Hıdırellez kültü çerçevesinde Hazreti Hızır ile Hazreti İlyas

Bu kadim inanç, İslâmiyet’le birlikte Hazreti Hızır, Hazreti Musa, Hazreti Yuşa ve Hazreti İlyas’ın Kur’ân’daki Kehf Sûresi’nde anlatılan kıssayı kendisine dayanak kabul ederek yeni bir forma bürünmüştür. Halkımızın bu güne dinî bir hüviyet yüklemesi, onun iyi niyetinin sonucudur. Bu günü Hızır, İlyas, Musa ve Yûşa Peygamberlerin bir araya geldiği gün olarak kutluyorsak, o zaman yapılacak etkinliklerde inancımıza ters düşecek hareketlerden ve aşırılıklardan kaçınmak en doğru yoldur diye düşünüyorum.

“HIDIRELLEZ” denince çocukluğum ve ilk gençlik günlerim gelir aklıma. Çocukluğumda dileklerimizi bir kâğıda yazıp bahçedeki elma ağacının dibine bırakırdık. Hatta bir evimiz olsun diye dilek tutmuş, taşlardan bir ev yapmıştık yine o elmanın altına.

İlk gençlik yıllarımda ise komşularımızla kırlara çıkardık. Ben o yıllarda imam-hatip lisesinde yatılı okuduğum için, sırf bu şenliklere katılabilmek adına o gece yatakhanede nöbetçi olurdum ki ertesi gün izinli sayılayım. Tatlı hatıralarımız olurdu. Ama o günlerde Hıdırellez dediğimiz bu günü neden kutladığımızı pek düşünmemiştim.

Büyüklerimiz sadece, “Bugün Hızır (aleyhisselâm) ile İlyas (aleyhisselâm) buluşurlar. Ev ev gezer, girdikleri hanelere bolluk, bereket ve mutluluk getirirler” derlerdi. O yıllarda da Kur’ân’da Kehf Sûresi ile anlatılan Hızır (as) ve Musa (as) kıssasını okumuştum. Hatta daha ilkokuldayken Ahmet Cemil Akıncı’nın “Kâbe’ye Doğru” isimli peygamberler tarihinde de bu olayı okumuş, etkilenmiştim. Şimdi düşünüyorum da, bu okumalar bende Hıdırellez kutlamalarına dinî bir anlam katmış. Oysa kandil geceleri gibi bir ibadet gecesi değildi Hıdırellez geceleri. Sadece dipten doruğa bir temizlik yapılır ve dileklerin kabulü için iki rekât namaz kılınırdı, o kadar.

Aradan yıllar geçti ve ben bu süreçte Hıdırellez hakkında hiç kafa yormadım. Tâ ki Editörümüz Nesrin Çaylı Hanımefendi’nin Kültür Ajanda için bu yazıyı istemesine kadar… Aslında benim için bir eksiklikti bu durum. Sonuçta bu araştırma yazısı ortaya çıktı. Umarım okurlarımız için de istifade edilecek bir yazı olur…

 

 

Hıdrellez’le ilgili bütün merasimleri, âdet ve gelenekleri dört grupta toplamak mümkündür: (1) Şifa ve sağlık talebine yönelik olanlar; (2) uğura, bereket ve bolluk talebine yönelik olanlar; (3) mal mülk, mevki ve servet talebine yönelik olanlar; (4) kısmet ve talih açmaya yönelik olanlar.

 

Hıdırellez nedir?

Hıdrellez tüm Türk dünyasında kutlanan bahar bayramlarından biri. Eskiden “Ruz-i Hızır” denilen bu güne “Hızır-İlyas Günü” de denir. Hıdrellez ismi Hızır ve İlyas kelimelerinin halk arasında değişime uğramış telaffuzundan oluşmuştur.[i] Mayıs ayının altıncı günü, “Hıdırellez Günü” olarak isimlendirilir. Baharın yaza doğru hazırlık yaptığı bugünün kutlamaları ülkemizin hemen hemen her bölgesinde yaygındır.

Hıdırellez’in kelime kökenine girmeden önce kültürümüzdeki yerine bakmak daha doğru olacaktır. İnsanoğlunun dünya hayatı ile tanışmasıyla birlikte tabiat olayları mercek altına alınmış, tekrarlanan olaylar, mevsimler, yağmur, kar, dolu gibi hâdiselerin oluşumu bir takvime bağlanmış. Günler haftaları, haftalar ayları, aylar mevsimleri ve yılları oluştururken, aralarındaki ince çizgiler hesap edilmiş. İşte tam da burada bizim kültürümüzde, yılın mevsimlere yani “Hıdırellez” ve “Kasım” diye ikiye bölündüğüne şahitlik ediyoruz. Bu yaklaşıma göre 6 Mayıs’tan 8 Kasım’a kadar süren 186 gün “Hıdır günleri” adıyla yaz mevsimini, bu tarihten tekrar 6 Mayıs’a kadar devam eden 179 gün de “Kasım günleri” adıyla kış mevsimini oluşturur.[ii]

Anadolu’da kadim bir halk inancı olan Hızır-İlyas kültü ile buna bağlı olarak yayılan bahar bayramı Hıdrellez’in İslâmiyet öncesi uzantıları bulunmaktadır.[iii] Bu günler ve bu günler için kutlanan bayram, daha sonra Anadolu’da biri karada, diğeri denizde darda kalanlara yardım ettiklerine inanılan Hızır ve İlyas Peygamberlerin yılda bir defa bir araya geldikleri gün olarak kabul edilmiştir.[iv] Hıdırellez kutlamaları tüm Anadolu’da yaygın olarak kutlanmakla birlikte, bu kutlamaların yapıldığı yerlere “Hıdırlık” adı verilmiştir. Birçok ilimizde Hıdırlık denilen yerler mevcuttur.

Hıdrellez, Anadolu’da Hıristiyan etkilerle daha da zenginleşmiştir. Türk halk inançlarında Hızır neyse Hıristiyan toplumunda Saint Nicholas (Aya Yorgi) ve Saint Georges (Noel Baba) da odur.[v]

Hıdrellez’le ilgili bütün merasimleri, âdet ve gelenekleri dört grupta toplamak mümkündür: (1) Şifa ve sağlık talebine yönelik olanlar; (2) uğura, bereket ve bolluk talebine yönelik olanlar; (3) mal mülk, mevki ve servet talebine yönelik olanlar; (4) kısmet ve talih açmaya yönelik olanlar.[vi]

Anadolu’da Hıdırellez günü, Hızır’ın (as) evleri ziyaret edeceğine inanıldığı için bazı hazırlıklar yapılır. O gece evlerin içi, evin avlusu ve varsa bahçesi temizlenir. Kilitli yerler açık bırakılır. Hıdırellez gecesi gülfidanlarına, bağ (üzüm) dallarına dilek tutulur. Bunlar bir işin olması, evlenme, şifa bulma, kavuşma, okul kazanma, sınavı geçme, çocuğun olması gibi dileklerdir. Ev, araba isteyenler resmini çizerler veya bir dilek kâğıdı hazırlayarak olmasını istediklerini yazıp gülfidanının dibine bırakırlar. Gülfidanının dibine madenî paralar da bırakılır. Bu paralar bütün bir sene harcanmaz, bereketi arttıracağına inanılır.

Hıdırellez gecesi göğün açılacağına inanılır. Yaşlı kadınlar göğün açılışını görmek için uyumazlar. Genç kızlar da yatmadan niyet tutar, başörtülerinin üzerine gül yaprağı serperler. Hıdırellez sabahı yağmur yağarsa, o yıl bolluk ve bereket olur. Eğer yağmur çok yağarsa, bütün hayvanlar dışarıya çıkarılarak sütlerinin bol, yünlerinin çok olması için yağmurda ıslanmaları sağlanır. Hıdırellez günü beyaz kelebek görülürse şans ve kısmetin açılacağına inanılır. Hava iyi olursa toplu olarak kıra, pikniğe çıkılır. Bazı bölgelerde Hıdırellez kutlamaları için pişirilecek yiyecekler hep evde olan harçlardan yapılır. Parayla çarşıdan alınmış malzeme ile yemek yapılırsa uğursuzluk getireceğine inanılır.[vii]

Anadolu’da bu güne özgü buna benzer birçok inanç ve uygulama mevcuttur. Bu açıklamalardan sonra Hızır ve İlyas Peygamberler hakkında İslâmî kaynaklarda geçen bilgileri özetleyelim.

 

Dinî meselelerde müracaat edilecek ilk kaynak, Kur’ân-ı Kerim’dir. Kur’ân’da “Hızır” adı geçmemekle beraber, Kehf Sûresi’nin 60 ilâ 82’nci ayetlerinde anlatılan Hazreti Musa kıssasında “kullarımızdan bir kul” şeklinde geçmektedir (65’inci ayet).

 

Hızır (aleyhisselâm)

Türk İslâm tasavvufunda Hızır, en yüksek makamın adı olmuştur.[viii] Türk halk inanışı Hızır’ı peygamber olarak kabul etmekle birlikte (Hızır Nebî, Hıdır -as-), gösterdiği özellikler bir peygamber imgesinden farklı olarak aramızda sürekli olarak yaşayan bir veli profili çizmektedir.[ix] Hıdır (as), halk edebiyatında ve tasavvuf muhitinde “ölümsüzlük şerbeti” (âb-ı hayat) içerek ölümsüzlüğe kavuşmuş olduğu düşünülen, her zaman ve mekânda, umulmadık anlarda, farklı kişiliklerde ortaya çıkarak insanlara yardım eden, bolluk ve bereket getirdiğine inanılan mitolojik bir şahsiyettir.[x]

Hızır isminin mahiyeti şöyledir: Arapça kaynaklarda hadır (hadr, hıdr) şeklinde yer alan ve Arapça menşeli olduğu kabul edilen kelime, Türkçede Hızır ve Hıdır biçiminde kullanılmaktadır.[xi] “El-Hadır” kelimesi Arapçadaki “el-ahdar” (yeşil, yeşil dal veya yeşilliği çok olan yer) mânâsına gelmektedir.[xii] Hızır kelimesinin Farsçada “sebz” ve Türkçede “yeşil” denilen renk ile ter ü tazelik ve taze ekin, taze sebze, çayır ve çemen ile anlam bağlantısı vardır.[xiii]

“El-hadr” kelimesi, bütün kaynaklarda bir isim değil, lakab olarak değerlendirilmiştir. Bu kelimenin Türklerde Hızır veya nadiren Hıdır, İranlılarda Khezr şeklinde kullanıldığı bilinmektedir.[xiv]

Hızır (as) ile ilgili yapılan tanımlamalarda hep yeşil kelimesi ön plâna çıkarılmaktadır. Hâlbuki o kulu tanımlarken “hızır” kelimesinin “huzur ve hazır” anlamlarını da gözardı etmemek gerekir. Türkçede kullandığımız hazır ve huzur kelimeleri ile o âlim kul için kullanılan “hızır” kelimesi de aynı kökten yani  kökünden türetilmiştir. Dolayısıyla bu kelimeler arasında ses benzerliği olduğu gibi anlam benzerliği de olmalıdır.[xv] Hızır kelimesi ile huzur ve hazır kelimeleri arasındaki anlam bağlantısından yola çıkarak, onun mânen Allah’ın (cc) huzurunda olduğu ve Allah’ın (cc) izniyle istediği yerde hazır bulunduğu ihtimali üzerinde de durmak gerekir. Çünkü sûfî tabakat kitaplarındaki menkıbelerde anlatıldığına göre Hızır (as) birçok farklı mekânda ve zamanda hazır bulunabilmektedir. O hep aynı zamanda ve aynı mekânda görünmemektedir. Ayrıca Dergâh-ı İlâhî’de devamlı huzurda imiş gibi Allah’tan (cc) çok serî bir şekilde emir alıp hemen uygulayabilmektedir.[xvi]

Hızır’ın (as) asıl kimliğine bakarsak, bazı İslâmî kaynaklarda Hızır’ın asıl adı ve soyu hakkında bilgi verildiği görülmektedir. Sıhhatleri tartışmalı olan rivayetlere göre Hızır, Hazreti Âdem’in çocuklarından Kabil’in oğlu Hazrûn veya Hazreti Nûh’un oğlu Sâm’ın torunlarından Belyâ Bin Melkân yahut Hazreti İshak’ın torunlarından Hazrûn Bin Amâyîl’dir. Bunun yanında onun Hazreti Hârûn’un soyundan geldiği, isminin Hadır Bin Âmiya veya Hadır Bin Fir’avn olduğu yahut Kur’ân’da adı geçen İlyas veya Elyesa’nın Hızır’ın kendisi olduğu öne sürülür.[xvii]

İbn Kesîr, El-Bidaye’sinde (el-Bidâye, I, 299), İslâmî kaynaklarda Hızır’ın gerçek adı olarak gösterilen Belyâ Bin Melkân’ın aslında Kitâb-ı Mukaddes’teki İlya’dan bozma olduğunu belirtmiştir. Ancak başta Kur’ân-ı Kerîm olmak üzere hadis, tefsir ve tarih kitaplarında yer alan Hızır ve İlyas tasvirlerine göre İlya ile İlyas aynı, Hızır ile İlyas farklı kişilerdir.[xviii]

Peki, Hızır lakabı neden verildi? Hadis kaynaklarında Hızır’a niçin böyle bir lakabın verildiğini açıklayan ibareler vardır. Buharî’de Ebu Hureyre’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamberimiz, “Ona Hızır adı verilmiştir. Çünkü kuru otlar üzerinde oturduğunda kuru otlar yeşerip dalgalanırdı” buyurmuştur.[xix] Makdisî’de rivayet edilen bir hadis-i şerifte de Cennet pınarından içtiği için bastığı her yerin yeşile bürünmesi sebebiyle Hızır’a (as) bu ismin verildiği kaydedilmektedir.[xx]

Hazreti Hızır ve Hazreti Musa

Dinî meselelerde müracaat edilecek ilk kaynak, Kur’ân-ı Kerim’dir. Kur’ân’da “Hızır” adı geçmemekle beraber, Kehf Sûresi’nin 60 ilâ 82’nci ayetlerinde anlatılan Hazreti Musa kıssasında “kullarımızdan bir kul” şeklinde geçmektedir (65’inci ayet). Müfessirler Hazreti Musa ile buluşan ve sadece Allah tarafından kendisine ledün ilmi verilen kulun Hızır (as) olduğunu, Kehf 65’te geçen “Ona nezdimizden bir ilim öğretmiştik” mealindeki cümleyle Hızır’a öğretilmiş olan ilmin özel bir ilim olduğunu kabul ederler. [xxi]

Tefsirciler, kıssadaki ayetlerden hareketle bu ilmin “gayb ve sır ilmi” olduğunu söylemişlerdir. Allah Teâlâ tarafından olağanüstü yollarla öğretildiği için İslâmî kaynaklarda bu ilme söz konusu ayetin lafzından hareketle “ledünnî ilim” denilmiştir. Bu mânâda peygamberlere vahyedilen ilimlerin tamamı ledünnî ilim olmakla birlikte, ayetteki anlatım tarzı ve hadislerdeki açıklamalar, Hızır’a öğretilmiş olan ilmin peygamberlere verilenden farklı ve bu anlamda özel bir ilim olduğunu gösterir.[xxii] Nitekim yukarıda özet olarak zikredilen hadiste Hızır (aleyhisselâm), “Ey Musa! Ben Allah’ın ilminden bir ilme sahibim ki sen onu bilmezsin, onu bana Allah öğretti” diyerek buna işaret etmiştir.[xxiii]

Müfessirlere göre Hazreti Musa’nın ilminden maksat, onun hükümleri bilmesi ve zâhir ile fetva vermede yetkin (yani fakih) olmasıdır. Hazreti Hızır’ın ilmi ise eşyanın bâtınını (iç yüzü) bilmektir; dolayısıyla buna “bâtın ilmi” veya “hakikat ilmi” de denmiştir.[xxiv] Diyanet Kur’ân Yolu tefsirinde Hazreti Musa ile Hazreti Hıdır’ın kıssası şu şekilde özetlenmiştir:

“Rasûlullah’ın olayla ilgili tamamlayıcı bilgiler verdiği bir açıklama­sında bildirdiğine göre, bir gün Hz. Musa, İsrâiloğullarına hitap ederken kendisine, ‘İnsanların en bilgini kimdir?’ diye sorulur, o da ‘Allah bilir’ demesi gerekirken ‘Benim’ diye cevap verir. Bunun üzerine Yüce Allah ona, ‘İki denizin birleştiği yerde bir kulum var. O senden daha bilgindir’ diye vahyeder. Hazreti Musa, ‘Rabbim, onu nasıl bulabilirim?’ deyince, Allah, ‘Bir balık al, sepete koy; balığı nerede yitirirsen işte kulum oradadır’ diye cevap verir. Musa (aleyhisselâm) emredileni yapıp yardımcısı Yûşâ Bin Nûn ile birlikte yola koyulur. İki denizin birleştiği yerdeki bir kayanın yanına geldiklerinde, başlarını koyup uyurlar. Balık sepetten atlayıp denizde yüzmeye başlar. Uyandıktan sonra Hazreti Yûşâ balığın kaybolduğunu fark eder, fakat Musa’ya (as) haber vermeyi unutur. O gün ve bütün gece giderler. Sabah olunca Hazreti Musa, yardımcısına, ‘Yiyeceğimizi getir. Gerçekten yolculuğumuz yüzünden yorgun düştük’ der. Yûşâ bir gün önce kayanın dibinde uyuyup uyandıklarında balığın kaybolduğunu fark ettiğini, ancak durumu Musa’ya haber vermeyi unuttuğunu söyler. Hazreti Musa, ‘İşte bizim aradığımız yer orasıydı’ der ve hemen geri dönerler. Uyudukları yere gelerek Hızır ile buluşup tanışırlar.

Hazreti Musa, Hazreti Hızır’a ondan ilim öğrenmek için geldiğini söyleyince, Hazreti Hızır, ‘Sen benimle beraberliğe sabredemezsin’ der. Hazreti Musa, “İnşallah, beni sabreder bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmem’ diye cevap verir. Hazreti Hızır, ‘Eğer bana tâbi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma!’ diye uyarıda bulunur. Derken bir gemi gelir, gemiye biner binmez Hızır, geminin tahtalarından birini söküp çıkartır. Hazreti Musa ona kötü bir iş yaptığını söyler. Hazreti Hızır, ‘Sana ‘Benimle beraberliğe sabredemezsin’ demedim mi?’ der. Hazreti Musa verdiği sözü unuttuğunu söyleyerek özür diler. Sahile çıktıklarında Hızır, sahilde oyun oynayan çocuklardan birini öldürür. Hazreti Musa ona, masum bir cana kıymanın kötü bir davranış olduğunu hatırlatır. Hızır, ‘Sana, ‘Benimle beraberliğe sabredemezsin’ demedim mi?’ der. Hazreti Musa, ‘Bundan sonra sana bir şey sorarsam bir daha benimle arkadaşlık etme’ diye cevap verir ve artık mazeret gösteremeyeceğini söyler. Nihayet bir köye gelirler ve köy halkından yiyecek isterler. Fakat köy halkı onları misafir etmez. Köyde yıkılmak üzere olan bir duvar görürler, Hazreti Hızır duvarı düzeltir. Hazreti Musa, “Onlar bizi misafir etmediler. Dileseydin, bu yaptığına karşılık onlardan bir ücret alırdın’ der. Hızır, Hazreti Musa’nın son müdahalesinin artık ayrılma sebebi olduğunu, yolculukları esnasında yaptıklarının sebeplerini anlatacağını bildirir.”[xxv]

 

Hızır (as) insan mıdır, melek midir?

Hızır’ın (as) melek olduğu konusunda iddialar olsa da insan olduğu kanaati daha güçlüdür. Hızır’a (as) rahmetin itâ edilmesi sonradan gerçekleşen bir olaydır ve yaratılışıyla alâkalı değildir. O amelleri neticesinde sonradan rahmet nimetine nâil olmuştur. Böyle bir durum da ancak insan için mümkün olabilir. Çünkü melekler yaratılıştan programlı oldukları için sonradan tabiatlarında ekleme ve çıkarma olmamalıdır. Yani meleklerin kodları sonradan değişmez ama insanın değişebilir.[xxvi] Hızır’ın (as) insan olduğu kanaatini uyandıran diğer bir karîne de yemek isteme meselesidir.[xxvii]

Hızır’ın (as) peygamber mi, yoksa veli mi olduğu meselesi de ihtilaflıdır. Buna rağmen cumhur ulemaya göre o bir nebîdir. Fakat onu peygamber olarak kabul edenlerin bir kısmı, Hızır’ın (as) insanlara risâletle gönderilmediğini belirtmektedir.[xxviii]

Hızır’ın ledünnî ilme sahip olduğu şüphesiz olmakla birlikte, peygamber olup olmadığı kesin olarak bilinmemektedir. Bu kıssadaki olayları, Hazreti Musa’nın Hızır’a tâbi olmasını, ondan ilim almasını ve kıssada geçen bazı ayetleri, özellikle 82’nci ayetteki, “Ben bunu kendiliğimden yapmadım” ifadesini nazar-ı itibara alarak Hızır’ın peygamber olduğunu iddia eden âlimler çoğunluktadır.[xxix]

Muzaffer Ertuğrul, Hazreti Hızır’ın peygamberliği hususunda Kurtûbî’nin görüşlerini aktarır. Kurtubî, “Hızır, cumhurun kanaatine göre bir peygamberdir” dedikten sonra onun peygamber olma gerekçesini şu iki sebebe dayandırır: “Birinci sebep, Hızır’ın (as) işleridir. Ayet-i kerimeler onun peygamberliğine tanıklık etmektedir. Çünkü onun fiilleri ancak vahiyle izah edilebilir. İkinci sebep de Hazreti Musa’nın Hızır’dan (as) ilim öğrenmesidir. Kurtûbî’ye göre, bir kimse ancak kendisinden daha üstün birinden ilim öğrenir ve ona uyar. Hazreti Musa ona tâbi olduğuna göre onun da Hazreti Musa gibi bir peygamber olması gerekir. Çünkü peygamber olmayan birinin peygamber olan birinden üstün olması mümkün değildir.[xxx] Bu durumda Hızır (as) nebîdir fakat resul değildir.”[xxxi]

Hazreti Hızır yaşıyor mu?

Hazreti Hızır’ın hâlâ yaşayıp yaşamadığı konusu da tartışmalıdır. Kimine göre ölmüştür, kimine göre zamanda yolculuk yapan bir şahıs olduğu için aslında gelecek bir zamanda yaşayacağı ve yine gelecekte öleceği iddia edilmektedir.

Müteahhir hadis kaynaklarıyla tarih ve tasavvuf kitaplarında Hızır’ın mitolojik bir kişiliğe büründürülerek tarihte uzun süre yaşayanlardan olduğu, kıyamete kadar da yaşamaya devam edeceği şeklinde bilgiler yer almaktadır. Bazı hadisçilerle tarihçilerin kaydettiği rivayetlere göre Hızır’ın Deccâl’i yalanlaması için ömrünün uzatıldığı[xxxii], Deccâl’in karşısına çıkacak kişinin Hızır olacağı[xxxiii], Hazreti Peygamber döneminde hayatta olduğu ve Peygamber’in elçisi olarak Enes’in kendisiyle görüştüğü[xxxiv], Resûlullah vefat ettiği zaman gelip Ehl-i Beyt’e taziyede bulunduğu[xxxv], Ömer b. Abdülazîz ile İbrâhim b. Edhem, Bişr el-Hâfî, Ma‘rûf-i Kerhî, Cüneyd-i Bağdâdî ve Muhyiddin İbnü’l-Arabî gibi mutasavvıflar tarafından görüldüğü, Hazreti Hızır’ın denizlerde, Hazreti İlyas’ın karada yaşadığı sık sık bir araya geldikleri[xxxvi], Cebrail, Mikâil ve İsrafil ile her yıl arefe günü Arafat’ta buluştukları haber verilmiştir. [xxxvii]

Tasavvufta Hazreti Hızır telâkkisi

Tasavvufa göre Hızır’ın temelini Kur’ân’da bulan en önemli niteliği İlâh3i sırların bilgisine sahip olmasıdır. Eli son derece açık, cömert, güler yüzlüdür; yeşil bir elbise giyer ve kır bir ata biner. Bazen Hızır’ın peygamberler arasında yer alan tek veli örneği sayılır.[xxxviii] Başta Ahmet Yesevî olmak üzere Yunus Emre gibi sufiler Hazreti Hızır’dan bahsederler. Mevlâna da kendisini tasavvuf yoluna sokan mürşidi Şems-i Tebrizî’yi Hazreti Hızır gibi görür ve onu âb-ı hayat telâkki eder.[xxxix]

9’uncu yüzyıldan itibaren tasavvufi eserlerde geçen Ricalü’l-Gayb deyimiyle anılan sistemin içine Hızır ve Hazreti Musa hâdisesinin yerleştirildiğini görüyoruz. Bu sistem bir piramide benzetilecek olursa, piramidin tepesinde kutup bulunur. Ondan sonra ise giderek sayıları artan, imaman, evtad, abdal, nukaba nuceba, ahyar adında, kutbun emrinde bulunan diğer veliler yer alıyordu. Hepsi birlikte gayb erenleri adıyla anılan bu sistemin içinde Hızır (as), Abdal’ın reisi olarak tanınmıştır. Ve “Nakibü’l-Evliya” (velilerin nakibi) diye nitelendirilmiştir.[xl]

Hızır’ın kerametleri arasında zikredilenlerden bazıları şunlardır: İhtiyar, genç, yaşlı çocuk şeklinde ortaya çıkabilir. Kuş ve tavşana varıncaya kadar çeşitli hayvan biçimlerine girebilir. Göz yumup açıncaya kadar çok uzak mesafeleri aşabilir. Yardıma ihtiyaç duyulduğu zaman umulmadık bir anda görünüverir ve işini bitirir bitirmez aniden kaybolur. Tabiattaki varlıkları kendi emrine alabilir. Ölü insanları diriltme yeteneği verilmiştir. Havada durup yürüyebilir, havada ve boşlukta dolaşabilir.[xli]

Muhtemelen ilk defa İbnü’l-Arabî, Hızır’la bir kere görüştüğünü ve ondan hırka giydiğini ifade ederek, Hızır’la tasavvuf kültüründe önemli bir yere sahip bulunan hırka konusunu irtibatlandırmış oldu. Bektaşilikte de on iki posttan biri olan mihmandarlık postunun sahibinin Hızır olduğuna inanılır. Kaynaklarda Hazreti Hızır’ın denizde, Hazreti İlyas’ın karada bunalan kişilerin imdadına yetiştiği ileri sürülürse de, vuku bulduğu söylenen olaylarda karada darda kalanların imdadına da hep Hazreti Hızır’ın yetiştiği zikredilir.[xlii]

 

Hıdrellez, halk arasında ölümsüzlük sırrına erdiklerine ve biri karada, diğeri denizde darda kalanlara yardım ettiklerine inanılan Hızır ve İlyas Peygamberlerin yılda bir defa bir araya geldikleri gün olarak kabul edilir.

 

İlyas (aleyhisselâm)

Kur’ân’da İlyas adı, Hızır adının tersine iki yerde açıkça geçer (En’âm, 85; Saffat, 123-132) ve hadislerde de birkaç kez anılır. Arap dilcilerine göre İlyas yabancı bir kelime olup, aslı İbrânîce Eliyah veya Eliyahu’dur. Arapçada “İlyas” şeklini alan Eliyahu, Yunancaya ve Lâtinceye Elias olarak geçmiştir.[xliii]

Kur’ân-ı Kerîm’de İlyas hakkında başka bilgi bulunmazken, tarih, tefsir ve Kısas-ı Enbiyâ kitaplarında çeşitli rivayetler yer almaktadır. Bu rivayetlerde onun şeceresi “İlyas b. Yâsîn b. Finhâs b. Îzâr b. Hârûn b. İmrân veya İlyas b. Âzir b. Îzâr b. Hârûn b. İmrân” şeklinde verilmektedir.[xliv]

Ömer Faruk Harman’ın aktardığı bilgilere göre İslâmî kaynaklarda da İlyas’ın Kral Ahab ve Kraliçe İzebel’in saltanatları döneminde yaşadığı bildirilir. Kral Ahab putlara tapıyor ve kavmini de buna zorluyordu. İlyas onları Ba’l’e tapmayı bırakıp Allah’a kulluğa davet etti. Kral Ahab, İlyas’ın davetine uyarak putperestliği terk etti. Bir ara karısı İzebel komşusunu öldürterek bahçesini ele geçirince, Allah onları ikaz etmek ve bahçeyi iade etmelerini, aksi takdirde cezalandırılacaklarını bildirmek için İlyas’ı gönderdi. Ahab buna kızarak putperestliğe döndü ve İlyas’ı öldürmeye kalkıştı. Bunun üzerine İlyas, Ba’lbek’ten ayrılarak yedi yıl dağlarda ve mağaralarda gizlendi. Bir ara ortaya çıktıysa da kralın düşmanlığı devam ettiği için tekrar dağa döndü.

Anlatıldığına göre uzun zaman sonra dağdan inen İlyas (aleyhisselâm) bir köye uğradı. Oradaki insanları imana davet etti. Onlar da bu İlâhî daveti kabul ederek kendisinin yanlarında kalmasını isterler. İlyas (aleyhisselâm) ihtiyar bir kadın olan Yûnus Bin Mettâ’nın (başka bir rivayette Elyesa Bin Ahtub) annesinin evine misafir olur. Kadının hasta bir oğlu vardır. Hazreti İlyas, iki rekât namaz kılarak çocuğun şifa bulması için Allah’a dua eder. Çocuk iyileşir. Sonra İlyas’ın (aleyhisselâm) yanından hiç ayrılmaz. Ondan Tevrat’ı öğrenir. İsmi Elyesa’dır.[xlv] Hazreti İlyas burada altı ay kaldıktan sonra dağa döner.

Kavminin putperestlikte ısrar etmesinden dolayı çok üzülen Hazreti İlyas, yedi yıl sonra İsrailoğullarının yaptıklarından bıktığını ifade ederek Allah’tan ruhunu almasını dilese de bu dileği kabul edilmez. Ancak Hazreti İlyas’a üç yıllığına yağmura hükmetme yetkisi verilir. Onun yağmuru durdurmasıyla büyük bir kıtlık ve kuraklık baş gösterir. Üç yılın ardından meleklerin araya girmesiyle kuraklık sona erer, Hazreti İlyas’ın duasıyla yağmur yağar, tekrar bolluk ve bereket olur. İsrailoğullarının yine de isyandan vazgeçmemesi üzerine Hazreti İlyas, kendisini bu dünyadan kurtarması, katına çağırması için Allah’a niyazda bulunur. Sadık müridi Elyesa ile birlikteyken ateşten bir at gelir, Elyesa’nın hayret nidaları arasında İlyas, ata binip göğe yükselir.[xlvi] İslâmî eserlerde yer alan Hazreti İlyas ile ilgili bilgilerin kaynağı genelde Ahd-i Atîk (I. Krallar, 17-II. Krallar, 2) ve diğer Yahudi rivayetleridir.[xlvii]

Hazreti Hızır ile Hazreti İlyas ilişkisi

Hazreti Peygamber’e izafe edilen bir habere göre, her gece Hızır ile İlyas, Zülkarneyn tarafından Yecüc ve Mecüc ile insanlar arasına yapılan seddin dibinde buluşurlar. Aynı ha­bere göre her ikisi hac ve umre ibadetlerini birlikte icra ederler ve bu vesile ile bir kere içtikleri zemzem onlara bir yıl kâfi gelir.[xlviii]

Hazreti İlyas ile Hazreti İdris

Bazı âlimler Hazreti İlyas ile İdris’in aynı kişi olduklarını söyleseler de İdris ve İlyas iki ayrı isimdir ve her ikisi de peygamber olan ayrı şahsiyetleri ifade eder. Yaşadıkları zaman itibariyle de aralarında asırlar vardır. Bilindiği gibi İdris, Nuh Peygamber’den öncedir ve insanlığın ikinci atası kabul edilen Tufan mucizesi sahibinin dedesidir. İlyas ise Musa’nın kardeşi Ha­run’un torunlarındandır. Allâme Taberî, tefsirine aldığı bu rivayetleri tahlil eder ve sonuçta İlyas ile İdris’in aynı kişi olmasının mümkün olmadığı sonucuna varır.[xlix]

Hazreti İlyas sağ mıdır?

İlyas’ın hâlen hayatta olduğuna dair birtakım haberler vardır. Sağ ol­duğu söylenen dört nebîden biri olarak gösterilir. Vehb İbn Münebbih ve diğerlerinden nakledildiğine göre, Hızır gibi ölümsüzlüğe ermiştir ve kıyamete kadar hayatta kalacaktır. İlyas karalarda, Hızır ise deryalar ve adalarda Muhammed (sav) ümmetinden darda kalanların imdadına yetişmekle mükelleftirler. Onlara bu görevin bizzat Hazreti Peygamber tarafından verildiği de söylenmiştir.[l]

Tasavvufta İlyas (as)

Tasavvufta İlyas’ın bir peygamber olmasına rağmen Hızır gibi ölümsüz olduğu ve aynı hayat mertebesinde bulunduğu inancı vardır. İlyas da peygamberlikten çok velâyet kavramına uygun bir biçimde tasvir edilmiştir. Ancak İlyas’ın tasavvuftaki yeri son derece kısıtlıdır. Bunun en önemli sebebi, tasavvufun ana yöntemi olan irşat müessesesi ve mürşitlik fonksiyonu doğrudan doğruya Hızır’ın şahsiyetine uygun düşmesidir. Hızır konusunda olduğu gibi İlyas Peygamber konusunda da bizzat Kur’ân ve sahih hadislere dayanan bir ebedîlik telâkkisine rastlanmaz. Tasavvufta Hızır’ın kuvvetli şahsiyetinin İlyas’ı pasifleştirmesinden hareketle, gerçekte İlyas’ın Hızır’dan başkası olamayacağı kanaatine ulaşılır. Tasavvufta genel yargıya göre Musa Peygamber şeriatı, Hızır ise hakikati temsil ettiği için, Hızır daha üst bir mertebede görülür.[li]

Özetlemek gerekirse, Kur’ân’da iki kez ismi geçen İlyas’ın (as) Hazreti Peygamber’in hadislerine diğer peygamberler kadar konu olmadığını görüyoruz. Hazreti İlyas’ın hayat hikâyesi ile ilgili bilgiler ya doğrudan doğruya Kitab-ı Mukaddes’ten iktibas edilmiş veya büyük ölçüde hayâl ve yalanla karışık olarak anlatılan şifahi rivayetlerden derlenmiştir. Bunlara bakarak Hazreti İlyas’ın hayat safhaları hakkında doğ­ru veya doğruya yakın bir neticeye ulaşmak imkânsızdır. İlyas’ın halen hayatta olduğu, senenin belli günlerinde Hızır’la olan buluşmala­rı, Hazreti Peygamber’le yemek yemeleri gibi söylentilerin aslı yoktur. Hazreti Musa'nın kardeşi olan Harun’un (as) torunlarından “İlyas” isminde biri, kav­mine peygamber olarak gönderilmiş ve görevini ikmâl ettikten sonra normal bir ölümle bu dünyadan göçüp gitmiştir. [lii]


 

Sonuç

Hıdrellez, halk arasında ölümsüzlük sırrına erdiklerine ve biri karada, diğeri denizde darda kalanlara yardım ettiklerine inanılan Hızır ve İlyas Peygamberlerin yılda bir defa bir araya geldikleri gün olarak kabul edilir. Ancak bu beraberlikte, ismi yaşatılmasına rağmen uygulamada Hazreti İlyas’ın şahsiyeti tamamıyla silinerek Hızır motifi öne çıkarılmıştır. Dolayısıyla bu bayramda icra edilen bütün merasimler Hazreti Hızır’la ilgilidir. Bunun temel sebebi, İslâm öncesi devirlerde yukarıda zikredilen üç büyük kültürün hâkim olduğu alanda bu yaz bayramı vesilesiyle kültleri kutlanan insanüstü varlıkların, daha ziyade Hazreti Hızır’ın şahsiyetine uygun düşmesi ve onunla özdeşleşmesidir.

Hazreti Hızır ve Hazreti İlyas’a tahsis edilen bu gün, İslâm dünyasının her tarafında kutlanmadığı gibi kutlandığı yerlerde de adı, tarihi ve yapılan merasimler bakımından aynı değildir. Her şeyden önce İslâm folklorunda Hazreti Hızır ile Hazreti İlyas hakkında çok zengin bir inançlar ve efsaneler literatürü ve bu ikisinin yılda bir defa görüştüğü inancı mevcut olduğu hâlde bugün belirlenmiş değildir. Hatta Türk dünyasının her tarafında 6 Mayıs, kutlama günü olarak bilinmez.[liii]

Bu konuda söylenecek son söz, Hıdırellez kutlamalarının dinî olmaktan ziyade kültürel bir yanı olduğudur. Bu kadim inanç, İslâmiyet’le birlikte Hazreti Hızır, Hazreti Musa, Hazreti Yuşa ve Hazreti İlyas’ın Kur’ân’daki Kehf Sûresi’nde anlatılan kıssayı kendisine dayanak kabul ederek yeni bir forma bürünmüştür. Halkımızın bu güne dinî bir hüviyet yüklemesi, onun iyi niyetinin sonucudur. Bu günü Hızır, İlyas, Musa ve Yûşa Peygamberlerin bir araya geldiği gün olarak kutluyorsak, o zaman yapılacak etkinliklerde inancımıza ters düşecek hareketlerden ve aşırılıklardan kaçınmak en doğru yoldur diye düşünüyorum. Baharın artık yaza evrildiği bu gün, biz de kendi hâlimizi tefekkür ederek gönlümüzde kuraklaşan dinî hassasiyetlerimizin yeşermesi için neler yapabileceğimizi plânlayabiliriz.

 


[i] Selahattin Döğüş, Anadolu’da Hızır-İlyas Kültü ve Hıdrellez Geleneği, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi Yıl: 2015, Sayı: 74, sh:77

[ii] Ahmet Yaşar Ocak, İslam Türk İnançlarında Hızır yahut Hızır- İlyas Kültü, Ankara 1990, s:14

[iii] Döğüş. Agm. s:74

[iv] Ahmet Yaşar Ocak, Hıdırellez, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 17, s.313-315, İstanbul, 1998

[v] Döğüş. Agm. s:74

[vi] A. Y. Ocak, agm., 1998

[vii] Fatma Ahsen Turan, Anadolu’daki Hıdırellez Kutlamalarına Dair İnanmalar, Ritüeller, Yasaklar ve Yaptırımlar, Gazi Türkiyat Sayı: 2, S:104-105,  Bahar 2008

[viii] Döğüş. Agm. s:74

[ix] Döğüş. Agm. s:78

[x] Döğüş. Agm. s:78

[xi] İlyas Çelebi, TDV İslâm Ansiklopedisi, c.17, s.406-409,  İstanbul, 1998

[xii] Ahmet Sezikli, Şehrin Hafızası Hıdırlık Kültürü ve Çorum Hıdırlık Örneği, Çorum, Eylül 2013

[xiii] Mütercim Âsım, el-Okyânûsu’l-Basît fî Tercemeti’l-Kâmûsi’l-Muhît, düz. Mustafa Koç ve Eyyüp Tanrıverdi (İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yay., 2013), 2: 1909

[xiv] A. Y. Ocak, age. 1990, s:59-60

[xv] Muzaffer Ertuğrul, Musa Peygamber’in Yol Arkadaşı Hızır’ın Kimliği,  Yakın Doğu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 7, Cilt: 7, Sayı: 2, Sayfa: 299, 2021

[xvi] M. Ertuğrul, agm, s.299

[xvii] İ. Çelebi agm., Ebû Hâtim es-Sicistânî, s. 3; Makdisî, III, 77; İbn Kesîr, I, 295; Diyarbekrî, I, 106

[xviii] İ. Çelebi agm.

[xix] Buhârî, “Enbiyâʾ”, 29

[xx] Makdisî, III, 78

[xxi] Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 568

[xxii] Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa:572

[xxiii] Buhârî, “Tefsîr”, 18/2; Müslim, “Fezâil”, 170-172

[xxiv] Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa:572

[xxv] Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa:570

[xxvi] M. Ertuğrul, agm, s.311

[xxvii] M. Ertuğrul, agm, s.312

[xxviii] M. Ertuğrul, agm, s.313

[xxix] Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 569

[xxx] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 11: 65.

[xxxi] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 11: 83

[xxxii] İbn Hacer, el-İṣâbe, I, 431

[xxxiii] Nevevî, XVIII, 72

[xxxiv] Beyhakī, V, 423

[xxxv] İbn Kesîr, I, 141

[xxxvi] İbn Hacer, el-İṣâbe, I, 432

[xxxvii] İ. Çelebi agm.

[xxxviii] S. Döğüş, agm, s.79

[xxxix] S. Döğüş, agm, s.81

[xl] A. Sezikli, age. s.11, 2013

[xli] A.Y. Ocak, age,, s.37, 1990

[xlii][xlii] Süleyman Uludağ, Hızır, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 17, s.409-411, İstanbul 1998

[xliii] Ömer Faruk Harman, İlyas (as), TDV İslam Ansiklopedisi, C. , S. , İstanbul 1998

[xliv] Taberî, Câmiʿu’l-beyân, XXIII, 58; Târîḫ, I, 461; İbn Kesîr, I, 337

[xlv] Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi-3, Erkam Yayınları

[xlvi] Taberî, Câmiʿu’l-beyân, XXIII, 58-62; a.mlf., Târîḫ, I, 461-464; Sa‘lebî, s. 252-259; İbn Kesîr, I, 337-339; Köksal, II, 135-140

[xlvii] Ö. F. Harman, agm.

[xlviii] İbn Hacer el-İsabe, I, 432.

[xlix] Abdullah Aydemir, Peygamberler Tarihi, https://www.islamiokul.com/kutuphane/tarih/peygamberlertarihi/ptarihiabdullahaydemir/012.htm

[l] A. Aydemir, agm.

[li] S. Döğüş, agm., s.81

[lii] A. Aydemir, agm.

[liii] A.Y. Ocak, agm, 1998