güzel kapatarak ilerliyor ki, toplumda normal olanın böyle olduğuna dair algı oluşturmaya başlıyor. “Avrupa topluluğu içinde erimiş, Müslümanlığını belli zaman ve mekânlara kilitlemiş ve belki de Müslüman olup olmamayı umursamaz hâle gelmiş bir Türkiye’de insanların erişilmeye değer hiçbir hedefi bulunmayacak” derken, İsmet Özel tam da günümüz insan modelini çizmektedir.