Hıdırellez günleri

Bir murâdın varsa Allah’tan iste. Çula çaputa bel bağlama. Hurafelere inanıp da ömür boyu ağlama. Umudunu atma suya. Kapılma korkuya. Gerçek olsun gönüldeki murâdın. Hızır İlyas misali kanatlansın adımların… Bu seneki Hıdırellez dileğimiz de, Koronavirüs denen salgının bir an evvel bitmesi olsun!

ÇOCUKLUK günlerimiz... Sultandağlarının eteklerinde, Karapınar’dayız. Ne güzel gelirdi Hıdrellez. 6 Mayıs sabahı herkes azığını hazırlar, çıkını elinde Akçeşme’ye giderdik.

Bizim oralar bozkırdır, tam Aytmatov’un anlattığı gibi... Akçeşme’nin (Ağceşer) etrafı yemyeşil olurdu. Biz, “Hızır acaba nerede oturdu?” diye koşardık sağa sola... Hâsılı, ayrı bir önemi, güzelliği vardı Hıdrellez’in.

Batı’nın günlerini sahiplenmek ve kutlamak şimdiki kadar moda değildi o zamanlar. Bir dinî bayramları bilirdik, bir de millî bayramları. Kandil geceleri sevinir, Yerli Malı Haftası’nı kutlar, Hıdrellez ile coşardık. Çocuk yüreğimizle de olsa Hıdrellez’i yaşardık.

Bu günlere neden özel bir önem verilirdi? Bunun anlamı şuydu aslında: Bugün hepimiz çocuklarımızın geleceğinden endişe ediyor, millî ve manevî hayatlarını bekleyen tehlikeleri düşünüyor, “Acaba gelecek yıllarda misafirlik devam edecek mi? Büyük küçüğü sevecek, küçük büyüğü sayacak mı? Gelenek ve göreneklerimiz ne olacak? Tarihin yüz akı olmuş bir milletin evlâtları kendi bencil kaygıları içinde yok olup gidecekler mi? İnancımızı, ideallerimizi onlara nasıl aktaracağız?” sorularıyla baş başa değil miyiz? Bu can alıcı soruların cevabı, Hıdırellez şenliklerinde.

Eskiden şekilcilik çok ön plânda değildi. Söylemden çok eylem olurdu. Hasta ziyaretinin sevabını anlatmak yerine hastalar ziyaret edilirdi. Cenaze olduğu zaman herkes son görevini yapmak için can atardı. Düğün mü var? Herkes bir ucundan tutar, gelen misafirler yatılı olarak evlerde ağırlanır, sevince ortak olunurdu. Kısacası inancımız ve ideallerimiz diri ve canlıydı.

Böylesi özel ve güzel günlerden biri olan Hıdırellez insanların toplanmasına, birlik olmasına, yardımlaşmasına, ekmeğini bölüşmesine vesile olurdu.

Bunaldık, neredesin Hızır?

Kimdi Hızır ve İlyas? Neden önemliydi onların buluşması? Hayatımızdaki yeri neydi? Nasıl katkı sunarlardı yolunu bekleyen insanlara? Her kültürde yeri olsa da, Kur’ân onların çilesini, müjdesini anlatmıyor mu bütün çağlara?

Bütün peygamberler gibi İlyas Peygamber de kavmini Allah’a iman etmeye çağırdı. Yükü çok ağırdı. Ne yazık ki onun kavmi de sağırdı. Uymadılar hak söze. İlyas, salihlerdendi. Rabbinden selâm geldi. Yedi yıl dağ bayır dolaştı. Dağları, denizleri aştı ve bengisu içip göklere kanatlandı. Sina dağında mağara ona arkadaştı. Ellerini kaldırdı semaya. Yalvardı Yüce Mevlâ’ya. Kabul oldu duâsı. Üç yıldır beklenen yağmurlar yağdı, insanların yaşadığı devir nankör bir çağdı. “Kul bunalmayınca Hızır yetişmez” denmiş, kavminin cahilliği karşısında bunalan İlyas’a Hızır arkadaştı. Hızır’la İlyas, 6 Mayıs’ta karşılaştı.

Hızır ki, gizli ilimlerin sırrına vardı. Ona bu kuvveti Yaratan verdi. Oturunca kuru otlar yeşerir, suda yürür, havada gezerdi. Olacakları sezerdi. Kılıktan kılığa girer, bazen bir derviş, bazen aksakallı fakir bir ihtiyar olurdu. Onu hoşnut eden, hoşnutluk bulurdu. Ataların “Her geceyi Kadir, her geleni Hızır bil” demesi bundandı. Adımlarını takip edemez, istesen de peşinden gidemezdin. Kayboldu mu gözden, bir daha göremezdin…

Anacığım o gün avluyu süpürürdü

Hızır’ın gelişi yazdır. Sulak yerlerdir mekânı. Yeşillik kaplar her yanı. “Hıdırlık” der mesire alanına Anadolu insanı. Feyizdir, berekettir onun gelişi. Boş ambarlar dolar. Belki bir ikindi vaktinde kapımızı çalar. Ola ki misafirimiz olursa Hızır, yönümüz Kâbe’ye nazır. Yüceler Yücesinin dîvânına durulur, iki rekât namaz kılınır ve eller açılır Ulu Allah’a:

“Ya Rabbi, dünyanın sahibi Sensin! Her şeyi yaratan, her hâlimizi bilensin. Bize rahmetinle, merhametinle muamele eyle. Sıkıntılarımızı gider. Musa Peygamber’e yoldaş eylediğin gibi Hızır’ı ve İlyas’ı bize arkadaş eyle. Bolluk, bereket, şifa ver. Güzel İsimlerin hürmetine dualarımızı kabul eyle…”

Hızır’ı bekleyenler erkenden kalkar, kapılarını ardına kadar açarlar. Eller kınalanır, diller duâya durur. Hızır gelir imdada. Eve kuru çalıyla varılmaz, yeşil dal koparılmaz.

Hıdırellez sabahı rahmetli anacığımı hep avluyu süpürürken görürdüm. “Belli mi olur oğlum, ya bize misafir olursa?” sözü hâlâ kulaklarımdadır.

“‘Yûnus Emre, bu dünyada iki kişi kalır’ derler/ Meğer Hızır İlyas ola âb-ı hayat içmiş gibi” der Yûnus Emre’miz.

Bir murâdın varsa Allah’tan iste. Çula çaputa bel bağlama. Hurafelere inanıp da ömür boyu ağlama. Umudunu atma suya. Kapılma korkuya. Gerçek olsun gönüldeki murâdın. Hızır İlyas misali kanatlansın adımların…

Bu seneki Hıdırellez dileğimiz de, Koronavirüs denen salgının bir an evvel bitmesi olsun!