Hikâyede çığır açan bir dev: Anton Pavloviç Çehov

Anton, ömrünün sonuna kadar sürecek bir sorumluluğu üstlendi ve ailenin temel direği oldu. Başarılı olmayı ve çok para kazanmayı kafasına koymuştu. Buna kendisini o kadar inandırdı ki kuzenine yazdığı bir mektupta şunları söylemişti: “Servet sahibi olacağım! İki kere iki nasıl dört ederse, o kadar eminim bundan!”

29 OCAK 1860’ta, Taganrog’da doğdu usta yazar Çehov. Taganrog, Rusya’nın güneyindeki Azov Denizi kıyılarında bir taşra kentiydi. Çehov, soylu bir ailenin çocuğu değildi. Dedesi, bağımsızlığını 1841 yılında satın almıştı. Babası Pavel Çehov ise bakkallık yaparak geçimini sağlayan küçük bir esnaftı. Altı çocuğu olmuştu Pavel Çehov’un: Aleksandr, Nikolay, Anton, İvan, Mikhail ve Maria. Beş erkek çocuktan sonra altıncısı kız olmuştu. Anton Çehov, ailenin üçüncü çocuğuydu.

Baba Pavel, ticaretten çok dine ve sanata önem veren, sert ve otoriter bir adamdı. Çocuklarını kilise korosuna gönderiyordu ilahi söylemeleri için. Çocuklar bu işe pek istekli olmasalar da baba korkusuyla gidiyorlardı. Çocukların annesi ise duygusal, anlayışlı ve fedakâr bir kadındı.

Anton Çehov bir süre Yunanlı çocukların devam ettiği bir okulda okudu. Daha sonra on yıl lisede Yunan ve Lâtin klasik eserlerini temel alan bir eğitim gördü. Babasının işleri iyi gitmediği için, okuldan arta kalan zamanlarında bakkalda babasına yardım ediyordu.

Çehov, yıllar sonra yayıncı arkadaşı Suvorin’e, çocukluk yılları ile ilgili olarak şunları yazmıştır:

“Soylu, yazarın doğal olarak sahip olduklarına, daha alt sınıflara mensup bir entelektüel ancak bedelini gençliğiyle ödeyerek sahip olabiliyor. Bir köylünün oğlu olarak doğan, bakkalda çıraklık eden, kilise korosunda şarkı söyleyen, okula, sonra da üniversiteye giden bir delikanlının nasıl mevkie, rütbeye boyun eğmek, papazların ellerini öpmek, başkalarının düşüncelerine tapınmak, yediği her lokma ekmeğe şükran duymak için büyütüldüğünü, sık sık dayak yediğini, yalınayak ders vermeye gittiğini, kavgaya tutuştuğunu, hayvanlara eziyet ettiğini, zengin akrabalarının evinde yemek yemeyi sevdiğini, hem Tanrı’nın, hem de kullarının önünde, sırf kendisinin değersiz olduğunu düşündüğü için boşu boşuna ikiyüzlü davrandığını anlatan bir hikâye yaz!

Bu delikanlının içindeki o köylüyü nasıl söküp attığını, güneşli bir sabah, damarlarında artık bir kölenin değil gerçek bir erkeğin kanının dolaştığını hissederek uyandığını anlatan bir hikâye yaz.”

1876’da babasının işleri iyice kötüleşince ve borçlar çoğalınca, bakkal dükkânını kapattılar. Ailesi Moskova’ya taşınma kararı aldı. Moskova büyük şehirdi. Yeni çevre, yeni umutlar demekti. Anton ve kardeşi İvan, lise öğrenimlerine devam etmek için aileyle beraber Moskova’ya gitmeyip Taganrog’da kaldı. Anton on altı yaşındaydı. Üç yıl boyunca karşılaştığı zorluklara göğüs gererek hem okudu, hem de değişik işlerde çalıştı. Okuluna fazla zaman ayıramadığı için lise yılları biraz uzadı.

1877 yılının paskalya tatilinde Moskova’ya giderek ailesiyle görüştü. 1879’da Taganrog Lisesi’ni bitirerek Moskova’daki ailesinin yanına gitti. Ailenin durumu yine iyi değildi, sefalet içinde bir yaşantıları vardı. Evleri, yoksulların yaşadığı Graçyovka semtindeki bir binanın bodrum katıydı. Anton, ömrünün sonuna kadar sürecek bir sorumluluğu üstlendi ve ailenin temel direği oldu. Başarılı olmayı ve çok para kazanmayı kafasına koymuştu. Buna kendisini o kadar inandırdı ki kuzenine yazdığı bir mektupta şunları söylemişti: “Servet sahibi olacağım! İki kere iki nasıl dört ederse, o kadar eminim bundan!”     

Moskova Tıp Fakültesi’ne kendini kabul ettirmeyi başardı ve okula kaydını yaptırdı. Tıp öğrenimi yıllarında ailenin geçimine katkıda bulunmak için gazete ve dergilere yazı ve hikâyeler yazıyor, bunların çoğunda takma isimler kullanıyordu. Erkek kardeşi Mikhail’e göre, ağabeyi Anton, Moskova’ya gelince bulabildiği bütün dergileri satın almış, hepsini güzelce incelemiş, hangi dergilere ne tür yazılar yazabileceğini tespit etmişti. Büyük bir azimle, bıkıp usanmadan yazmış ve bunları popüler dergilere göndermiştir.

Yazı ve hikâyelerin yayımlanmasından para kazanmaya başlayınca daha iyi bir semte ve güzel bir eve taşındılar. Ancak ailesi, kardeşleri, komşuları ve sürekli ziyarete gelen akrabalarıyla bir arada yaşamak zorunda kalan Çehov, bu durumdan şikâyetini, 1883 yılının Ağustos ayında yayıncı arkadaşı Nilolas Leykin’e yazdığı mektupta şöyle dile getirmiştir: “Önümde edebiyat dışı çalışmalarım, vicdanımı dövüyor acımasızca. Yan odada ziyarete gelmiş bir akrabanın ufaklığı ağlıyor, öteki odada babam, anneme yüksek sesle kitap okuyor. Birisi fonografı kurmuş, La Belle Helene çalıyor. Kent dışına, kırlara kaçıp gitmek istiyorum ama saat sabahın biri. Bir edebiyat adamı için daha rezil koşullar düşünebiliyor musunuz?” 

1884’te tıp eğitimini tamamlayarak doktor oldu. Önce Vozkresensk, sonra da Moskova yakınlarındaki Zvenigtorod Hastanelerinde görev aldı. Doktorluk yaparken bir yandan da hikâyeler ve tiyatro eserleri yazıyordu.

1889’da ağabeyi Nikolay vefat etti. Aynı yıl Yalya ve Odesa’ya seyahat etti. 1890 yılının 21 Nisan günü Sibirya yolculuğuna çıktı. Aynı yılın Temmuz ayında Sakhaline adasına gitti. 1891’de yurtdışı seyahatine çıkarak Viyana, Venedik, Floransa, Roma, Napoli ve Paris’e gitti. Rusya’ya dönünce kıtlıkla mücadele edilen bölgelerde doktorluk yaptı.

1892’de Serpukhov yakınlarında satın aldığı eve taşındı ve âdeta bir malikâne olan bu güzel eve “Melikhova” adını verdi. Aynı yıl, kolera salgını olan bölgelerde doktor olarak görev yaptı. 1893’te kendisini ziyarete gelen dostlarını yeni aldığı evinde ağırladı.

1894 yılının bir kısmını yurtdışında geçirdi; Venedik, Milano, Cenova, Paris ve Berlin’e gitti. Bu arada bir akciğer kanaması geçirince verem hastalığına yakalandığı anlaşıldı. İkliminin uygunluğu nedeniyle tedavi için Kırım bölgesindeki Yalta şehrine gitti. Yalta’daki evinde dinlenirken, devrin büyük yazar ve sanatçıları kendisini ziyaret ettiler.

1895 yılında “Martı” adlı ünlü oyununun ilk versiyonunu yazdı. Yasnaya Poliana’ya gitti ve orada Tolstoy ile tanıştı. 1896’da Martı’nın St. Petersburg’daki ilk gösterimi başarısızlıkla sonuçlandı. 1897’nin 21 Mart’ında hastalığı ağırlaşınca, bir kliniğe yatarak tedavi gördü. Tolstoy ziyaretine geldi. Aynı yılın Eylül ayında yeniden yurtdışı seyahatine çıktı, Paris ve Nice’ye gitti.

1898’de, ileride evleneceği aktris Olga Knipper ile tanıştı. Bu arada babası Pavel Çehov vefat etti. Aynı yıl Martı oyunu büyük bir başarıyla sahnelendi.

1899’da Gorki, Kuprin ve Bunin’le tanıştı. “Vanya Dayı” adlı eserinin ilk gösterimi yapıldı. “Toplu Eserleri”nin ilk cildi de yayımlanınca ünü Rusya’nın her tarafına yayılmaya başladı. Akademi üyeliğine seçildi. Kafkasya yolculuğuna çıktı. Ardından Nice’ye giderek “Üç Kız Kardeş” adlı eseri üzerinde çalışmaya başladı.

1901’de Üç Kız Kardeş sahnelendi. Kafkasya seyahatinden sonra Yalta’ya döndü ve Moskova Devlet Tiyatrosu sanatçısı Olga Knipper ile evlendi. 1902’de Akademi üyeliğinden istifa etti. Eşi Olga Knipper hastalandı.

1903’te “Vişne Bahçesi” adlı eserini yazmaya başladı. 17 Ocak 1904’te Vişne Bahçesi, Moskova’da sahnelendi. Çehov da kendi eserini izledi. Mayıs ayında sağlığı iyice bozuldu Çehov’un. Tedavi amacıyla Almanya’daki sağlık merkezlerinden biri olan Badenweiler’e gitti. Eşi de yanındaydı.

2 Temmuz 1904’te yattığı hastanede veremden vefat etti. 9 Temmuz’da, Moskova’da gömüldü. Genç sayılabilecek bir yaşta, kırk dört yaşında iken dünyaya veda eden Anton Çehov’un cenaze törenine katılanlar arasında annesi de vardı ve oğlunun mezarı başında şunları söylemişti: “Bakın, neler geldi başımıza! Antoşa yok artık!”