Hiçbir şey tesadüf değildir

İnsanın yaşadıkları geleceğe dair ipuçları verir. Hayatta her şeyin bir anlamı, değeri vardır. Hiçbir şey boş ve karşılıksız değildir. Önemli olan, o değeri anlamak, çözmek ve ona göre hareket etmektir.

İNSANOĞLUNUN hayata gelmesindeki sebepler bütünü, yaşadıklarına da amildir. Yaşanan, hissedilen, karşılaşılan, tekrar edilen olaylar ve yerlerin hepsi de bütünün birer parçasıdır. Hayatı daha iyi anlamak ve anlamlandırmak için parçadan bütüne veya bütünden parçaya iyi bakılmalıdır. Bunun için de farkındalık içinde olunmalı, farkındalıklar arttırılmalıdır.

Her günü sıradan görmenin itiyadından kurtulmalı, hayatı buna göre görmeli ve değerlendirmeli. Fırsatları kaybetmemeli. Bizler farkına varmasak da günler kendi içinde mucizeler barındırırken, sıradan olmak, hayatı olabildiğince güzelleştirmez. Bilâkis monotonlaştırır. Sıkıcı ve yerine göre içinden çıkılmaz hâllerin yaşanmasına da sebep olabilir.

Her gün, her saat aynı olmaz. Biz “mucize” diyelim, siz de buna “farklı bir hayat” deyin. Hâlbuki hayat, hep aynı hayat! Değişen ne? Bir sirkülasyon içinde yer değiştiren rahatlık ve sıkıcılık hâlleri… Bir yanıyla durum bu. Yani hayat, hep aynı hayat! Fakat hayat, insanlar için iyi ve güzel bir hâlde plânlanmıştır. Bu plâna uymak, cüz’î iradî hâl içinde uymamakla sürmektedir.

Hiçbir şey sebepsiz ve tesadüfî değildir. Sebepsiz ve tesadüfî görülenler insanın hayata bakışı ve yaşayışıyla ilgilidir. Düşünmekle yaşamak arasında gelip, kayıp giden bir ömür…

Seçilen arkadaşlar, yaşam tarzı hâline gelen davranış ve tutumlar insanın o an yaşadığı ânı değil, ileriki anlarını da olumlu veya olumsuz etkileyecektir. Tanışılan, seçilen arkadaşlar yıllar sonra hayatın bir noktasında tekrar karşılaşılan insanlar hâline gelebilirler. Geçmişte yapılan seçimler insanı tam da şu an olma, içinde bulunulan hâline getirir. Bundan sonra yapılacak her seçim, tanışılan her insan, yine ferdi olması gereken yere götürecektir. Bir insan ne yapar, nasıl yaşarsa, başına benzer durumlar gelir.

Bu dünyada her şeyin karşılığı var. Bu karşılık bilinse de, bilinmese de, görülse de, görülmese de… Bir insan başkasının hayatını değiştirdiği gibi, bir başkası da onun hayatını değiştirebilir. En küçüğünden en büyüğüne, herkes ve her şey hayata dokunur ve insanı başka bir insana yansıtır “İnsan, insanın aynası” misâlince. Başa gelebilecek olayların kendi hayrına mı, şerrine mi vesîle olacağını da bilemez. Hayır ve şerrin nereden nasıl zuhur edeceği izaha muhtaç olsa da, insan iyiyi, doğruyu, güzeli tercih etmeli ve bu yolda ilerlemelidir.

Dünyada hastalıklar artıyor. Ruh hastaları çoğalıyor. Kâinatı tanımaya çalışan insanoğlu, kendi içine bakmayı akletmiyor. Kendini keşfetmiyor da başka alanlarda arıyor. Sadece ruhsal hastalıklar değil, alkol ve uyuşturucuya kananlar, intihar edenler, boşananlar, boşandığı anda çok basit histerilerle en kötü ve acımasız yollara tevessül edenler arttıkça artıyor. Bütün olumsuzlukların kaynağını ekonomik sebepler, kanaatsizlikler, iş hayatının olumsuzlukları, refah seviyesinin artışı, kalabalıklaşan şehirler, kavgalar, savaşlar, sapkın hâllere özentiler, yalnız yaşamanın dayanılmaz hafifliği, kişisel ve cinsel özgürlük cereyanları ve en önemlisi de dinî hayatın hafiflemesi veya kopması olarak belirtebiliriz.

Bir psikiyatr, karşılaştığı ailelerden biri ile ilgili şöyle bir durum tespiti yapmış: “Bir aile gelmişti. Kadın dedi ki, ‘Çocuğum yaşıtlarına hiç benzemiyor, durumunda bir gariplik var. Kimseyle konuşmuyor. Beni ve babasını görünce sevinç alâmetleri göstermiyor. Oyuncaklar istemiyor. Acaba neyi var?’  Sorduğum sorular sonrasında şu bilgilere ulaşmıştım: Çocuğa küçüklüğünde çok az anne sütü verilmiş. Mamalarla beslenmiş. Aile çocuk düşünmüyormuş ama tek çocuk olmuş. Anne ve baba çalıştığından, çocuğu yaşına girmeden yuvaya vermişler. Çocuklarını hafta sonları görmüşler. Çocuk yabancı bakıcıların elinde büyümüş. Öncelikle anne sevgisi tadamamış. Sonuç: Çok farklı, ailesine yabancı bir çocuk…”

Vermeden alınmaz, alınırsa da vermek gerekir. Yapılan şeylerden karşılık beklenmez elbette, vermek mevzuu aile içi ve insan kaynaklarıyla/ilişkileriyle ilgiliyse davranışlara dikkat edilmelidir.

İnsanca yetişmek

Sevgiyle var olan bir ailede işbirliği, yardımlaşma ve paylaşma duyguları daha sağlam olur. Aile içinde ilişkilerin kalitesi, kendi aralarında birbirlerin düşüncelerini ve duygularını daha iyi anlamalarını sağlar. Çocukların gelişmesi için uygun bir ortam oluşmasına zemin hazırlar. Sevgi, gönüllerin en önemli ilâcı, huzurudur. Dertlerin devâsı, ruhların sevdâsıdır sevgi.

İnsan dünyaya neden geldiğini ve nereye gideceğini bilmelidir. Sağlık, huzur, mutluluk ve başarının en önemli güvencesi, duygusal ve düşünsel bir doyuma bağlıdır. Fertlerin sağlık, mutluluk ve huzur içinde yaşayarak hayatı anlamlı kılabilmesi, öncelikle ruhlarındaki güzellikleri uyandırmak, yaşatmak ve diğer yandan süflî ve faydasız duyguları atmakla mümkündür. Kalbin düşmanı olan kibir, ihtiras, açgözlülük, vurdumduymazlık, kabalık, yalancılık ve fesatlık gibi fena duygulardan kurtulmak önemlidir.

İnsan kendine, ailesine, çevresine saygı duymalı, değer vermelidir. Kendi nasıl yaşarsa, o yaşamın sonuçlarına da katlanır. Saygı, sevgi, yardımlaşma, paylaşma gibi tutum ve davranışlar, beraberinde saygınlığı, güveni, itibarı ve iç huzurunu getirir. İnsan tanımalı, nezaket, vakar, samîmiyet, candan davranışlar ve güzel sözlerle birleşmeli, bütünleşmelidir. Merhamet ve iyilik her gönle girer, her kapıyı açar. Sevgi, saygı ve paylaşım, huzur, refah ve bereket getirir.

Her söz karşımızdakini etkiler. Sözlerin en güzeli söylenmeye çalışılmalı, ifadelerin en güçlüsü tercih edilmelidir. Nasıl davranılırsa o davranış karşılığını bulur. Bu anlamda hiçbir şey tesadüfî değildir. Hatâ arayan, hatâsıyla yüzleşir. Güzel düşünen, gören ve yaşayan, çirkinliklerle karşılaşsa da kendini o çirkinliklerin dışında bulur. İyi yaşayanların çirkinleştiği, çirkin ve çirkeflerin de o yaşayış üzere iyi olmaları/görünmeleri mümkün değildir.

İnsan olumlu duygu ve düşünceler içinde olmalıdır. Bu duyguları beslemelidir. Kişilik ve karakter, iyilik ve güzelliklerle beslenmelidir. Aksi hâlde fert hem kendi, hem de karşısındakilerle hayatın sefil yollarında gezinmeye devam eder. İnsan ne kadar zeki ve anlayışlı olursa olsun, dinlemeyi alışkanlık hâline getirmez ise söyledikleri de boşlukta kalır. Çünkü karşısındakiler de onu dinlemez. Her kişinin bir muhatabı vardır. Anlayış göstermeyen, anlayış göremez. Bir insan iyi niyetli de olsa, duyguları istismar edildikçe davranışlarını kontrol altına almaya çalışır.

Kendisinden başkasını görmeyen, kimsenin derdiyle dertlenmeyen bencil tipler maalesef çoğalmaktadır. Başkalarına bencil davrananlar bu anlayışın karşılığını bulur. Diğerkâmlık, başka bir deyişle hemhâl olma duygusu kaybolalı beri, insanlar pek mutsuz yaşar hâle geldiler. Birinin davranışı diğerini etkilemekte ve bu hâl olumsuzca devam etmektedir.  Her fert diğer insanlara, canlılara, doğaya, değerlere, duygulara, inanışlara, anlayışlara karşı hassas olmalıdır. Karşısındakine, çevresindekine hassas olmayana karşı muhatapları da, toplum da o hassaslıkla yaklaşmaz. İnsandan uzaklaşandan uzaklaşılır. Bu bir vakıadır.

İnsanların çektikleri sıkıntıları görmezden gelmek, duyarsız kalmak, insanî bir davranış değildir. Bunun da bir karşılığı vardır; duyarsız olanlara duyarsız kalınır. Bütün bunlar rastgele, tesadüfî değildir. Bilâkis olumlu veya olumsuz karşılığını bulan hakikatlerdir. Kendisiyle barışık olmayan birinin başkalarına verebileceği, paylaşabileceği bir şey yoktur.

Günümüzde insanlar birbirlerini hoş görmek bir yana, hatâ arayıcı role kaptırmışlar kendilerini. Güzel görmek, güzel düşünmek, güzel yaşamak yerine çirkinliklerin, yanlışlıkların, kabalıkların etrafında toplanmaktadırlar. Hatâ yapan ânında eleştiriye uğramaktadır. Toplum içinde affetmek, hoş görmek, kucaklamak varken, o şahıslar rencide edilmekte, iyilik kavramı gözetilmeksizin kötülüklere düşülmesine sebep olunmaktadır.

Tesadüf (!)

Başa gelen tüm iyi ve kötü şeylerin tesadüf ile bir ilgisi yoktur. Hayatta hiçbir şey tesadüfî olarak gerçekleşmez. Tüm olayların kaynağı yine bizleriz. Tesadüflere inanmak, bizi kendi gücümüzden uzaklaştırır. Gücün dışarıda bir yerde olduğu algısını hissettirir, düşündürür. Başarılıysanız, sebebi sizsiniz. Başarısızsanız da siz... İnsan gayret etmeli, çabalamalı ve oluşturduğu gücünün ardından gitmelidir.

İnsanın yaşadıkları geleceğe dair ipuçları verir. Hayatta her şeyin bir anlamı, değeri vardır. Hiçbir şey boş ve karşılıksız değildir. Önemli olan, o değeri anlamak, çözmek ve ona göre hareket etmektir.

Hayatımızda yaşanan şeyler tesadüf ve şans üzerine gelişmez. Kâinat ve yaratılışın düzeni farklıdır. İnsanlar kendi algılarına göre büyütür ya da küçültürler. Gerçeği ve mucizeyi görmek isteyen insan, çevresine bakmalı ve hayattan dersler çıkarmalıdır. Hiçbir şeyin tesadüf olamayacağı gerçeği ve yaşananların karşılık göreceğine dair bir hikâye ile bitirirken, “Saygıyla kalın” diyoruz…

Bir bardak süt

Yoksul bir ailenin çocuğuydu. Okul giderlerini karşılamak için kapı kapı dolaşarak eşya satıyordu. Bir gün hiçbir şey satamamıştı. Üstelik karnı da çok açtı. Bundan sonra çalacağı ilk kapıdan yiyecek bir şeyler istemeye karar verdi. Kapıyı açan sevimli genç bayanı görünce utandı. Yiyecek bir şeyler yerine, “Af edersiniz, bir bardak su rica edebilir miyim?” diyebildi yalnızca. Genç bayan, çocuğun aç olabileceğini düşünerek kocaman bir bardak süt getirdi ona. Çocuk sütü yavaş yavaş içine sindirerek içtikten sonra, “Çok teşekkür ederim, borcum ne kadar?” diye sordu genç bayana. Genç bayan, “Borcunuz yok” diyerek yüzündeki sıcak gülümsemeyle devam etti: “Annem, gösterdiğimiz şefkat ve nezaket karşılığı olarak asla bir bedel ödenmesini beklemememizi öğretti bize.” Çocuk, “O hâlde teşekkürler! Yürekten teşekkür ederim size” dedi.

Çocuk evin önünden ayrıldığı zaman kendisini yalnızca bedensel olarak değil, ruhsal olarak da güçlü hissediyordu…

Yıllar geçti. Genç bayan, çok ender rastlanan bir hastalığa yakalanmıştı. Yöredeki doktorlar çaresiz kalınca, hastalığı ile ilgili araştırmalar yapılması için onu büyük kente gönderdiler. Yıllar önce elinden süt içen çocuk büyümüş ve iyi bir doktor olmuştu. İşte bu doktor, konsültasyon yapması için çağrıldığı hastanın hangi kasabadan geldiğini duyunca heyecanlandı. Artık genç olmasa da yıllar önce kendisine sevgiyle yaklaşan bayanı ilk gördüğü anda tanımış ve onun hayatını kurtarmak için elinden geleni yapmıştı. Uzun süren tedaviden sonra kadın sağlığına kavuştu. Doktor, denetlemesi için önüne getirilen faturaya şöyle bir baktı ve üstüne bir şeyler yazarak zarfın içine koyup hasta bayanın odasına gönderdi. Hasta kadın elleri titreyerek aldı zarfı eline. Açmaya korkuyordu. Hastane faturasını asla ödeyemeyeceğini ve geri kalan ömrü boyunca bu faturayı ödemek için çalışacağını biliyordu. Sonunda zarfı açtı ve faturaya iliştirilmiş not dikkatini çekti. Kâğıtta şunlar yazılıydı: “Hastane giderlerinin tamamı, bir bardak süt karşılığı ödenmiştir.”