Hicret

Türkiye’de Suriyeli göçmen sayısı sosyal yapı için sorun oluşturacak kadar fazladır. Bir o kadar da Afganistan, Irak ve diğer yerlerden gelen göçmenler hatırlandığında, Türkiye için giderek ağırlaşan bir sosyal, siyâsî ve hatta ekonomik sorun olmaya başlamıştır. Buna karşılık, Suriye’de boşalan köy ve kasabalara İran tarafından, Afganistan ve Pakistan gibi yerlerden getirilip iskân edilen Şii nüfus yerleştirilerek Suriye’nin nüfus yapısı temelli olarak değiştirilmeye çalışılmaktadır.

HİCRET takvimine göre 1444’üncü yıla ulaştık. İslâm tarihinin bir dönüm noktası olan bu olay, sadece bir takvim meselesi değildir. Bir takvimi çok aşan, yeni bir toplum inşâsının, yeni bir düzen kurulmasının adıdır.

Hicret sadece Mekkeli birkaç bin kişinin Medîne’ye göç etmesinden ibaret de değildir. Çünkü bu hicret, ülkeleri, kıtaları ve toplulukları temelinden etkileyip sarsan büyük bir değişimin başlangıcı olmuştur. Ne yazık ki bu önemine göre hatırlandığını, toplumun gündeminde yerinin olduğunu söylemeye imkân yoktur.

“Hicret” kelimesi sözlükte “hecr” ya da “hicran” mastarından ortaya çıkmış isim hâlidir. Kişinin herhangi bir şeyden beden, lisan ya da kalbi ile uzaklaşmasıdır. Terim anlamı ise bir yerin terk edilmesi, başka bir yere göç edilmesidir. Müslüman olmayan bir ülkeden (darü’l-harp) Müslüman bir ülkeye (darü’l-İslâm) göç etmek ve bunun tarihteki karşılığı ile Hazreti Muhammed’in Mekkeli Müslümanlar ile Medîne’ye göç etmesi için kullanılmıştır. Bu olaydan sonra Mekke’den göç eden Müslümanlar “Muhacir” (çoğul hâli Muhacirîn), onlara yardımcı olan Medîneli Müslümanlara ise “Ensar” denilmiştir (Ahmet Önkal, “Hicret”, İA, C.17, İstanbul 1998, s.462-466). Hicret bu anlamı iledir ki Türkçede doğrudan “göç” kelimesi ile karşılanmıştır.

Görüldüğü gibi “hicret” kelimesinin yanında, “muhacir ve ensar” kelimeleri de bu olayın tamamlayıcısıdır. Bilindiği gibi Hazreti Muhammed her zaman yakın dostu olan Hazreti Ebubekir ile birlikte (Milât’tan sonra) 622’de, Temmuz ayı sonunda başlayan çok zahmetli bir yolculuğun sonunda, 20 Eylül’de Medîne’ye ulaşmıştır.

Kur’ân ayetlerinde de, Kur’ân’ı terk etmek (Furkan 25/30), bir kişiden veya gruptan ayrılmak (Nisa, 34; Meryem, 46; Müzzemmil, 10) ve kötü şeyleri terk etmek (Müddessir, 75), Allah uğruna başka bir yere göç etmek (Bakara, 218; Âl-i İmran, 195; Nisa, 89; Tevbe, 20) gibi ayetlerde yer almıştır. Kelimenin muhacirîn veya muhacirat şeklinde de (Nisa, 100; Tevbe, 100, 117; Nur, 22; Mümtehine, 10) doğrudan Mekke’den Medîne’ye göç eden Müslümanların karşılığı olarak kullanılmıştır. Önceki resullerin hicretleri de Kur’ân’da belirtilmiştir (Ankebut, 26; Hud, 80-81; Yunus, 90).

***

Hicret’in nedenlerini hatırlamak, sonuçlarını anlamayı kolaylaştırır. Mekkeliler Hazreti Muhammed’in İslâmiyet’i yayma çalışmalarını (tebliğini) engellemek için akla gelebilecek her türlü kötülüğü yapmıştır. Çaresiz kalan Müslümanlardan bir grup önce Habeşistan’a 615, sonra da 616’da iki ayrı kafile hâlinde hicret etmiştir. Habeşistan’a heyet gönderen Mekkeli müşrikler Müslümanların iade edilmesini temin edemeyince, Mekke’de kalan Müslümanlar üzerindeki baskılarını arttırmışlardır. Ancak bir süre sonra Mekkelilerin ileri gelenlerinin Müslüman olduğu haberleri üzerine Habeşistan’da bulunan muhacirlerin bir kısmı 620’de Mekke’ye geri dönmüştür.

Müslümanlar için Mekke hem yaşanmaz, hem de İslâmiyet’i yaymaya müsait olmayan bir yer durumuna gelmiştir. Buna bir çözüm arayışı içinde olan Hazreti Muhammed önce Taif’e gitti. Ancak oradan da bir sonuç alamadı. Medîneli bir grubun Mekke yakınlarında, “Akabe” adlı yerde Hazreti Muhammed ile görüşüp Müslüman olmaları (621), İslâm tarihinin akışını değiştirmiştir. Çünkü bir yıl arayla gerçekleşen iki Akabe buluşması, Medîne’nin iki önemli yerli kabilesi olan Evs ve Hazrec temsilcileri Müslüman oldukları gibi, kendi kabileleri arasında ve tüm Medîne’de İslâmiyet’in yayılmasına öncülük etmişlerdir.

Evs ve Hazrec arasında yüz yılı aşan bir kan dâvâsı geçmişinin yol açtığı bezginlik ve karamsarlık Medîne’yi kuşatmışken İslâmiyet’in Medîne’ye ulaşması, şehri adeta yeniden inşâ edip kurmuştur. Müslümanların sayısı hızla çoğalmış, Evs ve Hazrec arasındaki kan dâvâsı ve onun kötü sonuçları yavaş yavaş ortadan kalkmıştır. Medîne’nin özellikle kuzey-güney yolu üzerindeki kavşak noktasında merkezî bir yerde olması, coğrafî açıdan orayı Arabistan’ın diğer şehirlerine göre daha elverişli bir hâle getirmiştir.

***

Medîne’ye tek başına 620’de ilk hicret eden muhacir, Ebu Seleme El-Mahzumi olmuştur. Akabe biatlerinden/görüşmelerinden sonra Hazreti Muhammed tarafından Musab Bin Umeyr ile Abdullah Bin Ümmü Mektum, İslâmiyet’i tebliğ etmeleri için Medîne’ye gönderilmiştir. Musab Bin Umeyr, oldukça genç olmasına karşılık tebliğ için seçilmiş, temiz ahlâkı, tükenmeyen azmi, sınırsız sabrı ve sıra dışı güzel konuşma yeteneğinden dolayı çok başarılı olmuş, yüzyıllarca kendisinden sonra gelecek olan Müslüman gençler için örnek bir kişilik olmuştur.

***

Medîne’de bir taraftan İslâmiyet’in yayıldığı haberleri, diğer taraftan Mekke’deki Müslümanların birer ikişer oraya hicret etmeleri Mekkeli müşrikleri kaygılandırdı. İslâmiyet’in Medîne’de güçlenerek kendilerini kuşatacağı ihtimâli Mekkeli müşriklerin korkuların arttırdı. Hicrete engel olmaya çalıştılar. Ancak bu mümkün olmadı.

Hazreti Muhammed’in, yakın dostu Hazreti Ebubekir ile birlikte gizlice hicret etmesi Mekkelilerin korkularını büyüttü. Abdullah Bin Uraykıt adlı rehber, Hazreti Muhammed ve Hazreti Ebubekir’i 20 Eylül 622 Pazartesi günü Medîne’ye ulaştırdı.

Hicret, İslâm tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bu olayın ardından Mekke dönemi kapanmış, Medîne dönemi başlamıştır. Mekke’de Müslümanlar bir çeşit tutsak/rehine hayatı yaşamışlardır. Her an saldırıya açık durumdaydılar. Mekke dışından gelen insanlarla temas kurmaları bile engellenmeye çalışılıyordu. Medîne’de ise durum değişmişti. İslâm Medîne’de artık düzen koyan, düzen kuran duruma gelmişti. Bu değişimin temel insan malzemesi ise Mekkeli muhacirler ile Medîneli ensar olmuştur.

Müslümanlar, Habeşistan hicretinden bekledikleri sonucu alamamışlardır. Ancak Medîne’de beklenen sonuç alınmıştır. Habeşistan’da Müslümanlara iyi davranılmıştır. Ancak Habeşistan farklı bir toplumdur. Dinleri ve dilleri başkadır. Habeşistan coğrafyası da Medîne’ye göre elverişli bir yer değildir. O hicretin ardından Habeşistan’da Müslümanlar güç ve iktidar sahibi olmamışlardır.

Oysa Medîne esas itibarı ile bir Arap şehridir. Medîne nüfusunun içinde Yahudiler de vardır. Ancak onlar hem sayı bakımından azdır, hem de sonradan gelmelerinin yanında dilleri ve dinleri farklı olduğu için Medîne’de ayrı mahalleleri ve ayrı çarşıları bulunmuştur. Medîne’de bir çeşit Yahudi gettosu oluşturmuşlardır.

Medîne’nin yerlisi olan (Evs ve Hazrec kabileleri) Arapların Müslüman olmaları, öncelikle Medîne çevresindeki Arap kabilelere İslâmiyet’in ulaştırılmasında büyük bir fırsat oluşturmuştur. Dönemin şartları içinde başka bir Arap şehri olan Mekke de ancak Medînelilerin yardımı ile fethedilebilirdi ki öyle olmuştur.

Medînelilerin (Ensar) İslâmiyet’e temin ettikleri imkânı Habeşistanlılar temin edemezlerdi.

***

Hicret eden Müslümanlar, muhacirler, çok ciddî bir değişim geçirmişlerdir. Bütün dünyalıklarını, akrabalarını bırakıp, geri dönmemek üzere hicret etmişlerdir. Artık Mekke’de bir iş yapamayacaklarına, oysa göç ettikleri yerde İslâmiyet için pek çok iş yapabileceklerine inanmışlardır. Hicret ettikleri yerde, geride bıraktıkları dünyalıklarının bir benzerini elde etme bilgisi de, imkânı da yoktur, ancak bütün anılarını, geçmişlerini, çevrelerini ve birikimlerini Mekke’de bırakmayı göze almışlardır.

Muhacirlerin İslâmiyet için kendilerini adama hâlinin bir örneği tarihte yoktur.

Mekkeli muhacirlerin geçirdikleri büyük değişimin benzerini Medîneli ensar da geçirmiştir. Bir defa İslâmiyet ile kan dâvâları bitmiştir. Barış ve huzur içinde yaşamaya başlamışlardır. Küçük bir dünya menfaati ya da Cahiliye Dönemi’nin bir âdeti için birbirlerini acımadan katletmeyi marifet bilen Medîneliler, ellerindeki bütün imkânları, hiç tanımadıkları Mekkeli muhacir ile paylaşacak bir gönül zenginliğine ulaşmışlardır. Dünyada benzeri olmayan bir fedakârlık ahlâkını kuşanmışlardır. Muhaciri kendileri için bir yük değil, aksine onlara yardımcı olmayı bir varlık nedeni, bir onur bahanesi bilmişlerdir. Bunun için birbirleriyle yarışarak “Hayırda yarışın” kuralını uygulamışlardır.

***

Mart 2011’de başlayan Suriye Devrimi ile birlikte halkın yaklaşık yarısı Suriye’den göç etmek zorunda kaldı. Göç eden Suriyeliler muhacir, Türkiye gibi göç ederek sığındıkları ülkelerin halkları ise ensara benzetilebilir mi?

Türkiye yöneticileri Suriyelilere kucak açmış ve bu terimleri kullanmıştır. Ancak Türkiye’de Suriyelilerin sayısı arttıkça ve Türkiye’de ikâmet süreleri uzadıkça, muhacir oldukları unutularak bir tepkiye maruz kalmışlardır.

Suriye’den göç edenlerin bütünüyle muhacir özelliklerini taşıdıklarını söylemek zordur. Muhacir özelliklerine sahip olanlar vardır, ancak tamamının mazlum olduklarından şüphe edilemez. Türkiye’de muhalefet çevreleri maalesef yaşanan her olumsuz olaydan, yoksulluktan ve işsizlikten Suriyelileri sorumlu görüp halkı onlara karşı kışkırtmıştır. Zaman içinde “Suriyeliler gitsin de ne olursa olsun” söylemi bazı il ve ilçelerde kitlesel naralara dönüşmüştür.

Kitaplarda okunan, sohbetlerde dinlenen ensar-muhacir kardeşliğinin etkisi zamanla azalmıştır. Suriyelilerin göçlerini “Türkiye’de nüfus yapısını değiştirme plânının bir parçası” olarak görenler bile olmuştur. Bazı muhalefet parti temsilcileri açıkça Baas/Esat yanlısı görüşleri savunmuştur. Türkiye’de halkı Suriyelilere karşı kışkırtmışlardır.

Oysa ucuza çalıştırılan, ev ve dükkânları üç beş katı fiyatına çıkarılanlar, Suriyeliler olmuştur. Bir çeşit Suriyeli sömürüsü bile olmaktadır. Bu sömürüden pay alanlar, “Suriyeliler gitmelidir” naralarının arkasında durmuşlardır.

Türkiye’de Suriyeli göçmen sayısı sosyal yapı için sorun oluşturacak kadar fazladır. Bir o kadar da Afganistan, Irak ve diğer yerlerden gelen göçmenler hatırlandığında, Türkiye için giderek ağırlaşan bir sosyal, siyâsî ve hatta ekonomik sorun olmaya başlamıştır. Buna karşılık, Suriye’de boşalan köy ve kasabalara İran tarafından, Afganistan ve Pakistan gibi yerlerden getirilip iskân edilen Şii nüfus yerleştirilerek Suriye’nin nüfus yapısı temelli olarak değiştirilmeye çalışılmaktadır.

Yüz yıldan beri sürdürülen Arap düşmanlığı, Suriyeli göçmenler nedeniyle yenilenmeye başlanmıştır. Önünde sonunda Suriyelilerin yurtlarına dönmesi, taraflar için daha hayırlı olacaktır. Suriye’de nüfus yapısının değiştirilmeye çalışılması gibi bir felâketi de engelleyecektir bu adım.