Hırçın ve karamsar bir şair: Tevfik Fikret

Tevfik Fikret, edebiyatımızın en karamsar şairlerinden biridir. Huzuru elde edememiş, bunalımlarla dolu bir hayat yaşamıştır. Uzun yıllar Robert Kolej’de öğretmenlik yaptığı için çevresinden olumsuz şekilde etkilenmiştir. Bize ait değerleri beğenmemiş, her fırsatta hakaretler yağdırmış ve Batı medeniyetinin küçük bir sitesi saydığı Amerikan Koleji’ne sığınmıştır.

24 ARALIK 1867’de, İstanbul’da doğan Tevfik Fikret’in babası Hüseyin Efendi, annesi ise sonradan Müslüman olan bir Rum aileye mensup Hatice Refia Hanım’dır. Hatice Refia Hanım, kardeşi ile beraber hacca gitmiş, dönüşte hastalanarak vefat etmiştir. Babası Hüseyin Efendi ise memur olarak çeşitli şehirlerde çalışmış ve 1905 yılında, Antep’te vefat etmiştir. 

Tevfik Fikret, ilköğrenimini Aksaray’daki Mahmudiye Rüştiyesi’nde yapmış, on iki yaşındayken annesini kaybetmiş, daha sonra girdiği Galatasaray Lisesi’ni birincilikle bitirmiştir. Okulu bitirdikten sonra fazla çalışmadığı ileri sürülmektedir. Hatta Halit Ziya, “Fikret pek az, azın bütün mânâsı ile pek az okur bir şairdir” demiştir. 

Tevfik Fikret Hariciye İstişare Odası’na memur olarak girmiş, bir yıl sonra müdür yardımcılığına tayin edilmiştir. Bir iddiaya göre, devrin mâlî sıkıntısı yüzünden maaşı geç ödenmiş, buna kızarak görevinden istifa etmiş ve daha sonra verilen parayı almamıştır. 1890 yılında Ticaret Mektep-i Âlisi’ne Fransızca ve Türkçe yazı dersleri öğretmeni olarak tayin edilir. Aynı yıl, dayısının kızı Nazıma Hanım ile evlenir. 

Muallim Naci’nin çıkardığı “Mirsad” dergisi, bir şiir yarışması açmıştır. Tevfik Fikret, “Tevhid” adlı şiiriyle birinci olur ve şair olarak adını duyurur. 1891-1895 yılları arasında Galatasaray Sultanisi’nde Türkçe öğretmenliği yaparken, Padişah’a bağlı bir tavır ortaya koymuştur. 1894 yılında “Malûmat” dergisinin ilk sayısında Padişah İkinci Abdülhamid’i öven “Tebrik-i Velâdet” adlı şiiri yayımlanır. İki yıl boyunca “Malûmat “dergisinin yayınını yönetir. 

1896’da Robert Kolej’de öğretmenlik yapmaya başlayan Fikret, maaşının çok yüksek olması nedeniyle rahat bir hayat yaşar. Aynı yıl Servet-i Fünûn dergisinin başına getirilir. O yıllarda basına sansür uygulanmaktadır. Bu uygulamaya kızan Fikret, duruma tepki gösterir. Dergideki arkadaşları ile anlaşamaz. Görevinden istifa eder. Rumelihisarı sırtlarında bulunan evinde inzivaya çekilir. Kolej muhitinde bulunmuş olmanın verdiği emniyet duygusuyla yönetimin aleyhinde şiirler yazar. 

1901 yılında “Servet-i Fünûn” kapatılır. Köşesine çekilen Fikret, Robert Kolej çevresine, “Aşiyan” adını verdiği bir ev yaptırmıştır. Bu yıllarda İkinci Abdulhamid’e amansız bir düşman kesilmiştir. Bir zamanlar kendisine övgüler yazdığı Padişah’ı karalayıcı şiirler yazar. Bu düşmanlık Fikret’te bir bunalım meydana getirir. Dinî değerlerin ve inançların hepsini inkâr eder. 1901’den sonra yazdığı şiirlerinde meydan okuma ve nefret duygusuna çok sık rastlanır. Tevfik Fikret, yazarları, aydınları, dindarları, basını ve her şeyi kire ve pisliğe bulaşmış olarak görmektedir.

Kız kardeşinin ve babasının ölümü, içindeki bunalımı daha da şiddetlendirir. Nefreti ve karamsarlığı o kadar artmıştır ki “Tarih-i Kadim” adlı şiiri yazmıştır. Bu şiirde dinlere, vatan ve millet sevgisine, tarihimize, atalarımıza saldırır. Hatta Allah’a ve Peygamber’e söz söyleme cüretini bile göstermiştir. Öyle acayip bir durumdadır ki sevdiği ve beğendiği kişi hemen hemen yok gibidir. Zaten kolay küsen ve gücenen, kendini beğenmiş, içine kapanık bir kişiliğe sahip olduğu söylenmektedir. 

Bir Ermeni, Padişah İkinci Abdülhamid’e suikast düzenleyerek bineceği arabaya bomba yerleştirir. Padişah, Cuma namazından sonra Şeyhülislam ile ayaküstü bir görüşme yapar. Bu nedenle arabaya birkaç dakika geç gelir ve müthiş patlamadan yara almadan kurtulur. Padişah’ın öldürülmediğine çok üzülen Fikret, “Bir Lahza-i Teahhur” adlı şiirini yazmıştır. Bu şiirde suikastı hazırlayan câniye şöyle seslenir: “Ey şanlı avcı, attın! Attın, fakat ne yazık ki vuramadın!” Bu şiir halk tarafından büyük tepki görmüştür. 

1908 yılında İkinci Meşrutiyet ilân edilince Tevfik Fikret de umutlanır ve “Millet Şarkısı” şiirini yazar. Galatasaray Lisesi’ne müdür olarak getirilir. Bir süre sonra okuldaki öğretmen arkadaşlarıyla anlaşamamış, çeşitli zamanlarda istifalar etmiş, her defasında yeniden göreve getirilmiştir.

Bocalama içerisindedir. Ne yapacağını, nasıl davranacağını bilemez durumdadır. Dönemin Eğitim Bakanlığı okulu teftiş etmek isteyince, bu hareketi kendisine hakaret kabul eden Tevfik Fikret, görevinden ayrılmıştır. 

Fikret hiçbir zaman bir ideal adam olamamıştır. Hayatını incelediğimiz zaman bu durumu rahatlıkla görebiliyoruz. “İstikrar” denen kavramı ömrü boyunca tanıyamamış, istifa etmediği iş, küsmediği, kırmadığı arkadaş bırakmamıştır. Çalıştığı işlerden hiç sebep yokken veya sudan bahanelerle ayrılmıştır. Yardım etmek için çevresinde dönüp duran dostlarının kıymetini bilememiş, iyi bir arkadaşlık yapabilecek kadar ruhî ve fikrî olgunluğa ulaşamamıştır. Düşünceden ziyade duygularının etkisinde olduğu için alıngan ve nazlı bir kişiliğe sahiptir. 

Galatasaray Lisesi’nden ayrıldıktan sonra Robert Kolej’deki öğretmenlik görevine devam eder. 1909 yılında oğlu Haluk’u mühendislik öğrenmesi ve fen bilimlerini memlekete getirmesi için İskoçya’ya gönderir. Oğlundan çok umutludur. Onu gençlerin ve geleceğin sembolü olarak görür. Fakat Haluk, Avrupa’yı görünce babasını ve memleketi unutur. Hiç kimseyi arayıp sormaz. Türklükten ve Müslümanlıktan çıkar. Papaz okuluna girer ve papaz olarak mezun olur. Oğlunun bu ilgisizliğine ve soğukluğuna çok üzülen Fikret âdeta yıkılır. Hâlbuki Fikret, her şeyin madde ile çözüleceğini iddia eden, manevî konulara önem vermeyen bir şahsiyetti. Mehmed Âkif ile anlaşmazlıkların temel noktası da bu idi. Haluk, babasının düşüncelerine ve hayat felsefesine göre yetiştirilmişti. Elbette “su testisi, suyolunda kırılacaktı”. 

İttihat ve Terakki Cemiyeti ile de anlaşamayan Fikret, “Doksanbeş’e Doğru”, “Han-ı Yağma” gibi şiirler yazarak onları da eleştirmekten geri kalmamıştır.  Bu şiirler üzerine onlar da Fikret’e karşı sert tavırlar takınıp çeşitli suçlamalarda bulunmuşlardır. 

Bütün bu çekişmelerden sonra iyice yıpranan Fikret hastalanmıştır. Zaten dindar kesim fikirlerinden dolayı Fikret’e uzak durmaktadır; onun “bizden biri olmadığı” toplumda dilden dile yayılmıştır. Terk edilmişlik ve moral çöküntüsüyle rahatsızlığı iyice artan Tevfik Fikret, 19 Ağustos 1915’te vefat etmiştir. Cenazesine halk rağbet etmemiş, 40-50 kişilik bir topluluk tarafından Eyüp’teki aile mezarlığına gömülmüştür. Şairin mezarı, 1960 yılında “Aşiyan” adını verdiği evinin bahçesine nakledilmiştir. 

Tevfik Fikret, edebiyatımızın en karamsar şairlerinden biridir. Huzuru elde edememiş, bunalımlarla dolu bir hayat yaşamıştır. Uzun yıllar Robert Kolej’de öğretmenlik yaptığı için çevresinden olumsuz şekilde etkilenmiştir. Bize ait değerleri beğenmemiş, her fırsatta hakaretler yağdırmış ve Batı medeniyetinin küçük bir sitesi saydığı Amerikan Koleji’ne sığınmıştır. Hatta Hüseyin Cahit’e yazdığı bir mektupta, “Bugün sa’y ve irfanın tebdil-i tâbiyet ediyor” gibi bir cümle kullanması, halk arasında iyice gözden düşmesine sebep olmuştur.

Servet-i Fünûn döneminin ünlü şairi, 48 yıl yaşadığı bu dünyada, arkasında pek çok şiir bırakarak göçüp gitmiştir.