Hipotenüs-karşı-komşu

Önce insanın, kendini üçgenin en uzun tarafı olarak görmekten vazgeçmesi gerekiyor. Sonra da karşı ve komşu olarak farklı ayrıklıklar peşinde koşmak arzusuna da gem vurması lâzım geliyor. Allah’ın istediği insan, Kur’ân ve Peygamber ile şekillenir. Bu gayet açık ve net. Fakat insan kendini bu kıymette görüp de diğerlerini farklı adlandırmalara maruz bırakacak yetkide değildir.

BİLİM dallarının insan tabiatına benzer efektlerini gördükçe yazdıklarım da iç içe geçen anlamları teşkil eder oldu. Bilhassa matematiğin ve coğrafyanın davranış biçimlerine ve duygulara yakınlık gösteren uçları var.

Davranış biçimleri üzerinde fikir yürütürken, bu defa bir üçgen modeli üzerinden yürüyeceğim. Çünkü benim dikkat çekeceğim davranış tipolojisinde 3 ayrı odak mevcut.

İnsanın kendisi “hipotenüs”, kendine benzer ama farklılıklar taşıyan bir başkası “komşu kenar” ve düşman olarak bellediği ise “karşı kenar”.

Hipotenüs, bir dik üçgende en uzun kenardır. Bir yerde “en” zarfı kullanılıyorsa, o muhakkak öznenin kendisini anlatıyordur(!). Ne yazık ki insanın bir “en” tutkusu baskın. Hiçbir şey ifâde etmese bile hipotenüs, bir dik üçgende üstün dereceyi teşkil eden “en” zarfına sahip. Ayrıca komşu ve karşı kenar adlandırması da yine insanın davranış ve hissediş grafiğini anlatmada gayet uygun.

Hipotenüs bir erkekse, komşu kenar bir kadındır ve karşı kenar da onun sahip olmadığı inanç, düşünce ve duygu sarmalına sahip olan düşmandır. Hipotenüs bir kadınsa, komşu kenar bir erkektir ve karşı kenar da yine onun sahip olmadığı inanç, düşünce ve duygu sarmalına sahip olan düşmandır.

Şimdi bu betimlemeyi akıllarda tutarak, ama biraz da sayısal teşbihlere ara vererek asıl derde değinmek zamanı!

Örneğin, trafikte bir erkek saçma bir kaza yaparsa, bu diğer erkekler tarafından “insanoğlu” sıfatıyla eleştirilir. Fakat aynı saçmalıkta kazayı bir kadın gerçekleştirirse, erkekler bu komşu kenar için “insanoğlu” sıfatını kullanmaz, “Kadınlar böyle” gibi birtakım cinsî ifâdelerle genelleme yaparlar.

Kadın ve erkek, bu bahsi geçen dik üçgende hipotenüs ve komşu kenardır. Ama ne zaman erkeği ve kadını tehdit eden bir düşman (karşı kenar) ortaya çıkarsa, orada diğer inanç, düşünce ve duygu birliktelikleri gün yüzüne çıkar. Böylece yergi dolu tüm sıfatlar karşı komşu (düşman) için telâffuz edilir hâle gelir.

Bir başka örneği de kadınlar üzerinden vermeli: Bu defa hipotenüs yani üçgenin “en” sıfatlı kenarı kadın olsun. O hâlde erkekler komşu kenarı ve diğer bütün ayrık cenahlar da karşı kenarı teşkil edecek.

Örneğin bir kadın, başarısız olduğu herhangi bir kulvarda kusuru kendinde ya da kadın cinsinde bulmayı tercih etmez. Daha ziyâde, işin kendisine birtakım sıfatlar yakıştırır. Ya o iş “çok zor”dur ya da “gereksiz”. Fakat aynı başarısızlığa bir erkek düşerse, hipotenüsü teşkil eden kadın, burada işin zorluğundan, gereksizliğinden ya da işteki diğer tüm arızalardan bahsetmez. Burada kuracağı tek cümle şu olacaktır: “Erkek milleti…”

Bu tip genellemeler ve benzetmeler, hayatımız içinde sıklıkla karşımıza çıkıyor. Örnekler daha da çoğaltılabilir ki çok can sıkıcı birkaç örnek daha vermek isterim…

Kadının giyim kuşam konusunda bu üçgenin kenarları çok farklı öbekleri teşkil eder hâle geliyor. Başörtülü bir kadın hipotenüsü teşkil ediyorsa, başı açık bir kadın komşu kenar, dinsiz bir kadın ise karşı kenarı teşkil eder. Başı açık bir kadın hipotenüsü teşkil ediyorsa, kapalı kadın komşu kenar olurken açıkları eleştiren diğer kapalılar da karşı kenarı teşkil eder. Bu bile biraz daha olağan gelebilir. Ama işin çok daha abartılı bir şekle dönüştüğü üçgen tipleri de mevcut. Bir üçgenin bütün kenarlarını kapalılar ya da açıklar oluşturabiliyor.

Meselâ X şeklinde kapanan kadınlar hipotenüsse, Y şeklinde kapananlar komşu kenar ve bu ikisinden çok uzakta, A şeklinde kapananlar karşı kenar oluveriyor. Ve hipotenüs yine “en” sıfatlı kenar olduğundan, komşu kenarı -düşman olmamakla birlikte- eleştiriyor. Karşı kenara zâten düşman oluyor.

Aynı şekilde, başı açık kadınların oluşturduğu üçgende de böyle durumlar var. Mesela X-Y ve A derecelerinde açık kadınlar yine birbirlerine karşı aynı duyguları besliyorlar. Her kenar kendini hipotenüs sanıyor ve kendine biraz benzeyeni ama farklılıklar taşıyanı komşu kenar ilân ediyor, kendinden tamamen ayrık olanı da karşı kenar olarak kabul ediyor.

Bunlar kendi aramızda, bizim insanımız içinde var edilen çarpık üçgen tipleri. Fakat dünyada işler çok daha saçma bir hâl almış durumda.

Bir futbol karşılaşmasında seyircilerin taşkınlık yaptığını düşünün; eğer bu taşkınlık bir Müslüman ülkede meydana geliyorsa, kendini hipotenüs zanneden gayr-i Müslimler için karşı kenarı teşkil eden Müslümanlar yaftalanıyor. Böyle bir durumda, bütün dünyada kullanılacak kalıp şudur: “Müslümanlar böyle!”

Aynı taşkınlık bir Avrupa ülkesinde baş gösterecek olursa “Dünyanın hâli” gibi daha genel bir eleştiri işitiyoruz.

Şimdi tam bu konuya bir serzenişte bulunacakken, daha kendi içimizde peyda ettiğimiz bu saçma üçgen modelleri aklıma düşüyor ve önce oradan başlamak lâzım gibi geliyor.

Önce insanın, kendini üçgenin en uzun tarafı olarak görmekten vazgeçmesi gerekiyor. Sonra da karşı ve komşu olarak farklı ayrıklıklar peşinde koşmak arzusuna da gem vurması lâzım geliyor.

Allah’ın istediği insan, Kur’ân ve Peygamber ile şekillenir. Bu gayet açık ve net. Fakat insan kendini bu kıymette görüp de diğerlerini farklı adlandırmalara maruz bırakacak yetkide değildir. Bunun kararı insanın kendisine bırakılmamıştır. İbâdetlerde de, giyim kuşamda da ve diğer tüm tavır ve davranışlarda da insan doğru olmaya gayret eder fakat “Doğru benim!” diye ortalıkta gezinmez. Bir kulvarda “en” olan insan, bir diğer kulvarda fire verecektir. Her hâli ve her davranışıyla “en” sıfatına nail olan tek insan Hazreti Muhammed olduğuna göre, kendimizi her şeyde en iyisi zannedip de bir başkasını etiketlemek sevdasına düşmemek gerek.

Hiçbirimiz hiçbir şeyde üstün ya da mükemmel değiliz. Evet, bir takvada üstünlük mevzusu var ki onu da kendi aklımıza danışmak yerine Yaradan’ın takdirine bırakmak gerek.

Şöyle giyinen kadınlar, böyle giyinen kadınları eleştiriyor. Öyle davranan erkekler, böyle davranan erkekleri yeriyor. Sonra öyle ve böyle bir şekilde erkekler bir oluyor, kadınları yerden yere vuruyor… Daha az önce öyle böyle diye ayrışan kadınlar da birlik olup erkekleri yaftalıyorlar. Daha da ileride öyle ve böyle bütün erkek ve kadınlar bir olup karşı komşuyu yani düşmanı hedefe alıyorlar. O hâlde sürekli birbirimizin açığını bulmak yerine, bir olup düşmana karşı güçlü durmak daha akıllıca gibi görünüyor.