
GEÇTİĞİMİZ hafta, dünyada
olup bitenleri bir tarafa bıraktık. Ülkenin dâhilî gündemi(!); muhteris, kıymeti
kendinden menkul bir siyâset cambazının batırılmış egosunun dışavurumu ve bunun
toplum nazarındaki karşılığının istatistiğini bize satmaya çalışan allâmelerin yaptıkları
televizyon yorumları ile Spor-Toto tahmini yapan anket şirketlerinin analizleri
(!) ile meşgul olmakla geçti.
O
bahsi diğer, evvelâ gayr-i millî mahfillere selâm yolladı; çünkü kendini
birilerine beğendirtmeye çalışıyor, tribünlerin kalabalıklarına (belli ki epey seyircisi
de var) doğru, değme amigolara taş çıkarırcasına, yıllarca beraber yol arkadaşlığı
yaptığı dostlarının gönül hânelerine nefsî arzularının, tekebbürünün nişânesi
olan özgül ağırlıklı işâretini bırakıyor idi.
Milletçe
dâhilî ve hâricî çok problemle hemdert olduğumuz bir demde, bu sefer ana
muhalefet partisinin tosuncuklarından, kin kusma sırasının kendisine geldiğini
bekleyen sergerde bir vekil-i esed sahne aldı. Her zaman yaptıkları gibi,
olanları tersyüz ederek hilâf-i hakikat beyanlarla, üstelik de Mehmetçiğe dil
uzattı.
Malûm-u
âliniz, konu, “Tank Palet Fabrikası ve Borsa İstanbul bir kısım hissesinin Katar
Yatırım Fonu’na satışı” ile alâkalı idi. Devlet Başkanımızın izahatına rağmen,
ana muhalefetin genel başkanı ve sözcüleri, meseleyi her zaman yaptıkları gibi çarpıtıp
Okyanus ötesine ve bağlısı oldukları Batı mahfillerine temennada bulundular.
Aslında
bizim niyetimiz, bu haftaki yazımızı “dijital faşizme” ayırmaktı. O meşhur
tosuncuk ekranlarda arz-ı endâm edince, bir paragrafta ana muhalefetin hâl-i
pürmelâlini anlatıp asıl konumuza geçmek istiyorum…
Cumhuriyet’in
tosuncukları ve hâddi aşmak
Kurulduğundan,
itibaren ellili yılları istisnâî sayarsak, ana muhalefetin hak ve hakikat adına
bir şey ürettiği vâki değil. Bunu demekle hak yemiş olmayız. Çünkü bu milletin
gönül dünyasındaki imana, İslâm Medeniyeti tasavvuruna olan muhalefetleri, “Dîn
ü Devlet, Mülk-ü Millet” uğrundaki faaliyetlere karşı olmak, onların alâmet-i
fârikasıdır. Yine de on yıl öncesine kadar PKK, FETÖ ve ülkenin dış
politikadaki millî meselelerinde bugünkü gibi savrulmayarak çoğu kez millî tesânüdün
yanında yer almışlardır. Ne zamanki bir kaset operasyonu ile Genel Başkanlık
mâkâmı el değiştirdi, Okyanus ötesinin, Pensilvanya’nın emrinden çıkmaz oldular
âdeta.
Özellikle
hakikati tersyüz etmek, bugünkü moda deyimle “algı oluşturmakta” üstlerine yok.
Bunlar FETÖ’den aldıkları talimatı harfiyen uygularlar.
Onların
durumları tıpkı şu misâlde olduğu gibidir: Komşusunun namazla arasının hoş olmadığını
bilen kişi, komşuluk hukukuna dayanarak, “Neden namaza gelmezsin, neden seni
camide görmeyiz?” meâlinde kelâm eder. Diğeri, “Komşu, Kelâm-ı Kadim’de, ‘Namaza
yaklaşmayınız’ emri var, onun için gelmiyorum” diye cevap verir. Çünkü kendisine
yarayan (!) kısmı almıştır.
(“Ey iman edenler! Sarhoş iken, ne söylediğinizi
bilinceye kadar, bir de -yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya
kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız veyahut
biriniz abdest bozmaktan gelince ya da eşlerinizle cinsel ilişkide bulunup su
da bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa yönelip, (niyet ederek onunla)
yüzlerinizi ve ellerinizi mesh edin. Şüphesiz Allah, çok affedicidir, çok
bağışlayıcıdır.” Nîsâ, 43)
Algıda sınır tanımazlık
Günümüzde algı oluşturmanın şampiyonu, FETÖ’den icâzetli
ana muhalefetin sözcüleri, her olanı kendi ölçülerine göre yazıp söylüyor ve
Allah’ın lânetlediği “yalan” söylemeyi âdeta hayatlarına düstur ediniyorlar.
Bugün kim Türkiye’ye hasım ise, ana muhalefet ve hempaları
o ülkelere, kuruluşlara dost. Dînimiz, dünümüz hakkında başka mahfillerde
hazırlanan senaryoların Türkiye temsilciliğini üstlenmişler. Bu hususlardaki
algı operasyonları ise başka bir yazı konusu. Bu bahse son vermeden önce, bir
bardak suda kopartılan fırtınaların sebebi Tank Palet Fabrikası ile Borsa
İstanbul’a ait bir kısım hisse senedinin Katar’a satışının karın ağrısı yapılmasının
saiklerine bakalım…
Ana muhalefet ve yamağı birkaç parti ile STK görünümlü kuruluşun
başta İslâm’a olan kinleri ile Katar’a olan bakışları arasındaki bağlantıyı
bilmek, çok bilinmeyenli denklem çözme işi değildir. İkinci ve belki de onların
canını yakan sebeplerden en görünür olanları; terörizme karşı milletimizin
irfânî düşünüp devlet aklıyla sâlim bir tavır alması, Cumhur İttifakı’nın kararlı
duruşu ve bu minvâlde geliştirilen millî silâh sanayimizin yükselişidir.
Tosuncukların karın ağrısı, İHA, SİHA ve diğer mühimmatlara
ilk tepki, ana muhalefetin HDP’den doğma CHP’den olma evlâdı, Tanrıverdi bir
CIA patentli sözcüden gelmiş idi. En son Mersinli vekil-i esedin işlediği haltı
başka nasıl izah edebiliriz?
Sanki ana muhalefetin sözcüsü durumundaki tosuncuklar, bu
milletin aleyhine lâf etmek için haftalık nöbet çizelgesi hazırlamışlar. Bu
konu hakkında şimdilik bu kadar kelâmın yeterli olduğu kanaatindeyim.
Dijital faşizme bakış
Yazımızın başında, “dijital faşizmden” bahsedeceğimizi arz etmiştik…
Sosyal
Medya ve Dijital Güvenlik Eğitim Araştırma Derneği’nin (SODİMER) bir
çalışmasına göre kişiler, internet
ortamında toplanarak bireyler üzerinde kontrol sağlamakta ve böylece dijital
çağda veri gözetleme ve kontrol etme imkânı küresel bir boyuta ulaşmaktadır.
Dijital faşizmin belirli bir merkezi yoktur.
Kullanıcılar ortak sanal plâtformlarda bir araya gelmektedirler. Burada propaganda
ve sansür uygulamalarına sıklıkla yer verilir. Özellikle etnik, dinî ve siyâsî
konular işlenir. Dijital plâtformlarda kitlelerin çoğunluk gücünü kullanarak
gerçekler çarpıtılmakta veya var olan korkuların tetiklenmesine yönelik algı
yönetimi çalışmaları gerçekleştirilmektedir. Bu hususla alâkalı Devlet Başkanımızın
görüşünü buraya aktarmak isterim.
Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan, Aile, Çalışma ve
Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile KADEM’in iş birliğinde yapılan “Dijital
çağda insan kalmak” konulu Uluslararası Kadın ve Adâlet Zirvesi’ne hitap etti ve yaptığı
konuşmada, bunca karmaşık ve çetin iç-dış siyâsî meselenin dışına çıkarak
ilginç bir insanlık sorununa değindi ve “varılacak noktanın dijital faşizm olacağını”
ifade etti.
Sayın
Erdoğan’ın dile getirdiği konuların ne kadar hayatî olduğunun anlaşılması için,
özet olarak da olsa hatırlamakta fayda var:
“Gencinden yaşlısına, kadınından erkeğine,
her kesimden insanın telefonuyla, tabletiyle, bilgisayarıyla, internetiyle her
an karşı karşıya bulunduğu dijital dünyanın dışında kalmak giderek daha da
zorlaşıyor.
Eşref-i mahlûkat olan insanı merkeze almayan, ona hizmet etme
gâyesi taşımayan hiçbir gelişmenin kıymetli ve kalıcı olması mümkün
değildir. Maddî ve mânevî tüm
ihtiyaçlarıyla insana hizmet için çalışmayan her mekanizma, sonuçta zulüm
üretir.
Dijitalleşmenin en büyük zaafı, veri kontrolünün
tekelleşiyor olmasıdır. Az sayıda şirketin tüm dünyanın dijital verilerini kontrol ettiği bu
çarpık durum, gelecekte yaşanacak çok büyük sıkıntıların habercisidir. Artık
dünyada savaşların bile dijital tabanlı hâle dönüştüğü bir dönemde, böylesine
bir güç temerküzünün yol
açacağı sorunları tahmin etmek zor değildir.
İnsanın
geleneksel hayat tarzında, çeyrek
asır gibi kısa bir sürede yaşanan bu radikal değişimin sonu, doğru
bir altyapıyla desteklenmez ve âdil bir anlayışla yönetilmezse, modern köleliğe varır. Etnik ve dinî faşizmin acılarını asırlarca
çeken, sömürgecilik ve doymak bilmeyen kazanç hırsının ağır bedellerini ödeyen
insanlığı bu tehditten korumak hepimizin görevidir.
Bireyi
bir isim veya numaradan ibâret gören dijitalleşmenin sonu faşizme çıkar. Dijital faşizme karşı hep birlikte
mücadele etmeli, hep birlikte çözüm yolları aramalıyız.
Elbette
bunu söylerken dijitalleşmeyi reddetmeyi kastetmiyorum. Teknolojiyi
geliştirenin de, üretenin de, kullanıcı
olan insana karşı sorumluluğunu sadece kazanç parantezine hapsetmenin önüne geçilmelidir. Aksi takdirde,
dünya yeni çekişme, kavga ve hattâ savaş tehditleri ile karşı karşıya
kalacaktır. Sadece geçtiğimiz asırda yüzlerce milyon insanın hayatına mâl olan
savaşların yol açtığı ağır yıkımları ve acıları unutmamalıyız.
Dijitalleşme
yoluyla yeni adâletsizliklerin, yeni haksızlıkların, yeni ötekileştirmelerin
ortaya çıkmamasını temenni ediyoruz.”
“1984”:
Tehlikeye dikkat!
Evet, modernitenin sadece bizim toplumumuza
değil, bütün insanlığa hediye ettiği yeniliklerin başında gelen ve her şeyi tuzruhu (sülfürik asit) gibi eriten bir şey olan
“dijital yenilikler”
konusunda Devlet Başkanı Recep Tayyip Erdoğan böyle diyordu.
Gençlik
yıllarımızda okuduğumuz bir kitap vardı; doğrusu okurken epey zorlanmıştık
lâkin bugün hakkında kelâm edeceğimiz aklımıza gelmemişti…
Gelinen
nokta, George Orwell’in
1940’ları hayâl ederek 1940’larda yazdığı ve adına önce “1948” dediği; ancak o
zamanın çok erken olacağını düşünerek isim ve kurgusunu “1984” diye değiştirdiği romanında, modernitenin gelişimi ve sonunda “beynimizin birkaç santimetresi” hâriç, insanın her şeyini
kontrol edecek bir noktaya varacağını tahayyül ettiği
eşiktir.
Orwell, “Büyük Birader” dediği devletin her insan için bir numara vereceğini
ve kişinin hayatının bütün bilgilerinin, o numaralı bilgi deposunda
biriktirileceğini ve tabiatıyla bu bilgileri elinde tutan devletin,
vatandaşlarını da bir esir ve
kukla hâline getireceğini daha o zamandan tahayyül
edebilmiştir.
Başkan
Erdoğan, “Bireyi bir isimden ibâret gören
dijitalleşmenin sonu faşizme çıkar” derken, Orwell’in tahayyül edip eleştirdiği bu duruma da gönderme
yapıyordu galiba...
Allah’ın
verdiği nimetin mahsulü olan her türlü icadın ve bunların insanoğluna sunduğu
beşerî haz ve mânevî meyvelerin Yaratanını kulak ardı eden her türlü bilim ve böylece
elde edilen her türlü ürün, kalitesi ve pahası ne olursa olsun, bâtıla hizmet
eder. Hakk’a varmayan her yol, rızâ-i İlâhî’ye ters düşen her iş, bâtıldır!
Vesselâm…