İŞTE geldim,
gidiyorum! Ben de bir su damlacığı oldum, akıntıya kapıldım, gidiyorum. Bir
ırmağın yer yer sert kayalara çarpışlarıyla hayâllerimi birer birer ceplerimden,
parmak uçlarımdan düşürüyorum. Ben de geldim, gidiyorum…
Soran
olursa eski coşkunluğumu, çağıldayan kanımı, “Öyle bir fırtına geldi ki hâddini
bilircesine sus pus oldu” dersiniz. Ya da “Pes etti kendini hayata adamaktan...
Belki noksanlıklarını fark edince ne kadar küçük bir zerrecik olduğunu anladı,
böylece hayâlleri de gitgide küçülüverdi” dersiniz. Ne bileyim… Hayatın ne
kadar kıymetsiz olduğunu görünce elini eteğini çekti tüm dâvâlardan. Ya da
aslında… O da gökyüzünden bambaşka bir kar kristali gibi bu ırmağa düştü, o da
erimekle savaştı, kolay pes etti... -Daha ne yapacaktı!- O da akıntıda bir
damla oldu, şimdi teslim olmuş, kapılmış, gidiyor…
Kızmayın
yahu! Bir sorun bana: Böyle olmak ister miydim? Yahut kim getirdi beni bu hâle?
Bacaklarında derman kalmamış bir küheylan… Ama tay, ama toy... Beni bu hâle
getirenler utansın! Sahi, o da mı benim? “Herkesin yangını peyderpey söner”
derlerdi, inanmaz ya da inanmak istemezdim. Ne bileyim böylesi çabuk
anlayacağımı. Belki söylenene teslim olmuşumdur, kim bilir. Fakat sonuç aynı.
Henüz çok erken diye kendimi avutsam nafile!
Kaybetmekten
korktuğum benliğimi, özümü kaybedeceğim bir kere. Ne kadar acımasız hayat,
giden gidiyor, ben de gidiyorum. Acaba geri gelir miyim? Ne bileyim…
İki
çift sözüm kaldı mı söyleyecek? Kim derdi “Bir gün kelimeler de gidecek”?
Kalemin mürekkebi biter mi, biter. Sonrasında o, sizin için artık kalemlikten
çıkar da bir çöp oluverir. Söylesenize, kelimelerim olmadan beni hangi çöplüğe
atacaklar?
Derdim
satırlara sığmıyor, dermanım yok. Ne diye didiniyorum? Belki hâlâ bir yol
arıyorum. Hayır! Hayır, ben basbayağı kendimi arıyorum! Nerede bıraktım onu?
Hanginiz söndürdü ateşimi? Onunla barış içindeki yağmurumu kim dindirdi? “Dertsizlik
en büyük dert” diyen ben, şimdi dertsizlik derdini mi çekiyorum? Hayır, ben
sadece benden çalınan benin peşindeyim. Biliyorum, hep onlar yüzünden! Okuduğumu
onlar belirliyor, yazdığımı, gün içinde yaptığım her şey onların istediği
şekilde! Nasıl koruyayım kendimi? Herkese aynısını yaptılar. Ama ben… Bu kadar
kolay pes edecek miydim?
Belki
kendimi çok büyüttüm gözümde. Her şey, kelimelerim benden çalınana kadardı.
Bakın, hep başkalarını suçluyorum. Hani benim kimseye ihtiyacım yoktu? Oysa ben
dimdik ve mağrurdum hep. Şimdi bir yerde kelimelerimi bulsam, dileneceğim
onları. Beni bana versinler diye milletin ayağına kapanacağım. Ah şimdi eski
ben olsam, onları kimden olursa olsun, söküp almasını bilirdim!
Bir
Ağustos daha... Bu sefer on sekizinci yılım... Sanki artmadım, aksine azaldım.
Eskiden birdim, şimdi milyonda bir. Yani günbegün küçülüyorum. Ben de geldim,
ben de gidiyorum. Ama böyle gitmek istemiyorum. Giden benim, ırmak değil. İşte
bakın, şu damlacık benim, oradayım! Kendimi görebiliyorum. Görebilmek
istiyorum… Oysa nasıl da ufacığım, trilyonda bir. Ah nereden gelir bu arzu?
Nedendir?
Dur,
gitme! Yoksa kendimi yitireceğim. Hafife alma! Koca ırmakla savaşacağım ömrüm
yitse de. Pes edene ne olsun? Gerekirse yok olacağım ama kendimden
vazgeçmeyeceğim. Siz ne isterseniz isteyin, artık isteyen ben olacağım! Siz,
ben de yalnız sizin o sonsuz kriterlerinizle şekilleneyim diye çırpının, her
yolu deneyin. Kaybeden ölen değil, inandığından vazgeçendir! Kayıptakiler,
uyanın artık, bir kez de biz kazanalım!
İnsan
gerçeği bir göredursun, kim tutar onu?! Kendini aramak üzere yaratılmış. Daldan
dala konmuş, kendinde kendini bir daha bulmuş. Tam dile gelip hakikati
şakıyacakken bülbül, koca dutu şıp diye yutmuş. İnsana da böylece bir ömür
aramak kalmış; kimi bulmuş, kimiyse hiç aramamış...